Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Kara kıtaya bir yudum su, bir lokma yiyecek

Kara kıtaya bir yudum su, bir lokma yiyecek

Rivayet edilir ki, Cenab-ı Hak nefsi yarattıktan sonra sormuş;
“Sen kimsin ben kimim” diye.
Nefis de; “Sen sensin, ben benim” demiş.
Cenab-ı Hak nefsi Cehennem ateşinde bin yıl yakmış. Tekrar sormuş; “Sen kimsin ben kimim” diye. Nefis yine; “Sen sensin, ben benim” demiş.
İflah olmaz cevap üzerine Allah nefsi üç gün aç ve susuz bırakmış. Cenab-ı Hak tekrar sormuş; “Sen kimsin ben kimim” diye.
Cehennem ateşine dayanan nefis, açlığa ve susuzluğa tahammül edememiş ve “Ey Allah’ım, sen âlemlerin rabbisin ve yaratıcısısın, ben ise aciz bir kulum” demiş.

Evet, Allah kimseyi açlıkla ve susuzlukla imtihan etmesin. Belki de bütün duaların başına bu niyazı getirmek lazım.
Somali’yi görenler ve kara kıtanın kara talihli insanlarıyla birkaç gün yaşayanlar, ne demek istediğimi anlayabilirler.
İki yıl önce Somali’ye gitmiştim. Somali’nin güneyinde yani bugünkü açlığın, kıtlığın, susuzluğun ve kargaşanın yoğun olduğu bölgeye, güvenlik sebebiyle gidememiş, ancak kuzeyine gidebilmiştik.
Kuzey Somali de güneyden çok farklı olmamasına rağmen, güvenlik ve ulaşım bakımından biraz daha eline yüzüne bakılır haldeydi.
“Eline yüzüne bakılır haldeydi” diyorum, çünkü Osmanlı 550 yıl önce Somali’nin kuzeyine yol, su ve konut yapmış ve halen o yollar, sular ve binalar kullanılmaktaydı.

Birkaç kareyi izah etmeye çalışayım.
Binlerce kilometrelik ıssız bir çöldeyiz. Saatlerce tehlikeli bir yolculuk yaptıktan sonra çölün ortasında barakadan yapılmış okula benzer bir binaya uğradık.
Bina dediysem, kapısı ve penceresi yoktu. İçeride 400 çocuk varmış. Hepsi de ya yetim veya öksüzmüş. Bakacak kimseleri olmadığı için buraya getirip koymuşlar.
İslam ülkelerinden gelen yardımlarla yaşamaya çalışıyorlarmış. “Çalışıyorlarmış” dememe bakılmasın, gördüğüm sefaleti yüreğim yetmediği için yazamıyorum.

Yine çölün ortasında ilerliyoruz, başıboş hayvanların bile gölgesinde yatmayacağı kadar basit olan çalıdan çırpıdan küçük kulübeciklerin içinde insanlar barınıyordu.
Bir çalı kulübenin yanından geçerken, otomobil lastiğinin açtığı derede biriken suyu alan kadın ve sırtındaki bebeğine rast geldik.
Bir gün önce yağmur yağmış, yağmur suyu toprağın altına gitmeden alıp; çocuğuna, kendisine ve keçisine içirecekmiş.
Sözün insan boğazına düğümlendiğini orada yaşadım. Kadıncağızın yüzüne ve sırtındaki yavruya bakmaya utandım.
Sarı suyu su kabına doldurmaya çalışan kadını gözyaşları ve dualarla bırakıp, çok uzaklarda başka bir çalı kulübenin yanına vardık.
Issız çölün ortasındaki kulübesinin önünde oturan bir ihtiyarla karşılaştık. İnsansızlıktan konuşmayı unutmuş, vücudundaki bütün kemikler sayılıyordu.
Seksen yıldır buldukça sadece keçi sütü içebiliyormuş. Dünyadaki diğer insanların da kendisi gibi keçi sütü içtiklerini sanıyormuş.
Daha bitmedi...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi