Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Yeni Türkiye Ve Aydınlar

Yeni Türkiye Ve Aydınlar

Nisan 1923’te Birinci Meclis’in kapatılmasıyla başlayan gerilim, son cumhurbaşkanı seçimiyle, Lozan ve Montrö muhaliflerinin galibiyeti ile sonuçlandı ve böylece 1923’ten beri dayatılan resmî tezlerin iflası ilan edilmiş oldu. Tabandan başlayan değişim, cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesiyle taçlandırılarak eski Türkiye’nin eski değerlerinin miadını doldurduğu ortaya çıktığı gösterilmiş oldu.

Pekiiii, bundan sonra ne olur?...

Baştan söyleyelim, kendini yenilemeyen ve 20. Yüzyıl değerleriyle günü kurtarmaya çalışan muhalefet, bir süre sonra bitkisel hayata girer ve sadece İş Bankasındaki hisselerin yüzü suyu hürmetine yaşatılan bir parti durumuna düşer. Diğer muhalifler, etnisite merkezli siyaset yaptıklarından, birbirlerini besleyerek bir süre daha yaşamaya devam ederler ama sonunda yok olmaktan kurtulamazlar. Gelecek zamanlarda, Ak Parti, kendi muhalifini, kendi içinden çıkarır.

Politik çizgide bunlar yaşanırken, aydınlar ne yapar?

1923’ten beri ezilenler, mağdur edilenler ve mazlum duruma düşenler, gaddarlaşır ve eleştirdiklerinin rolüne soyunursa, bu defa laikçiler mağdur ve mazlum olurlar ve bir 90 yıl da onlar mücadele ederler.
Aydın kitlenin içinde, işi en zor olan kitle, iktidarı destekleyenlerdir.

Bunca yıldır sadece eleştiri dili geliştirip korku ve kaçma psikolojisiyle hareket eden bu kitle, iktidar olma dilini henüz kuramadığı gibi, yakın zamanlarda kuracağa da benzemiyor. Hâlâ sürekli korkan ve kaçan, arkasında kemalizmin kovaladığını zanneden ve dilini bu psikolojik temele oturtan aydınların yeni dili oluşturma çabası yok ve hatta böyle bir dile ihtiyaç duyduklarının farkında bile değiller. 

“90 yıldır şöyle eziyetler yapıldı, böyle zulümler gördük....” gibi benzeri cümlelerle mağduriyet retoriğine yaslananlar, son 30 yılda başörtüsü mağduriyetinden başka bir şey konuşamamış ve konuştukları kadarıyla da felsefî bir çözüm değil, politik bir çözümü ancak üretebilmişlerdir. Zaten baş örtüsü konusu da partizan cumhuriyetçilerin kurduğu bir oyundu ve karşı  taraf, kendi oyununu kuracağı yerde, partizan cumhuriyetçilerin değirmenine su taşıdı 30 yıl.

Tanrılar Çıldırmış Olmalı filmindeki bir sahneyi hatırlarsınız: Uğursuz şişeyi dünyanın öbür ucundan atmaya giden zenci, yolda, oturmuş mızıka çalan ve yanına da tüfeğini koymuş bir başka zenci görür. Merakla silahı alır. Mızıka çalan zenci aniden silahını diğer zencinin elinde ve kendine doğrultulduğunu görünce, korkudan kaçmaya başlar. Oysa silahı alan zenci, silahı kullanmayı bilmez ve sadece merak ettiği için alır ve adama silahını vermek için arkasından koşar. Adam da öldürüleceği vehmiyle  can havliyle kaçar.

Eski Türkiye muhalifi aydınlar da yıllardır kemalizm vehmiyle düşünüp hareket ettiklerinden, 12 yıldan bu yana Türkiye’de pek çok şey değişmiş olsa da, hâlâ kemalizm vehmiyle hareket ettiklerinden, korku dili psikozundan kurtulup yeni bir dil geliştiremiyorlar. (Buna ben de dahilim haaa!... Çuvaldızı kendime de batırıyorum yani.)

21. yüzyıl Türkiyesi’nde artık yeni bir aydın dili gerekiyor. Yeni sorunlara yeni bakış açıları ve yeni terminolojik izahlar yapılmazsa, iktidarlar araçsallaşır. Her araçsallaşan şeyin sonu dejenerasyondur. Araçsallaşma, toplumları ve örgütleri, sonuç odaklı bir zihniyet cenderesine sokar ve olgu odaklılığı görmezden gelir. Oysa hayatın tamamı bir olgudur; sonuç değil.  Gelecek yılların olgu odaklı bir dil geliştirmesine ortam hazırlaması iktidarın elini güçlendirecektir. Tabii, iktidar inşaatçı zihniyet yanında toplumsal inşacı zihniyeti geliştirmek için gayret sarfederse ve en azından bunun farkına varırsa.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi