Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Nâbi yılı biterken

Nâbi yılı biterken

Urfalı Nâbî (1642-1712) klasik kültür ve irfânımızın en önemli şahsiyetlerinden biridir. Asıl adı Yusuf olan Nâbî, 24 yaşında İstanbul’a geldiğinde, şiir olgunluğuna ulaşmıştır ve sosyal etkisi olan bir şâirdir.

“Saf şiir” söyleme geleneğinin yoğun bir şekilde yaşandığı çağların şâiri olan Nâbî, âşıkâne-rindâne şiirler de söylemiştir ama onun asıl şöhreti, “hikemî şiir” olarak adlandırılan filozofik alanda olmuştur.O, elbette düşünce sisteminde ve dünyayı algılamada yeni ekol kuran bir filozof değildir ama her türlü ilişkide gizli olan sırları keşf eden çok zeki bir şahsiyet ve bu keşiflerini dil kudretiyle şiirleştiren bir şâirdir.

Nâbî, hayatın ve evrenin sırlarla dolu olduğunu, bu sırları görmek için göz, görülenleri söylemek için de ağız gerektiğini söyler:

Lebâlebdür zemin ü âsmân esrâr-ı hikmetten
Velîkin keşf ü tahkîka sezâ çeşm ü dehen gerek


Vakur, ciddi ve sâkin şahsiyetiyle dünyayı, hayatı ve toplumu gözleyen şâir, toplumsal eleştirilerini, zekâ kudretiyle en ince ayrıntılara dikkat çekerek yapar. Meselâ, zâlim yöneticileri eleştirdiği şu beytinde, “Yönetimdeyken, elinden gelen ve yapabileceğin bütün zulümleri yap!... Elinden geleni ardına koyma!... Ama şunu da unutma, bu iktidar ve bu güç sende ebedî kalmayacak. İktidardan düştükten sonrasını da hesapla” derken, ezelî ve ebedî bir hakikati dile getirmektedir:

Elden gelen âzârını hîç eyleme taksîr
Eyyâm-ı gurûrun sana pâyende kalırsa


Her toplumda ve her zaman, yüze gülen ama insanla konuşurken iğneli laflar etmekte mâhir olan faziletten nasibini almamış insanlar vardır. Nâbî, bu tür insanların yakınlığını zehirli helvaya benzetir ve bunların över gibi görünen sözlerini aslında alay etmek amacıyla sarf ettiklerini söyler:

Helvâ-yı zehr-nâkdir âyîn-i ülfeti
Müstehziyâne lafzı senâ sûretindedir



Bu tür insanları etrafımızda çok görmüşüzdür. İçlerindeki hıncı ve öfkeyi açıkça yansıtacak güç ve güvenden yoksundurlar ve karşısındakileri eleştirirken daha çok över gibi görünüp onlarla alay etme yoluna giderek güyâ intikam alırlar.

Nâbî, fakirliğiyle övünen bir peygamberin ümmeti olduğunun bilincindedir ve şark kültürünün mahviyetkâr boyutunun da farkındadır. Şu beytinde, bu mahviyetkârlığın güzel bir örneğini vermiştir:

Biz ol fukârâyız k’olunur add-i denâ’et
Kevneyni zekât eylemek en müflisimizde

Diyor ki Nâbî: Biz öyle fakirleriz ki, en müflisimizin bile iki dünyayı zekât olarak vermesi, bizlere çok basit bir iş gibi gelir.

Bilindiği gibi zekât, malın kırkta birinin fakirlere verilmesi ibadetidir. Nâbî bu beytinde, dünya malına tamahı ve ahireti basit bir alış-verişe döndürmeyi eleştirir ve dervişâne yapıda olan fakirlerin en müflisinin bile iki dünyayı da bir kalemde gözden çıkarabileceğini söyler.


Sadece Cennet’e gitmek amacıyla ibadet edenleri de eleştirir Nâbî. Yunus Emre’nin 300 yıl önce söylediği,

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç hûrî
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni


... mısralarındaki havayı, Nâbî, şöyle söyler:

Nâbî bilemem farkı nedir bey’ ü şirâdan
Ol zühd k’anın hâhiş-i cennet var içinde

Ne diyor Nâbî?... “İçinde cennete gitme beklentisi olan ibadetin, bu dünyadaki alış-verişten farkı nedir bilemem.”

İbadeti araçsallaştırma zihniyetinin güzel bir eleştirisidir bu beyit.

Nâbî, İbn Haldun’un tespit ettiği “bedeviyet-hadariyet” konusunun veya şehirlileşme-kırsal kalma konusunun da farkındadır. Kırsallık, kol ve kas gücünün, şehir ise daha çok beyin ve zihin gücünün egemen olduğu bir alandır. Nâbi, bu iki sosyal yapı arasındaki farkı, “ârif-bahadır” karşılaştırmasıyla şöyle yapar:

Hünerin var ise bir şehrde bir ârif bul
Yoksa her karyede bir nice bahadır bulunur


Nabî’deki zekâ ve ifade gücü çoğu zaman hikmet söyleme şeklinde tezahür etse de, çoğu zaman, zekâ taşmaları sonucu, ifadeleri ironiye, yani alaya dönüşür.

Mesela neyi, nerede ve ne zaman konuşacağını bilmeyen boşboğazları eleştirdiği şu beytinde, horozların anlamsız ötüşünü, boşboğazların konuşmasına tercih ettiğini ironik bir şekilde söyler. Çünkü, horozlar ötüşlerinin anlamını bilmezlerse de, bari ne zaman öteceklerini bilirler ama boşboğazların ne zaman konuşacakları bile belli değildir:

Sühan-i bîhûdeden hoş gelür âvâz-ı horoz
Bâri mânâsını bilmez ise de hengâmı bilir


Nâbî, insanlara cennete gidememe korkusu veren ham sofuları da “Bizi cennet bağına gitmekten kim alıkoyabilir ki?... Orası bize babamızdan (Hz. Âdem’den) kalan bir mirastır ve o eve kimseye hesap vermeden gireriz.” diyerek iğneler:

Kimdir bizi men’ eyleyecek bâğ-ı cinândan
Mevrûs-ı pederdir gireriz hâne bizimdir.


Sözün özü. Bu Nâbî hem çok enteresan hem çok zeki ve hem de çok muzip biri. Adamın zekâsı beynine sığmıyor; taşıyor… Eh!.... Zekâ taşarsa, ironi, mizah, iğneleme kapıdadır.

UNESCO 2012’yi “Nabi Yılı” ilan ettiği için büyük bir şâir değildir o… Nâbî, büyük bir şâir olduğu için UNESCO bu yılı “Nâbî Yılı” kabul etmiştir. O, sadece 1 yıla sığacak bir şâir değildir; bütün zamanların şâiridir.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi