Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Şimdi virgül zamanı

Şimdi virgül zamanı

2009 yılının Haziran ayı idi. Sevgili Yener Dönmez, Vakit’te yazmam için telefon etti. Her yazarın ilk talebi olması gereken talebimi ben de ilettim: Yazdıklarıma denetim ve sansür uygulanmayacaktı. Sevgili Yener de bunu taahhüt etti ve Temmuz ayında yazmaya başladım. 

Önce 15 günde bir münavebeli olarak yazıyorduk. Daha sonra haftada bir yazmaya başladım Vakit’te. Gazete “Akit” oldu, gene yazıyordum. 

Sevgili Yener’in dediği gibi oldu ve beş buçuk sene yazdığım yazıların hiç birisi denetime tâbi tutulmadı ve sansüre uğramadı. 

Vakit/Akit’teki yazılarımla, Türkiye’nin dört bir tarafından dostlar edindim. Yüz yüze konuşmadığımız, hiç karşılaşmadığımız ama yazılarımla tanıyan, Ağrı’dan, Bitlis’ten, Konya’dan, Eskişehir’den, Samsun’dan İstanbul’dan, Edirne’den, İzmir’den, Antalya’dan pek çok dostum var artık.

Vakit/Akit’te yazmaya başladığımı duyan dostlarımdan bazıları beni yadırgadı. (Gerçi hâlâ yadırgayanlar var.). Vakit/Akit, üslup itibariyle kırılıp bükülmeyen bir üsluba sahipti ve zaman zaman da bazı kesimleri “acıtatif” manşetlerle çıkıyordu. Yani üslûp itibariyle bana benziyordu. Demek ki bu üslûptan rahatsız olanlar vardı ve bunlar yazmamı eleştiriyorlardı. İdeolojik olarak eleştirenleri ciddiye almıyorum. Onlar, 1970’lerin kör ve karanlık ideolojik kuyusunda kalanlardı. Oysa dünya çok değişmiş ve Türkiye de 1991’den itibaren (Büyük ittifak) değişmeye başlamış; 28 Şubat da bu değişimi hızlandırmıştı. 2000’lere gelindiğinde, gerçekten de 20. yüzyıl, bütün değerleriyle bitmişti. Yeni değerler üretirken Vakit/Akit gibi korkusuz ve omurgalı gazetelere ihtiyaç vardı. O yüzden, Vakit/Akit’te yazmamı eleştirenlerden hiç etkilenmedim.

25 Eylül 2013 günü kaybettiğim en büyük Ağabeyim Ahmet, bir köyde oturuyordu ve Cumartesi günleri köy dolmuşçusuna 2 Vakit/Akit siparişi veriyordu. Gazetenin birini evine götürüyor, diğerini köy kahvesine bırakıyordu. Zaman zaman yazım gününde çıkmadığında, hemen telefon edip “Oğlum bir şey mi var? Hasta falan mısın?” diye soruyordu. Onu kaybedince, sadece ağabeyimi değil, en ciddi okurlarımdan birini kaybetmenin acısını da yaşadım.

Bir Cumartesi öğleden sonrası, şehre indiğimde, sevdiğim bir amcaya uğrarım. Kaç baharın siyaset yoğurdunu yemiş olan o amca, en sadık okurlarımdan biridir. O gün bir mutluluğu ve bir hüznü iç içe yaşadım.

Amcayla sohbet ederken, daha yaşlı, 80 yaşlarında falan bir amca geldi. Selam verdi ama oturmadı. Beni görünce Muğla ağzıyla, “Ben seni tanıp durun yavrım. Sen bordu mu oturuyon? dedi. Ben de “Evet.” dedim. Amca, dükkândaki amcadan Akit gazetesini aldı; koyun cebine soktu ve bana dualar ederek ayrıldı.

Dükkândaki amca, “Her gün Vakit/Akit okur… Parası yok garibin ama imanı ve mangal gibi yüreği var. Gelir, gazeteyi benden alır; her yazarı okur”  dedi.

Bu beş buçuk senede, gazetenin diğer yazarlarıyla olduğu kadar, Yener Dönmez ve Haber Vaktim’den Fatih Akkaya gibi iki cesur gençle tanışmam ayrı bir kazançtı. Yazma cesaretimi onlar artırdılar. Şimdi bir virgül zamanı. Virgülü Akit’e koyup cümlenin geri kalanını başka bir zeminde devam ettireceğiz. (Kimse, bunu bizim mahalledeki türbülansın bir parçası sanmasın. Akit, ne türbülanslı zamanlar görmüştür ama hiç birinde türbülansa kapılmamıştır. 28 Şubat’a pabuç bırakmamış Vakit/Akit, türbülansa mı pabuç bırakacak? Güldürmeyin adamı.)

Başta gazetenin sahibi, yöneticileri ve yazarları olmak üzere hepsine teşekkür ederim. “Gelene hocam, gidene paşam demeyen” ve kimseye eyvallahı olmayan Akit’e, “Allah’a ısmarladık sadedinde “Eyvallah” diyor, herkesten helallik diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi