Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Bugün matem günüm tutmayın beni!

Bugün matem günüm tutmayın beni!

Kuzey Kore Cumhurbaşkanı Kim Yong İl öldü. Hayır, hayır ölmedi kalplerimizde yaşıyor. Herkes gözyaşı döküyor, bakarsanız halk büyük bir üzüntü içinde. Onun boşluğunun hiçbir şekilde doldurulamayacağı gerçeğini herkes kabul etmek zorunda. Böylece bir tiyatro sahnesine döndü Kuzey Kore. Ama insanların gerçek düşüncelerinin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağız. Zira totaliter ülkelerde halkın genlerine çocukluğundan itibaren öyle bir korku yerleştiriliyor ki, itiraz edebilmek için insanda mangal gibi yürek olması lazım. Şimdi diyeceksiniz ki Kuzey Kore devlet başkanına gösterilen bu saygıdan ve insanların yürekleri dağlayan mateminden rahatsız mı oldun; kıskanıyor musun bu alakayı?

Tövbeler olsun neden kıskanayım. Benimkisi orada oynanan oyuna duyduğum tepki. Efendim Kuzey Kore ülke çapında bir tiyatro sahnesi ve oyuncular halk, yönetmen de ülkeyi demir yumrukla yöneten devlet başkanları. Yani kim gelirse bir öncekinden sopayı devralıyor. Bugün ölen Kim Yong İl’in babası Kim il Sung 1994 yılında öldüğünde oğlu babası için yeterli olarak matem tutmayanları ağır cezalara çarptırmıştı. Bu durumu gayet iyi biliriz. Şekil A’da görüldüğü gibi bizde de her 10 Kasım’da sokakta gazoz şişesi gibi hareketsiz durmak zorundayız. Durmayanların başına neler geldiği halkımızca malumdur.

Şimdi bir başka garipliğe dönüyoruz. Turgut Özal’ın ortadan kaldırdığı, dünya karşısında komik duruma düştüğümüz bir manzara. Her 19 Mayıs’ta kırık dökük bir kayık Samsun’da kıyıya yanaşıyor. Güya Bandırma kayığı. İçindekiler büyük bir vecd ile yarım bir Atatürk büstünü kayıktan alıp kıyıya çıkarıyorlar.

Yani temsili olarak Mustafa Kemal Samsun’a ayak basıyor. Kıyıda askeri birlikler, bando, tören kıtası ve halk toplanmış, başlayacak olan milli mücadeleye şahitlik edecekler. Bu garip ayak basış olayını ünlü İngiliz yayın kuruluş BBC “Dünyanın En Garip Olayları” adı ile ekrana taşıyınca o günlerin Başbakanı Turgut Özal, Kenan Evren’in muhalefetine rağmen “Bu yapılan Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakarettir, dünyaya rezil olamayız” diyerek bu uygulamaya son veriyor. Şimdi bir başka yöne, Avrupa’da Romanya’ya başımızı çeviriyoruz.

Öyle bir korku yerleştiriliyor ki itiraz edebilmek için insanda mangal gibi yürek olması lazım. Çavuşesko ülkeyi demir yumrukla yönetiyor. Yok, yok... Herkes onu çok seviyor ve onun için peşinden gidiyor (!) 100.000 kişi bir meydanda toplanmış Çavuşesko’ya çılgınca bir tezahürat var. Biraz sonra o balkona çıkacak ve halkına hitap edecek. Coşku dorukta. Nihayet Çavuşesko balkonda görünüyor. Adeta yer yerinden oynuyor. Konuşma başlıyor, alkış... alkış... Tam bu sırada kalabalığın içinden yaşlı bir kadının canhıraş feryadı duyuluyor. “Hadi ordan pis yalancı.” Herkes birdenbire altüst oluyor.

O yaşlı kadının sözleri sanki meydana yayılmış bir yakıt denizinin üzerine düşen bir kıvılcım gibi ortalığı yangın yerine çeviriveriyor. Yüzbin kişi bir anda Çavuşesko’nun sarayına saldırıyor. Onu, eşini, çocuklarını paramparça ediveriyorlar. Bir anda yıllardır Romanya’yı yöneten ve halkının çok mutlu olduğu sanılan bir ülke patlayıvermişti. Neden, nasıl olmuştu? Bu yeraltında biriken gazların patlayarak deprem denilen olguyu hayata geçirmesi gibi idi. Bu tabloyu en iyi Mustafa Kemal Atatürk yakalamıştı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk 7 yıl İstanbul’a gelmemiştir. Zira İstanbul eskiyi, imparatorluğu temsil etmektedir. Ankara ise yeniyi ve cumhuriyeti temsil etmektedir. Ankara’da yabancı ülkelere hediye arsa verilerek büyükelçiliklerinin yeni başkente taşınması sağlanır.

Takrir-i Sükûn kanunu ile de yeni cumhuriyete amansız eleştiri yapan Bab-ı Ali basınına diz çöktürülür. İpleri tamamen ele aldığına inanan Gazi Mustafa Kemal artık İstanbul’a gelmeye karar verir. Ona göre İstanbul, Ankara önünde artık teslim bayrağını çekmiştir. İstanbul’da günlerce süren bir karşılama merasimi hazırlanır. Gazi, İstanbul’a girerken büyük bir tezahüratla karşılaşmıştır. Yanında kadim dostu Hamdullah Suphi Tanrıöver vardır. Hamdullah Suphi, Gazi’ye dönerek:

- Paşam, ne muhteşem manzara. Şu coşkun kalabalığa bakınız...

Gazi, muhatabına döner ve şu tarihi tesbiti yapar:

- Hamdullah, bu tezahürat seni yanıltmasın. Aynı kalabalıklar bir gün seni linç etmek için de sokağa dökülebilir.

Bu sözler inkılapların sahibinin yaptığı en doğru tesbitlerinden biridir. O tam vaktinde son noktayı koymuştur. Son anına kadar da bu tedirginliği hep yaşamıştır. En yakınındaki yol arkadaşı İsmet İnönü’ye bile kayıtsız-şartsız güvenmemiştir. En güvendiği dostu her zaman orduyu elinde tutan, Mareşal Fevzi Çakmak olmuştur. Zira Çakmak, iktidar savaşında ordu adına en büyük desteği sunan ve kendisinde iktidar hırsından eser olmayan bir paşadır.

İktidarda kaldığı 15 yıl boyunca iki muhalif parti kurulmuş, ikisi de halkın büyük teveccühüne mazhar olunca apar-topar kapatılmıştır, yani ülke 15 yıl boyunca dikensiz gül bahçesidir, yani güllük-gülistanlıktır. Gazi 1938’de öldüğünde halk sokaklara dökülmüş, gözyaşı dökmüş ve aylarca matem tutmuştur.


İki hanım, iki erkeği serçe parmakları ile dövüyor

Efendim CNN-Türk’te Salı ve Perşembe akşamları hiç kaçırmadan zevkle izlediğim bir tartışma programı var. Programı, iki hanım iki erkek sunuyor. Hanımlar Nagihan Alçı ve Nazlı Ilıcak. Erkekler de meşhur CHP eski genel başkanlarından gazeteci Altan Öymen ve Enver Aysever. Erkekler dünyada nesli tükenen kelaynak kuşları gibi hâlâ Marksizmi ve solu savunuyor, hanımlar ise karşı platformda. Vallahi, her defasında iki hanım paslaşarak iki Marksisti serçe parmakları ile dövüyorlar.

Üstelik erkekler dövüldüklerinin de farkında değiller. Altan Öymen, Nazlı Ilıcak, Deniz Gezmiş ve arkadaşları konuşulurken “Siz o zaman çocuktunuz, hatırlamazsınız” diyerek hafiften dalgasını da geçiyor. Ilıcak, sanki ilkokulu dün bitirmiş. Nazlı Ilıcak, Nazım Hikmet’in Kuzey Kore’yi bir cennet ülke olarak tasvir eden şiirini okuyor ve bugünkü Kuzey Kore’ye bağlayarak “Altan Bey komünizm bitti” diyerek son noktayı koyuyor.

Ne mümkün, Altan Öymen’in partneri de sıkı bir Marksist. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını öyle bir anlatıyor ki, mübarekler ellerine mantar tabancası bile almamışlar. Felsefi derinlikleri ise dehşetengiz! İdareyi ele alsalar, bugün biz de Kuzey Kore gibi olacakmışız. (Allah korusun). Bu Enver kardeşimiz daha kısa pantolonla dolaşırken, ben kır gerillası adına o günlerde ne eylemler yapıldığını, ne kanlar döküldüğünü bilenlerdenim.

Bu kardeşime tavsiyem, uyuduğu uykudan uyanabilmesi için Beyazıt Gazete Kütüphanesi’ne gidip, o yılların gazetelerini didik didik etmesi; ayrıca, bugünkü BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü’yü ziyaret edip onun ve arkadaşlarının nasıl bir silahlı mücadele verdiklerini dinlemesini tavsiye ediyorum.

Bir de sürekli 90’dan gol yediği Nagehan Alçı’ya dönüp, “Aslında böyle derinlikli konuları sizinle konuşmak, tartışmak en büyük hata, bunları siz bilmezsiniz” tarzındaki efelenmesi yok mu bayılıyorum doğrusu. Nefis bir “seviye tesbit sınavı” izlemek ve eğlenmek isteyenlere bu programı hararetle tavsiye ediyorum. İnanın iki hanım, iki erkeği serçe parmakları ile dövüyor. Hem de dayak yiyenler farkında değiller.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi