Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Kavşak noktasında

Kavşak noktasında

1789’dan itibaren dinin yerini ideolojiler ve dini bağlar üzerine kurulu ortak devletlerin yerini ise kan bağına dayalı ulus devletleri aldı. Ulus devletlerin İslam dünyasına intikali ise kopya şeklinde olmuştur. Tek Arap milleti lime lime edilmiş ve 20’den fazla parçaya bölünmüştür. Şerif Hüseyin ve benzerlerine verilen imparatorluk vaadi tutulmamış ve yerine tavaif-i mülük kurulmuştur. Ahmet Davudoğlu müteaddit defa parantez devrinin sonuna doğru gelindiğini ifade ediyor. Bu aynı zamanda Araf’tan çıkmak anlamına da geliyor. Ya da Beni İsrail tarihinin kavramıyla konuşmak gerekirse Tih Çölünden çıkış anlamına geliyor. Bunun en bariz kanıtlarından veya karinelerinden birisi Roma’nın hem siyasi hem de dini olarak çöküntü (dekadans) içine girmesidir. Roma siyasi olarak sarsılırken aynı zamanda Vatikan üzerinden manevi ve ruhani olarak da çürüme içine girmiştir. Daha doğrusu 2000 yıllık derindeki çürüme yüzeye vurmuştur. Vatikan ileri gelenleri de İslam’ın üstünlüğünü itiraf etmeye başlamışlardır. İslam ile boy ölçüşülmeye ve meydan okunmaya mecal olmadığını gören ve bundan dolayı küplere binen 16’ıncı Benediktus seçilmesinden bir yıl sonra Regensburg’da üçüncü şahıslar veya tarihi olaylar üzerinden kaçamak bir biçimde İslam’a sataşmıştır. İslam’ın kılıçtan başka hiçbir değer getirmediğini söylemiştir. Anglikan Kilisesi de Mütareke yıllarında Meşihat’a tevcih ettiği sorulardan, 103’üncü başı olan Başpiskopos Dr. George Carey’e kadar İslam karşısında aynı yaklaşımı ve anlayışı benimsediği görülür. Rowan William’a kadar da anlayışında bir sapma olmamıştır.

¥

Kilisenin ve hatta Museviliğin ruhu kalmamıştır. Bu çoraklaşma sekülerleşme ile bütünleştiğinde pratik dinsizlik alıp başını gitmiştir.  Modernizm ve sekülerleşme karşısında dinin genel olarak yerinin gerilediğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte orjinal değerlerini kaybeden Hıristiyanlık ve Musevilik bu rüzgarlara ve meydan okumalara etkili bir şekilde karşılık verememektedir. İslam ise bütün cephelerde saldırıya maruz kalsa da yine de berrak değerlerini muhafaza etmekte ve orijinal karakterini korumaktadır. Gücü de bu noktada temerküz etmekte ve yoğunlaşmaktadır. Bu gerçek hem papazlar hem de hahamlar tarafından kabul edilmektedir. Yeni Papa Francis’in seçilmesinden önce basına konuşan Papalık Kültür ile Dinler arası Diyalog konseylerinin eski Başkanı Kardinal Paul Joseph Jean Poupard, Batı’da inanç krizi yaşandığını dile getirerek, “İslam, Hıristiyanlıktan daha canlı bir din” itirafında bulunmuştur. Oriana Fallaci ile 16’ıncı Benediktus’u bir araya getiren de bu duygu ve korkuydu. Papa 2. Jean Paul tarafından 1985 yılında kardinallik makamına yükseltilen ve Katolik Kilisesi’ne ‘dinler arası diyalog’ teriminin yerleşmesinin mimarlarından biri olarak gösterilen teolog Kardinal Poupard, Corriere della Sera gazetesine verdiği mülakatta şunları söylüyor: “Batı’da inanç krizi yaşanıyor. Burada Kutsal kabul ettiğimiz şeyler, artık inananlar tarafından sadık kalınan şeyler değil. Bunun için evlilik kurumuna ve vaftize bakmak yeterli. İslam, Hıristiyanlıktan daha canlı bir din.”

¥

Bir zamanlar AB yetkilileri kültürel zeminden ve taassuptan hareket ederek hutbelerde ‘Allah katında hak din İslam’ ayetinin okutulmasını engellemeye çalışsalar da bunun doğruluğunu kendi kardinalleri de tasdik ediyor. Kıskançlık ve taassubu aşsa hahamlar da bu gerçeğe teslim oluyorlar. Bu doğrultuda bir Rus Haham da İslam’ın geleceğin dini olduğunu söylüyor. Bunu Hıristiyanlık ve Yahudiliğin çürümesine ve güncelliğini yitirmesine bağlıyor.  ‘Hıristiyanlıktan geriye bina kalıntıları kalmıştır’ diyor.  Hıristiyanlığın Marsizm gibi ideolojiler tarafından saflığının bozulduğunu ve Museviliğin de Siyonizm tarafından kirletildiğini ifade ediyor ve geride zinde ve dingin tek ilahi din olarak İslam’ın kaldığını ifade ediyor (Jewish Rabbi: Islam is religion of future/ http://www.youtube.com/ watch?z v=w9a6blduFb0 )  
İslam’ın inkişafının ve intişarının önünde de iki engel gördüğünü söylüyor. Bunlardan birisi Siyonizm tehlikesi ve bariyeri diğeri de Şii-Sünni çekişmesi. Şii Sünni çekişmesinin bitmesini ise İsrail’in zevaline bağlıyor. Yeni bir Salahaddin ortaya çıktığında hak da tecelli edecek ve Fatimilerin ortadan kalkmasında olduğu gibi sekter dalga ve kabarma dinecektir. Zira yeni Fatimi ekseni sahte bir şekilde İsrail düşmanlığı üzerinden meşruiyet devşiriyor. İsrail ortadan kalktığı zaman bu şişme inecektir. Müslümanların bu iki engeli aşmaları halinde kimsenin İslam’ı tutamayacağını ve bütün dünyayı etkisi altına alacağını söylemektedir. Ona göre İslam’ın en temel özelliği fıtriliğidir. Zamanın rüzgarları karşısında sebatıdır. Bugün Vatikan ruhbanlık gibi fıtrat dışı uygulamaları aşamadığı için tıkanmıştır. Vatikan laikliği nasıl bir nevi pratik ateizm olarak algılıyorsa Rus Haham da aynı şekilde Siyonizmi dinsizlik olarak görmektedir. Veya seküler bir din. İlahi dine karşı sentetik, üretme ve ideolojik bir din.  Demokrasinin de bir nevi dinin yerine geçirildiğini ve bunun da Deccalizm anlamına geldiğini ifade etmektedir. İslam’ın geleceğin dini olduğunu insanların büyük kısmının İslam’a gireceğini ve İsrail’in de zevale uğrayacağını ifade ediyor.  İslam’ın zamanın fırtınalarına ve kalıplarına karşı durduğunu ve esnemediğini ve değişmediğini ve gücünü de bu özelliğine borçlu olduğunu söylüyor. Bu tespit de yine Kur’an buyruklarını tasdik ediyor. Onu biz indirdik ve yine onu biz koruyacağız. Halbuki, sabık kitapların korunması görevi din adamlarına tevdi edilmiştir. İstisnai olarak Kur’an’ı korumayı Allah tekeffül etmiş, üzerine almıştır.    Beş vakit namaz üzerinden Müslümanların Allah’la bağlarını canlı tuttuklarını ve İslam’ın dinamizminin de bundan kaynaklandığını ifade ediyor.  Haham, Seyyid Kutup’un diliyle konuşmuş: El Mustakbel lihazaddin. İslam geleceğin dinidir.

Lakin çuvaldızı başkasına, iğneyi de kendimize batıralım. Bu baptan, dünya çapındaki Mısırlı ilim adamı Ahmet Zuveyl diyor ki: Ne Batı dahi, ne de biz aptalız! Lakin Batı başarısız olan birinin elinden tutarak kaldırıyor. Biz ise başarılı başarısız oluncaya kadar onunla uğraşıyoruz.  Demek ki, kalkınmanın temeli, ahlaktır. Çalışkanlık da ahlakın ürünüdür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
23 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi