Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

İran Aslına Rücu Etti

İran Aslına Rücu Etti

Makaleyi kaleme aldığım sıralarda dünya basınında iki husus öne çıkıyordu. Bu iki konu iki komşumuzla alakalı. İkisi de ayetullahlar devleti. Birisi Yunanistan diğeri ise İran. Yunanistan kemer sıkma konusunda AB ile pazarlık yaptı yeni bir kredi dilimine kavuştu. Lakin sokakları kıpır kıpır. Halkı kemer sıkmak istemiyor. AB’nin şımarık çocuğuna kemer sıkmak sakil ve ağır geliyor. Diğer yanımızda ise ayetullahlar devleti İran iki bayramı birden yapıyor. Ramazan ve nükleer antlaşma. Yunanistan’da Ortodoks kilisesi çok etkili ve Yunanistan’da keşişlerin yaşadığı bir site var. Aynaroz Yarımadası ki, Kum’a benzetilebilir. Dolayısıyla Yunanistan ve İran’ın aynı anda bir anlaşmaya varmaları kaderin bir cilvesi. Elbette Türkiye’nin de bir kaderi. Yunanistan elbette dini bir rejim değil. Hatta Başbakanı sol gelenekten gelen Aleksis Çipras, siftah yaparak yemin sırasında İncil’e el basmaktan imtina etti. Kısaca dine karşı mesafeli duruyor. Bununla birlikte Yunanistan kendi ölçüleri içinde dindar bir ülke. Özellikle de bu dindarlığını komşularına özellikle Türkiye’ye karşı kullanıyor. Zaman zaman Yunanistan veya Rum patriklerinin Türkiye’ye karşı ateşli açıklamalarına rastlıyoruz. Dolayısıyla batımızdaki Yunan kilise ricali yayılmacı bir dini anlayışı temsil ediyor. Yunanistan’ın bağımsızlık kıvılcımını aydınlar kadar kilise de yakmıştır.

İran Devrimi’nden itibaren velayet-i fakih doktrini ile birlikte sönmüş Şiilik volkanı Humeyni tarafından bir kez daha ateşlendi ve Ortadoğu yangın yerine döndü. Böylece dini kisveli ama deccalist karakterli İsrail yangınına aynı türden bir de İran volkanı eklenmiştir. Batılılar arkaik medeniyetin sahipleri diye Persepolis’i temsilen İran’a, İsrail ve Yunanistan’a karşı kırılgan davranıyor ve alttan alıyorlar. 14 Temmuz öncesinde İran ile 5+1 ülkelerinin imza töreni gecikince ve Yunanistan’da işler sarpa sarınca Cihad Hazin gibi yazarlar anlaşmanın taçlanmayacağını öngörmeye başlamışlardı. Lakin ardından her iki mutabakat da imzaya kaldı ve teati edildi. Batılı ülkeler nezdinde İran’ın yüksek bir kredisi var. Bütün hırçınlıklarına rağmen alttan alıyorlar, gönlünü yapıyorlar. Bunun bir nedeni de bölgesinde infiratçı, ayrılıkçı karakteridir. Çevresindeki muhalif rejimleri devirdiler. Taliban ve Saddam Hüseyin, İran’ın ayağı altından çekildi. Afganistan’dan Akdeniz’e kadar geniş bir sahada yayılma imkanına kavuştu. Afganistan’da Pakistan’a vermediklerini İran’a verdiler. Suriye’de Türkiye’ye vermediklerini İran’a verdiler! Bütün bunlar tesadüf olabilir mi?

Çağın aynasında Mısır ile İran’ın kaderi aynı. 1952 yılında Kral Faruk’a karşı bir darbe yapıldı ve başını Nasır çekti. İhvan kendini devrimin ortağı sanıyordu. Nasır tarafından Amerikalılara satıldığını geç anladı. Muhammed Celal Keşk’in yazdığı gibi bu darbeyi Amerikalılar organize etti. Darbe ile birlikte burada iki husus gözetilmiştir. İttihad-ı İslam siyasetine bağlı Müslüman Kardeşlerin serpilmelerine imkan verilmeden önlerinin kesilmesi bir de İngilizlerin yerini ABD’nin alması. Hür subaylar darbesiyle birlikte iki sonuç da alınmıştır. Nasır’a karşı Üçlü Saldırı planına karşı ABD ve SSCB’nin refleksi de bunu göstermektedir. Aynı dönemde Musaddık da Şah’ı devirmiş lakin ardından 1953 yılında sandıkla gelen Musaddık devrilerek yerine Şah yeniden iade edilmiştir. Bunu da ABD ve İngiliz istihbaratı birlikte kotarmıştır. Batılılar o zamandan beri demokrat değil darbeci olduklarını ortaya koymuşlardır. Nasır da Musaddık da toprak reformu yapmıştır. Nasır, Mısır’da hem toprak reformu hem de Ezher reformu yapmayı başarmıştır. Lakin İranlı mollalar milli kahraman Musaddık’ın toprak reformu yapmasına karşı durmuşlardır. 11 Şubat 1979 yılında kendi devrimlerini yapınca da İran’ın Karunları haline gelmişlerdir. Esasında Humeyni Paris’te Batı himayesinde palazlanmıştır ve geriye dönüşü de onların iradesi dışında değildir. Nükleer antlaşma ile birlikte ise bu ortaklık pekişmiş ve İran aslına yani Batı kampına ve kimliğine geri dönmüştür. Zaten İslam kampından ziyade tarih boyunca hep Batı kampı içinde yerini almıştır. Portekizlilerle ve diğer batılı güçlerle cilveleşmeleri bilinen hususlardır. Ulema hiyerarşisi bile Batı’dan daha doğrusu Kilise’den devşirmedir. Sistem Batı’dan isimlendirme ise dahildendir.  

Nasır’ın Amerikan patentli darbesi 1979 yılında Camp David ile birlikte meyvesini vermiştir. Böylece Mısır, Batı kampına demirlemiştir. Nasır da Humeyni gibi Batı aleyhtarı ateşli konuşmalar yapardı lakin sonuçta Batı’ya hizmet etmiştir. Ahmet Said veya Nejad gibi ateşli konuşmacıların konuşmaları da değirmenin öğütmeden gürültü çıkarmasına (ca’caatün biduni tahnin) benzer. Bu açıdan Mısır’ın tarihinde Nasır devrimi Camp David’e bağlanmıştır. İran’da ise Humeyni Devrimi nükleer antlaşmaya bağlanıştır. Böylece bölgenin enerjisini harcayan İran aslına rücu etmiştir. Bu süreçte İran’ın asıl sahipleri olan Musaddık ve Mehdi Bezirgan ve Mısır’da ise İhvan kenara itilmiştir. İran rejimini yönetenler Nevzat Tandoğan gibi düşünüyorlar. Bu memlekete komünizm veya kapitalizm gelecekse onu da biz getiririz. Kimse kendi adına heveslenmesin! Devlet bukalemun gibi her renge bürünür. Dilerse anti Amerikancı dilerse Amerikancı olur. Gam değil. Onun için önemli olan özne kalabilmektir. Gerisi teferruattır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
9 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi