Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Bir Mehmet Akif’imiz vardı...

Bir Mehmet Akif’imiz vardı...

Yunanlılar Nazım Hikmet’te kendilerini buluyor ve her türlü eylemlerini onun şiirleriyle yönlendiriyorlar. Nazım’ı kendi kültürlerine çok yakın buluyorlar. Keşke biz de kendi değer yargılarımıza sahip çıkan ve bir karakter abidesi olan Mehmet Akif’te kendimizi bulabilsek.
Eylemlerimizden vazgeçtik, ruh ve akıllarımızı onun hayatı ve şiirleriyle süsleyebilsek yeterli ama onu da beceremiyoruz ne yazık ki. Bu çaresizliğimize de yine merhum Akif kendi sözleriyle cevap veriyor ve diyor ki;

“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyulayı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma;
Sessiz yaşadım; kim, beni, nereden bilecektir…”

Mehmet Akif Ersoy gibi bir ahlâk abidesinin yazısına böyle başlamak istemezdim. Lakin Yunanistan’da cereyan eden olaylarda anarşistlerin, Nazım Hikmet’in şiiriyle eylemlerini pekiştirdikleri haberlerine malûm medya sahip çıkınca, birden böyle başlamak istedim. Akif’e haksızlık ettiğimi biliyorum ama ne yapayım, huy işte.
27 Aralık 1936 tarihi, merhum Akif’in ölüm yıldönümü. Aramızdan ayrılalı 72 yıl olmuş. 72 senedir hangi yılda resmi veya özel olarak Akif’e layık bir iş yapabildik, doğrusu tam olarak bilemiyorum. Akif, dünyanın başka milletlerinden olsaydı, herhalde bütün hayatını en ince ayrıntılarına kadar bilir ve ezberlerdik.
Yine 72 yıldır eğitim müfredatımızda da Akif’e ne kadar yer verdiğimiz ve ne kadar anladığımız ortada. “İstiklal Marşı” ve “Çanakkale Destanı” bile tartışmalardan kendini kurtaramadı. Dış düşmanlar bir tarafa, içeridekilerin ihanetinden Akif’i sıyıramadık.
“Dünya milletleri arasında kendi değerlerine bizdeki kadar düşmanlık besleniyor mu” diye kısa çaplı bir araştırma yaptım ve göremedim. Oysa merhum Akif’in hayatı okunduğunda ve anlaşıldığında öyle bir insan portresi ortaya çıkıyor ki; en azılı kâfirin bile selam duracağı bir sima ile karşılaşılıyor. Berlin seyahati bunun en canlı örneğidir mesela.
Mevzumuz Akif’e düşman olanlar değil, dost olanlar olsun diyelim. Dost olanların Akif’i ne kadar anladığı ve ne kadar tanıdığına bakalım. Ne yazık ki, dost olanların pek çoğunun bu konuda sınıfta kaldığını da söylemeliyim. Yanlış anlaşılmasın, kendimi de sınıfta kalanlardan ayrı tutmuyorum.
Öyle bir hayatın içerisindeyiz ki, girdaptan girdaba, kör düğümden kör düğüme koşarken; ellerimiz, ayaklarımız, düşüncelerimiz, zihnimiz, hallaç pamuğu gibi dağılıyor ve bir türlü sakin sakin oturup; “Ne oluyoruz” sorusunu sorarak, kendimize gelemiyoruz.
Bütün milletlerin kültürel mayasını oluşturan dâhileri vardır. Ve milletler, kültürel değerlerini kaybetmek istemiyorsa, kendi değerlerine sahip çıktıkları gibi başka milletlerin de o mayadan istifade etmesi için kültürel ihraç yaparlar.
Bırakın biz kendi değerlerimizi başka milletlere ihraç etmeyi, kendimize bile anlatamıyoruz ve Akif’e yukarıdaki dörtlüğü yazdırabiliyoruz. Akif gibi bir münevver başka toplumlarda olsaydı, eminim okullarında ders olarak okutulurdu. Bu bir şikâyet değil, yaşanan bir vakayı tespittir.
Türkiye sevdası üzerine Akif’ten daha büyük bir şair tanımıyorum ama hâlâ içimizdeki fitne ve fesat odakları, onu; “Arnavut” olmakla veya “Arap sever” biri olarak tanıtma gayretinden vazgeçmiyor ve her fırsatta dile getirmekten çekinmiyorlar. “Utanmazlığın zirvesi yoktur” derler. Belli kesimlerin Akif’e karşı yaptıklarından bunu anlayabiliyoruz.
Kimsenin içini karartmak gibi bir niyetim yok. Güzel şeyler de olmuyor değil. Elbet Akif’imize sahip çıkan güzel icraatlar da var. Şu sıralar ülkemizin pek çok yerinde Akif anılıyor ve rahmetle yâd ediliyor. Yarın bu güzelliklerden birinden söz etmek istiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi