Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Tarihin sedası

Tarihin sedası

Son günlerde son padişah olan Sultan Vahdettin ile alakalı bazı girişim veya temenniler var. Bunlardan birisi iade-i itibar meselesidir. İkincisi de, kabrinin Türkiye’ye getirilmesi teklifidir. İade-i itibar aslında tarihin yeniden yazılması anlamına geliyor. Tarihin yeniden yazılması resmi tarihin tashih edilmesi ve resmi ideolojinin gözden geçirilmesine kapı aralar. Bundan dolayı da Ecevit bile Sultan Vahdettin’in hain olmadığını ifade ederken Demirel bilerek makus tarihin ve talihin devamına arka çıkmıştır.

Rejimi korumak için resmi tarihi ve dolayısıyla tezviratı korumak gerektiğini savunmuştur. Yıllardan beri iade-i itibar üzerinde durulur. 150’likler listesine ve onların haricinde Bediüzzaman gibilerine iade-i itibarda bulunulması istenmiştir. Lakin bugüne kadar ciddi bir mesafe alınamamıştır. Sultan Vahdettin Şeyhülislam Mustafa Sabri ve benzerleri üzerindeki sansür ve itibarsızlaştırma devam etmektedir. Buna mukabil, Kadir İnanır gibiler Nazım Hikmet ve benzerleri hakkında iade-i itibar taleplerini dile getirmektedirler. Özal’ın daha önce dile getirdiği gibi tarihimizle, geçmişimizle, coğrafyamızla yeniden barışmalı ve gerçek anlamda tanışmalıyız.

İade-i itibar ve gerçek tarihin yeniden yazılması bu tanımanın ve barışın ilk adımı olacaktır. Sykes-Picot gibi paylaşım anlaşmaları üzerinden yüzyıl geçti ve Fransız yazar Mathias Énard’ın ifadesiyle Arap Baharının arkasında Osmanlı’nın çöküşü ve bu paylaşım anlaşmaları vardır. Bizce pehlivan veya kahraman düştüğü yerden kalkar ve Arap Baharının ayakları üzerine oturması da Osmanlı’nın yeniden kurulması ve çatılması anlamına geliyor. Fransız yazar Mathias Énard yol çatıyla alakalı kısaca şunları söylüyor: “Ortadoğu’daki gelişmelerin ardında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü var denebilir. Osmanlı’dan sonra İngiliz ve Fransızlar arasındaki anlaşmayla belirlenen bu sınırlar bugün büyük tehlikede. 2016’da bu anlaşmanın yüzüncü yılı dolacak. Ne olacağını göreceğiz…”

Elbette tarihin prangalarından kurtulabilmemiz için atalarımızla barışmalıyız. Bunlardan birisi de Sultan Vahdettin’dir. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendiye göre Sultan Vahdettin, Osmanlıyı yıkan ekibe karşı yeteri derecede duyarlı ve hassas olamamış ve uyarıları dikkate almamıştır. Güvendikleri şahıslar ona ihanet etmiştir.

Hanedanlığa sırt çevirmesinden dolayı da bilahare talihine küstüğü kadar Türk milletine de gücenmiştir. Lakin Menderes idamı meselesinde olduğu gibi hakiki güç, organize güçlerin elindedir. Halkın elinde değildir. Organize olmayan güç, güç değildir. Baniler adı altında yıkıcıların organize olmasında da elbette Sultan Vahdettin’in kusur ve hataları vardır. Bununla birlikte, vatana ihanet etmemiş, bilakis ihanete uğramıştır.

Fakat vatan kurtarma adına yanlış adamlarla ilgili uyarıları kale almamıştır. Bununla birlikte iade-i itibarı mühimdir ve Türkiye’nin gerçek tarihe geri dönmesi anlamına gelecektir. Türkiye yeni bir bölgesel taksimat arifesinde gargara yani ölüm kalım anını yaşamaktadır. Tarihin sıkıştığı dilimdeyiz. Bu tarihe aykırı bir yapıyla birlikte daha fazla yol almamız da mümkün gözükmüyor. Paradigmayı yeniden gözden geçirmeli ve kurmalıyız. Özal buna reorganizasyon diyordu. Yeniden yapılanma.

Yeni yapılanma yeni bir paradigmayı gerektirir. Tarihiyle ve tarihi figürleriyle barışmak üzere Türkiye hızlı bir biçimde kendini gözden geçirmelidir.

İade-i itibara evet ama sultan Vahdettin’in kabrini Türkiye’ye getirmeye hayır. Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu’nun bu yöndeki çağrısı yersiz ve yanlıştır. Yavuz Selim’le ilgili anlatılan bir menkıbe vardır. ‘Sin, Şın’a girince Muhyiddin’in kabri ortaya çıkar’ mealinde. Ağızdan ağza dolaşan bu kıssa ister doğru isterse de yanlış olsun ama bize rehberlik yapıyor ve yol gösteriyor. Sultan Vahdettin’in kabri bizim kutup yıldızımızdır. Cemal Paşa ve adamları bize Şam’dan söktüler.

Bu suretle hem Arapları hem Türkleri öksüz bıraktılar. Onların politikaları sayesinde Yavuz döneminde ilk girdiğimiz diyardan en son diyar olarak söküldük ve çıktık. Vahdettin’in kabri ise bizi orada bekliyor. Bizim emanetçimiz ve oradaki sırdaşımızdır. Şam bizim çitimiz ve avlumuz ve haziremizdir. Avlumuzun nişanı da o’dur. Ve sırlardan birisi Sultan Vahdettin’in kabrinin Selimiye’nin haziresinde yatmasıdır. İlk halife ile son sultan orada buluşmuşlardır. Birisi eseriyle diğeri naaş ve cesediyle! Şam’ın sırrı onların orada buluşmasındadır. Yavuz’dan 500 yıl ve Sultan Vahdettin’den 100 yıl sonra bu buluşma bizi yeniden Şam’a çekiyor ve çağırıyor.

Ne Rusya, ne ABD ne de yeni Safeviler bu çığırı ve buluşmayı önleyemeyeceklerdir. Seyyideti Zeyneb’in de Yavuz’un da varisi biziz. Eski tarih bizi yeni bir tarihe davet ediyor. Evet! Sultan Vahdettin’e iade-i itibarla birlikte elbette Ayasofya yeniden cami olarak açılmalıdır. Ayasofya bize Fatih’in emanetidir. Şam ise Yavuz’un emanetidir. Sultan Vahdettin de Şam’ın manevi bekçisidir.

Emanetler inşallah bir gün hakiki sahipleriyle yeniden buluşacaktır. Başbakan Erdoğan’ın özlem olarak dile getirdiği gibi ümmet bayram namazını Hazreti İsa’nın kürsüsünde yani Emevi Camii’nde kılacak ve sonra Sultan Vahdettin’e iade-i itibarda bulunacaklardır. Tarihin akışı ve sedası budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi