Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Şii-Haçlı İttifakı

Şii-Haçlı İttifakı

11 Şubat 1979 devriminden sonra Humeyni ve yandaşları kahrolsun Amerika avezeleriyle yeri göğü inletiyorlardı. Geldikleri noktada ise ortak slogan atıyorlar: Kahrolsun Sünniler! Kahrolsun, Selefiler! Kahrolsun tekfirciler! Bu aslında hem Rusların hem de İngilizlerin günümüze devreden siyasi mirasları. Ebu’l Hasen en Nedevi, hicri on üçüncü yüzyılın mücedditleri arasında gösterilen Hind mücahidi Şehit Ahmet Bin İrfan’ın biyografisinde temas ettiği gibi İngilizler onunla mücadele edebilmek için ona Vehhabilik damgası vurmuşlar, kulpu takmışlar ve Hicaz’da bile bu marka altında onunla mücadele etmişlerdir. Kesinlik derecesini bilemeyiz ama aynı yıllarda Hicaz’da zuhur eden Vehhabilik cereyanına içten içe destek vermiş olabilirler. Osmanlı hinterlandında ve topraklarında ayrılıkçı dini akımları ve bu meyanda Vehhabiliği destekleyebilirler lakin kendi nüfuz alanlarında kendilerine karşı çıkacak akımları ezer ve bastırırlar. İngilizler hakkında şöyle bir formül caridir: Hicaz’da Vehhabileri destekle, Hindistan’da İngilizlere huruç edenleri de Vehhabi olarak damgala! Halbuki, Ahmet Bin İrfan Selefi veya Vehhabi bir ekolden değil sufi bir ekolden gelmektedir.  Sufi-mücahid veya alperen terkibine uygun bir modeli temsil eder. Daha sonra Afrika içlerinde zuhur ve cihad eden Sunusileri hatırlatır.   

Şimdi Batılılar Şiileri meşrulaştırırken İslam aleminin kahiri ekseriyetini ve çoğunluğu temsil eden Sünnileri karalama ve itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Neymiş modern medeniyeti ve Batıyı tehdit ediyorlarmış! Suudi Arabistanlı Şii alimi Nimr Nimr’in (şimdi kışkırtıcılıktan mahkum) 2008 yılında ifade ettiği gibi Şiilik Sünniliğe mukabil Batı’ya, Hıristiyanlara daha yakın duruyor. Batı Şiilerin Sünnilere karşı tarihi öfke birikimini siyasi sermaye olarak işletiyor. Zira İslam alemiyle ilişkileri zıtlık üzerine kuruludur. Kim bu zıtlığa iştirak ederse onunla ortak olur veya ortaklıkta bir beis ve sakınca görmez. 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak’ta ve Arap Baharı sonrasında Suriye ve benzeri ülkelerde yaptığı gibi. Şimdi bu ilişki türünü resmileştirmeye, alenileştirmeye ve kurumsallaştırmaya çalışıyorlar. İçimizden Şii hevesatına veya kendi hevesatına tapınanlar ise bizi suçluyor ve Şiileri memnun edemediğimizi söylüyorlar! Sahabelerin ırzına tasallut ederek mi gönüllerini kazanacaktık? 11 Eylül’den sonra terör basmakalıbı gibi 18’inci yüzyıldan itibaren kalıp suçlamalardan birisi Vehhabilik isnadıdır. Evet, IŞİD gibi kimi Vehhabiler gerçekten de çağdaş Haricileri temsil ediyorlar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için at gözlüğü takmamalı ve kör nokta bırakmamalıyız. Bu anlamda velayet-i fakih üzerinden yeni bir siyasi harekete dönüşen Şiilik, Vehhabilik üzerinden hariciliği temsil eden IŞİD ve şuubilik, ulusalcılık damarı üzerinden Kürtçülük İslam ümmetinin baş ve iç düşmanı kesilmiştir. Ekonomide üçkağıt ekonomisine nazire siyasette de bu üç akım İslam dünyasını meşgul ediyor ve bölüyor.

Ruslar da aynı oyunu oynamışlar ve Çeçen bağımsızlığının önüne Vehhabilik suçlamasıyla çıkmışlardı. Şeyh Şamil de mi Vehhabiydi?  Vehhabi olmadığı halde Kadirilik namına onun da yadını körlemek ve öldürmek. İsrail ve Mısır’ın bugün Salahaddin’i unutturmak istemeleri gibi. Bu mücadeleye bazı selefilerin katılması mücadeleyi Vehhabi eksenli hale getirmez. Suriye’de IŞİD var diye Esad’ın dediği gibi bu ülke selefistan veya tekfiristan mı olmuştur? IŞİD gibi örgütleri terviç edenler meşruiyet kazanma derdinde olan kendileridir. Geçmişte İngilizlerin ve Rusların yaptığı gibi Amerikalılar da onların izinden gidiyor ve Şii İran’la İslam ümmetine karşı düşmanlık köprüsü kuruyor. Şiiler Sünnileri Nasibiler olarak damgalarlar. Aslında kendileri halis muhlis bir biçimde Sünni nasibisi yani düşmanıdırlar. Bu düşmanlık da Batılılarla köprü kurmalarını sağlıyor. Amerikalılara göre Sünnilik Batı’nın yaramaz çocuğu Şiilik ise uslu çocuğudur. Çünkü İran merkezli Şiilik Batı ile ittifakla Sünni dünyada yayılmak istiyor. 11 Eylül ve Arap Baharı’ndan sonraki gelişmeleri tarihi bir fırsat olarak okuyor. Bu nedenle de nükleer anlaşma kılıfıyla Batı ile ortaklık kurmak istiyor. Nitekim Robert Fısk gibiler İran’ın yeniden bölge jandarması olma rolüne soyunduğunu ve Humeyni rejiminin Şah’ın yerine geçtiğini ifade ediyor. Sekterizm yani mezhep çekişmesinde Batı’nın Şiilerin kampını seçtiğini yazıyor. 

Önceden nazlanması pazarlık payını artırmak içindi. Fısk, Amerikalıların Sünni püritenlerden bıktığını dolayısıyla light markalara yatırım yaptığını kaydediyor. Peter Morici gibi kimi yazarlar da Obama’nın İran’ı Ortadoğu’nun süper gücü haline getirmek için çabaladığını ifade ediyorlar. El Hayat gazetesinden Selim Nassar ise bir adım daha ileri giderek 1945 Roosevelt-Kral Abdulaziz ittifakının yerini Obama-Ali Hamaney bileşkesinin aldığını yazmaktadır. Şah dönemindeki gibi İran dünya düzeninin yeni Ortadoğu muhafızı, bekçisi veya jandarması haline geliyor. Küresel güçler daha önce Suriye’de Sünnilere Nuseyri bir bekçi atadıkları gibi Sünni dünyaya Şii bir muhafız atıyorlar. Çünkü bu egemenlerin işine geliyor. İran da sınıf atlayarak parya yerine dünya sisteminin efendilerinin bölge acentası haline geliyor! Batı’ya lanet okuyan İran’a göre geldiğimiz fiili durumun özeti şudur: Sünniler üzerinden İran’a hizmet ettiği sürece yaşasın emperyalizm, yaşasın emperyalistler!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi