Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Saray ve askerler bir de merdiven...

Saray ve askerler bir de merdiven...

Develi’li Âşık Seyrâni, eseri ile hayatı birbirinin mütemmimi muhteşem bir hayat yaşamış ender halk edebiyatçılarımızdandır. Abdurrahim Karakoç’un şiirine müthiş tesir etmiştir.

Abdurrahim abinin şiir tarzı ile Seyrani’ninki o kadar yakındır ki, zamana dair unsurları değiştirin yani aktüaliteyi tersyüz edin, şiirlerini karıştırırsınız.

Abdurrahim Karakoç’un, Şairin Haberci Olarak Portresi adlı kitabımda uzun uzun Seyrani’den nasıl etkilendiğini anlatıyorum.* Karakoç, çocukluğunda babasının getirdiği kitaplardan ve sözlü edebiyatımızdan nasıl Seyrani’yi ezberlediğini bizzat kendisi de anlatmıştı.

Karakterleri de çok benzerdi.

Seyrani boğazdaki sarayın yapımına karşı çıkmış ve çok hicvetmişti padişahı.

Padişah onu saraya, yakınına aldı ve maaş bağladı. Ama Seyranı eleştirmeye devam etti.

Üstelik de o saray -gidin dokunun- sütunlarının içi boş sırf gösteriş için yapılan bir saraydı. Gösteriş dediysem protokol gereği yani padişah Fransa’ya gitmiş sarayda ağırlanmıştı. Topkapı’nın bahçeli küçük köşkleri, mütevazı hayatlarını yaşadıkları çok özel yerlerdi, gâvuru ağırlamazlardı orada. Eee, eskisi gibi padişahlar (1850’ye kadar dünyanın birinci devleti olduğundan kendisine eşit yeryüzü hükümdarı tanımazdı) protokolde muhatap kabul etmezlik yapamayacağından gelen elçileri, devlet adamlarını ağırlayacağı Osmanlı’nın mehabetini gösterecek bir saraya ihtiyaç vardı. O yüzden sütunlarının içi boş saray yaptırıldı. 

Fakat Seyrani’nin sert hicvinden kurtulamadı.

Derdim saraydan bahsetmek     değil.

Son tartışma konusu…

Sayın Erdoğan’ın apansız verdiği tweet pozu. Merdivendeki 16 Türk devletini temsil ettiğine inanılan askerler ve aşağıda Cumhurbaşkanı…

1. Ben İlber hoca ile Sayın Başbakan’ın -affınızla- Cumhurbaşkanımızın barışmasından yana olduğumu ‘deklare’ etmekle ve İlber hoca gibilerin ‘yangında ilk kurtarılacaklar’ arasında sayılması gerektiğinden sıklıkla dem vurmakla birlikte burada hocaya katılmadığımı ifade etmek isterim. Zira biz de hayli seyahatlerde bulunduk ve gördük ki böyle ritüeller, kadim zamanlara ait görsellikler her devlet protokolünde olur. Yeter ki rüküş olmasın, ters durmasın ve törensel amacını aşmasın. 

2. Yeni bilgiler ışığında kurduğumuz devlet sayısının 16 ile sınırlı olmadığı anlaşılmıştır. Mesela Kimmerler, Sakalar, Akatlar, Çin’deki Türk hanedanlığı, vs o kadar çok Türk devleti sayılabilir ki, burada en doğru tez Nurettin Topçu ile Nihal Atsız’ı buluşturan tek devlet nazariyesidir ki, aklı başında her Türk bu tezi savunmak zorundadır. Devletimiz bir tanedir. Değişen saltanatlar ve hanedanlar, değişen hükümetler gibi değerlendirilmelidir.

3. Askerler sarayın içinde değil dışarıdaki tören alanında arz-ı endam etmelidirler. Sarayın içinde merdivenlerde askerin bulunması maazallah vesayet anlamına gelir ki, o kadar kazanımlardan sonra bu geriye dönüş olarak değerlendirilebilir. Sarayın içinde olsa olsa iç oğlanları görev yapabilir. Topkapı Sarayı’nın Büyük Kapu da denilen Bab-ı Hümayun’undan kimlerin gireceği belli olmakla birlikte yine de bir umuma açıklık söz konusudur. Fakat Babüsselamdan sonra takip daha da sıkılaşır idi. Öyle herkes bu kapıdan geçemezdi. Babüssaade artık sarayın İç Saray olarak anılmasını icap ettiren kapıdır. Saray-ı Enderun-ı Hümayun da denilen ve iç avlularla Enderun’un, arz odasının, devlet üst kademesinin orijinal hayat ve yönetim sanatının billurlaştığı bahçe içindeki aynı anda mütevazı ve muhteşem köşkleriyle bir hayat karşılar sizi. Artık bundan sonrası Harem’dir ki o kapıdan zaten girecekler mahduttur. Dolayısıyla merdivende askerin dizilmesi uygun olmamıştır. Asker dışarıda olmalıydı.  

4. Bir başka konu bu tür şeylere girişilirken bilenlere danışmak ve yine acele etmemek lüzumu vardır. Çünkü bilenler de tarihsel olanı bilse bile kamuoyunun aydınlatılması ve hazırlanması daha doğru olacaktır. Kamuoyu ile paylaşılsa ve önceden bir takım dışarıda törenlerde kıyafetler ve ritüelleri halka tanıtılsa iyi olmaz mıydı?

5. Bir başka konu da öyle her devlet başkanına da aynı manzara ile çıkılmayacağı gerçeğidir. Kime ne kadar devlet mehabeti veya ilgisi gösterileceği yine tertipçinin yani devletin üst aklı olarak söylenmedik bir ritüel olarak tatbik edilir.

* Lütfü Şehsuvaroğlu, Abdurrahim Karakoç Şairin Haberci Olarak Portresi, Hasret Yayınları, Ankara 2012 (isteme adresi: Hasret Kitabevi, Hamamönü sk 6/A Hacettepe Mah. Altındağ Ankara)

 

Merdiven

Nerdübanlar busiş-i Nermin-i damaniyle mest

İndi bir işveyle bir kaşane-i fağfurdan

YAHYA KEMAL Mahurdan Gazel’inde nerdüban diyordu merdivene. Merdüban da denirdi. Ben de onun izini sürerek şöyle merdiven şiiri yazayım dedim. Ola ki, merdivanın manası keşfedilir. 

Merdübanlar çekti asmanın sihirden kalbine

Öyle mest oldum ki birden birle çıktım huzurdan

Merdübanlar dans ederler sanki şeb-i aruzdur

Yükselirler yükselirsin bir ölüyken kuburdan

Hissiyatım merdübandır kat be kattır göklerde

Dem bu demdur dem bu demdur rengi mordur buhurdan

Şehsuvarım merdübandan in Burak bekler seni

Hak görür bak vaz geçersem merdübanın kârından

Dağarcık:

Merdiven miraca yükseliş demek…

Merdiven müminin namazı…

Merdiven meleklerle birlikte saf’a saf’a alınacak mertebe..

Yaklaşma ve imtihan…

Arşın asman ile muhabbeti…

Su ve toprak…

Su ve toprağa layık-ı veçhile bakamayan merdivende durmasın.

Ona bir yükseliş de yoktur.

Su ve toprağı buluşturan Leyla ile Mecnun’u kavramış ve bizi anlamıştır. Yaylanın da düzün de dili aynıdır. Aşkın dilidir. Yesevi’nin, Yunus’un, Hacı Bektaş’ın, Somuncu Baba’nın, Emir Sultan’ın, Hacı Bayram’ın, Taceddin-i Veli’nin dilidir o… Onlardan Âkif’e uzanan dil…

Bizim dilimizdir. 

Türk-çe…

Muhip Alp, Merdiven, Nizam-ı Âlem     sayı 2, 1979

Kitapçı

HAREM DAİRESİNE BİTİŞİK ŞEHZADELER DAİRESİ VARDIR. Buradaki merdivenler çok kasvetlidir. Kafes dairesi, şimşirlik de denir. Nice şehzadeler onlarca yıl burada kafes hayatı yaşamışlardır. 

“Padişah başka bir saraya geçerse şehzadeler de oraya götürülür, kafes koşullarında hapsedilirdi. Taht sırası gelen şehzadenin Kafes Kasrından çıkarılıp cülus için önce Hırka-i Saadet dairesine oradan BABÜSSAADEYE götürülmesi zamanla bir saray âdeti oldu. 1807’de Kabakçı ayaklanmasında tahttan çekilen III. Selim’in tahta davet ettiği IV Mustafa “bu suretle tahta çıkmam istemem, dışarı çıkmam ne yaparlarsa yapsınlar” diye ağlarken Sultan Selim de dışarıda ağlıyordu. Musahib ağalar Sultan Mustafa’nın ayaklarına kapanarak ‘bunu yapmayın efendim, dışarı çıkmazsanız Sultan Selim’in ölümüne sebep olursunuz’ dediler. Sultan Mustafa kafesten çıkıp gelirken Sultan Selim de tahttan inip içeri girerken kucaklaşıp ağlamışlardı.”

Günün Tweet'i

Dilime yan bakanın dilerim

Dilini soksun eşek arısı

Dilimle oynayanı silerim

İlimle oynayana darısı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi