Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Dil üzerinden Osmanlı düşmanlığı

Dil üzerinden Osmanlı düşmanlığı

Bir Yüksek Lisans sözlü sınavında, öğrenciye, Osmanlı dönemine ait yeni harfli bir gazel verdik ve metni okuyup anlamlandırması için hazırlanmasını söyledik. Öğrenci biraz uğraştı ve “Ben bu şiirleri anlayamıyorum hocam. Türkçe değil.” dedi. Hiç üşenmedim. Hemen Orhun yazıtlarının yeni harflisini verdim ve  “Al sana her kelimesi Türkçe olan bir metin. Bunu günümüz Türkçesine aktar bakalım!...” dedim.

            Tabii, aday öğrenci metni hiç anlamadı. Ona, “Başka dillerden kelimeler var diye gazeli anlamıyordun. Tamamı Türkçe olan Orhun Yazıtlarını niye anlamıyorsun?” dedim...

            Valla bu durumlarda insafım tatile çıkar...

            “Gazelleri anlamıyoruz” lafı, en basitinden bir cehalet ifadesidir.  Tabii, bireysel bir cehalet değildir bu; toplumsaldır ve ideolojik körlüğün pompaladığı bir cehalettir.

            “Gazelleri anlamıyoruz” diyenlere, “Anlamaman, gazellerin veya şâirlerinin meselesi değil; senin meselen...  Sen bu kelimelerin ikliminden bî-habersen, Fuzulî, Bâkî, Şeyh Gâlip, Nedim ne yapsın?...” derim.

            Bazıları, “İyi de hocam; Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı, Yunus Emre’yi anlıyoruz da, Fuzûlî’yi anlayamıyoruz.” derler.  Meseleye böyle bakanlar, şiirdeki kelimelerin sadece sözlük anlamlarını bildiklerini, şiir yapısında, kelimeler arası ilişkinin farkında olmadıklarını ortaya koyarlar aslında.

            Bu durumda olanlara, Attila İlhan’ın,

                                               Kadehler parıldadı zengin tanburla kanundan

                                    Lâleler düşerdi körfeze şâir Nedim’in ruhundan

                                   Ölüme doldursa da yalnızlığı çınlamalarla zaman

                                   Son gülümseme bir ömrün özeti olduğundan

                                   Sen de bir gün elbet ferahfezayı seveceksin

 

mısralarını okur ve “ferahfeza”nın bir makam adı olduğunu söyler, özellikle “Ölüme doldursa da yalnızlığı çınlamalarla zaman” mısraından ne anladığını sorarım.  Bu mısraı konuşma cümlesi haline getirirsek, “Zaman, yalnızlığı çınlamalarla ölüme doldursa da” şeklinde bir düz cümle oluşur. Bu cümlede “zaman, yalnızlığı çınlamalarla nasıl ölüme dolduruyor?” Yani ne, neyi, neye nasıl dolduruyor?

 

            Attila İlhan’ın şiirinde kelimeler sadece sözlük anlamlarıyla değil, şiir dilindeki sembolik anlamlarıyla yer alırlar. Şiir dilinin tabiati budur.

 

            “Klasik şiiri anlama zorluğu çeken birine, bazen de Ece Ayhan’dan “Zambaklı Padişah” şiirini örnek veririm. Şöyle diyor Ece Ayhan:

 

Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam
Sana uzun heceli bir kent vereceğim
Girilince kapıları yitecek ve boş!

Azizim, güzel atlar da güzel şiirler gibidirler
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!

 

            Bu şiirde sözlük anlamı bilinmeyen bir kelime yok ama “elleri zambaklı padişah olmak” ne demek? Böyle bir padişahın birine bir kent vermesi ne demek? Bu kentin uzun heceli bir kent olması ne demek?  Ve bu kente girilince kapıları nasıl yitecek ve bu şehir niye boş? Güzel atlara benzeyen şiirler, nasıl olur da öldükten sonra yarışırlar ve bu yarışın tersine olması ne demektir?

 

            Nitelikli bir şiir alt yapısı olmayan biri, bu şiirlerde kurgulanan imgeleri elbette anlayamaz. Çünkü şiir, sadece kelimelerin sözlük anlamlarını bilmekle anlaşılmaz; onun semboller ve göndergeler dünyasına da girmek lazımdır.  

 

            Kısacası, Klasik şiirden anlamamanın iki sebebi vardır. İlki, bazı kelimelerin sözlük anlamlarının bilinmemesi; diğeri de kelimeler arası renk, şekil, muhteva, mahiyet, fonksiyon ve kaligrafik ilişkinin bilinmemesidir.

 

            Günümüz okuyucusu, “şiir dili”nin farkında olmadığı için, sözlük anlamını bilmediği Arapça ve Farsça kelimelere takılmakta ve daha ilk aşamada mağlup olmaktadır. Kelimelerin sözlük anlamını bilmeyen okuyucu, suçu Osmanlı’ya yüklmektedir. Çünkü o, cumhuriyetin Osmanlıyı reddetme ideolojisine göre şekillenmiştir ve ona göre Osmanlı aydnın ve yöneticileri başka bir dil konuşuyorlar, halk başka bir dil konuşuyordu. Şairler de, sarayda yatıp kalkan insanlardı; o yüzden saray dili olan ve halkın anlamadığı bir dil kullanıyorlardı. (Abartmıyorum... Vaktiyle, üniversiteye yeni gelmiş bir öğrenci, ilk ara sınavda, “Şairler, sarayda yatıp kalkan insanlardır.” diye yazmıştı sınav kâğıdına. Keşke saklasaydım da şimdi yayınlasaydım o cevabı.) 

 

            “Osmanlı’da halk başka dil konuşuyordu; şâirler ve saray başka dil.” diyenler, kültür tarihinden nasipsiz olan veya cumhuriyetin nasipsiz bıraktığı insanlardır. Tuhaftır, kimse bu nasipsizliğin farkında değildir ve bütün suçu Osmanlı’ya yüklemektedir.

 

Fuzûlî Divan’ında 4.800, Baki ise 5.200 kelime kullanmıştır ve günümüz insanı bu kelimelerden sadece 1000 kadarını bilmemektedir. Bu bilmemenin sebebi de, cumhutiyet ideolojisinin, o kelimeleri unutturmasıdır. Osmanlı zamanında, herkes o kelimelerin anlamını ve şiir dilinde kullanılışını biliyordu. Mesela 16. Yüzyılda yaşayan Enverî mahlaslı şâir. Bu şairin okuması yazması yoktu. Elif harfini doğruluğundan, kef harfini eğriliğinden bildiği; karnı yarılsa bir kara elif çıkmayacağı, zamanının tezkirelerinde yazar ama bu şâir, hâlâ bilinip okunan,

 

                                   “Nideyin sahn-ı çemen seyrini cânânım yok

                                   Bir yanımca salınan serv-i hırâmanım yok”

 

şiirini söylemiştir. “Kara câhil” Enverî’nin dili ile, asrın büyük şâirleri Bâkî ve Fuzûlî’nin dili arasında hiç fark yoktur.  O dönem halkı, hem Fuzûlî’yi, hem de Enverî’yi anlıyordu. Bu şâirleri anlamayan, şimdinin halkıdır.

 

            İngilizce veya Fransızca öğrenmek için binlerce kelimeyi öğrenme gayreti gösteren insanların, atalarının şiir dilini anlamak için 1000 kadar kelimeyi öğrenme cehdi göstermemesi, şâyet ideolojik bir kasıt yoksa, en iyimser tabirle, tembelliktir. Kimse tembelliğinin suçunu Osmanlı’ya yüklemesin.

 

            Bir de “Anlamıyorsak kötüdür” diyenler var. Bunları durumu başka bir tuhaf!... “Anlamıyorsak kötüdür.” dendiğinde,  başka sorunlar ortaya çıkar. Meselâ, Çince bir kelime bile bilmeyen biri için Çin şiiri kötü bir şiir midir?... Bunun böyle olmayacağı âşikârdır.  Çünkü, iyilik veya kötülük, bilip bilmemeye göre belli olmaz; bizzat o metnin edebî estetik değeri barındırıp barındırmamasıyla ortaya çıkar.

 

            Osmanlı harflerinde olduğu gibi, Osmanlı şiirine karşı takınılan olumsuz tavır da, cumhuriyet döneminin ideolojik muhalefetinin bir sonucudur. Bu ideolojik engel aşılınca, hiç bir sorun kalmaz ve Türk insanı, atalarının şiirleriyle barışır.

 

            Haaa!... Bazılarınız, “Hocam siz klasik edebiyatçı olduğunuz için bunları söylüyorsunuz. Ne de olsa ekmek kapınız...” diyebilirsiniz. Ben bu görüşlerimi, klasik edebiyatçı olduğum için söylemiyorum; bunları söylemek için klasik edebiyatçı oldum.

 

            ***

            Hadi daha önceki zamanlarda rahle-i tedrisimize gelen öğrencilerin Osmanlı düşmanlığını anlarız... Pekii 11 yıldır iktidarda olan Ak Parti zamanında, Millî Eğitim’de hiç bir şey değişmedi mi de, gene sokak bilgisiyle donanmış(!) öğrenciler geliyor sınıflarımıza?

 

            

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi