Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Rahmet-müjde ve hoşgörü

Rahmet-müjde ve hoşgörü

İslam cezacı, baskıcı ve dayatmacı bir din değildir. İslam’ın bütün talimatları maslahat ilkesine uygundur; hayat ile paraleldir; aklın kabul edeceği şekildedir. Allah kullarını sever; onları cezalandırmak değil, belki mükâfatlandırmak ister. Dolayısıyla Allah, kulları cezalandıran değil, acıyan ve güze işlerinin karşılığı olarak ödüllendiren Rab’tır. Bu vesile bir nebze İslam’da Allah’ın nasıl tanıtıldığına bir göz atmak gerekir. 

Kur’an’da Allah, kendisini göklerin ve yerin ışığı olarak tanıtıyor. İlgili âyetin meali şöyledir: “Allah göklerin ve yerin ışığıdır. Onun ışığı, içinde kuvvetli aydınlık veren bir kandil gibidir. Kandil ise camdan bir fanus içindedir. Cam fanus da inciden bir yıldız gibidir.” (Nur sûresi, 24/35). 

Yani, ulu Allah kendini evrende kuvvetli bir şekilde aydınlık veren bir kandile benzetiyor, onun ışığından tüm varlıklar ışık alıyor, hayat buluyor. Allah’a inanıp onun dediklerini yapanlar da aydınlık yolda yürüyen kimselerdir. Bunlar sürekli olarak doğru adım atma, yanlış adımlardan kendilerini koruma şansını yakalarlar. Allah ezelî ve ebedî bir varlıktır. O’nun evveli ve sonu yoktur.

Allah kendini kullarına bazı özellikleri ile tanıtıyor. Bu özelliklere Allah’ın sıfatları denilmektedir. Bunların sayısı 99’dur. İşte ulu Allah’ın bu özellikleri arasında en dikkat çeken ve konumuz açısından önem taşıyanlar şunlardır: Allah Gafûrdur, Rahîm’dir. = Yani çok bağışlayan ve çok acıyandır. Allah Vedûd’dur. Yani, çok seven ve sevilendir. Kullarını sever, kullarının da kendisini sevmelerini ister. Bir âyette ulu Allah bakınız ne güzel buyuruyor: 

“Kullarıma haber ver ki, gerçekten ben çok bağışlayan ve çak acıyanım. Azabım da çok elem vericidir.” (Hıcr sûresi, 15/49) 

“De ki, ey kendi aleyhine kötülük işlemekte sınırı aşan kullarım! Sakın Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphe yok ki, Allah bütün günahları bağışlar.” (Zümer sûresi, 39/53) ;

“Allah çok bağışlayan, çok seven ve sevilen yüce bir varlıktır.” (Buruc sûresi, 85/14)

“Kulum beni senden sorduğu zaman de ki; Ben ona çok yakınım; bana dua edenlerin duasını kabul ederim.” (Bakara sûresi, 2/186); 

“Şüphe yok ki, yapılan güzel işler, kazanılan kötülükleri siler.” (Hûd sûresi, 11/114)

Biri, dışında, Kur’an’ın bütün sûrelerinin başında yer alan besmele, Allah’ın çok esirgeyen ve çok bağışlayan yaratıcı bir varlık olduğunu haber verir. 

Ayrıca, Kur’an’da 116 yerde sadece rahmet kelimesi tekrarlanmaktadır. Yine 61 yerde Allah’ın Rahman = Çok acıyan, 123 yerinde de Rahîm sıfatı tekrarlanmaktadır. Yine Kur’an’ın 150’ye yakın âyetinde Allah’ın çok bağışlayıcı olduğu mesajı verilmektedir. Kur’an’ın 26 yerinde inanan ve yararlı, güzel işler yapanların müjdelendiği âyet bulunmaktadır. Bunların 6’sı “azapla müjdele” şeklinde geçiyor. Bunun ifade ettiği anlam şudur: Allah kullarını tehdit etmeyi sevmiyor, gerekli olan hallerde bile uyarırken müjde kelimesini seçmiştir. Kur’an’da bu husus açıkça görülüyor. 

Hz. Peygamber (SAV) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: 
“Allah kullarına, bir annenin çocuğuna şefkatinden daha çok şefkat sahibidir.”(Buhari, Edeb, 18 )
 Şunu peşin olarak ifade etmeliyiz ki, Kur’an’da geçen çok sayıdaki âyette ulu Allah kulları içinde inanan ve yararlı işler yapanları sürekli olarak cennetle müjdelemekte, güzel işler yapanları sevgi ile karşıladığını ifade buyurmaktadır. Buna karşılık, kul hakkı yiyenlerle, adam öldürenleri ve çirkin iş yapanları caydırmak üzere uyarmaktadır. Bu sayılan fiiller dışında, Allah Müslümanları herhangi bir tehdide tabi tutmamıştır. Bunun anlamı büyüktür. Allah kullarını sever, inananları daha çok sever, esirger; dolayısıyla yaptıkları kusur ve günahları bağışlar. 

Kul, insanlık zaafı gereği Allah’a karşı bir günah işlerse ona karşı tövbe kapılarını ardına kadar açtığını haber vermektedir. Hatasız bir insan düşünülemeyeceğine göre, Allah fıtratın gereği olan bu durum karşısında kullarına çıkış yolları göstermiş, hangi konumda olurlarsa olsunlar, kulların kendisine yönelmesi durumunda onları bağışlayacağını ve analarından doğdukları gibi günahsız hale getireceğini müjdelemiştir. 
Burada dikkat çeken önemli bir nokta var, o da şudur: İslam’da kulların yaptıkları günahların bağışlanması için, Hıristiyan papazlarda olduğu gibi, kul ile Allah arasına Peygamber dâhil kimse giremez. İslam aracılık kurumunu temelden kaldırmış, direkt olarak Allah ile buluşma kapılarını ardına kadar açmıştır. Bunun yolu onun yap dediklerini yapmak, yapma dediklerini de yapmamaktan geçer. Bunda başarılı olanları ulu Allah veli olarak kullar olarak nitelemektedir. Veli kul Allah’a yakın, onun ilkeleri ile sürekli olarak uyum halinde olan kimse demektir. 

Farkına vararak, yaptığı yanlıştan dönen kullar için tövbe kapıları ardına kadar açılmış, aracılar kaldırılmış, insanlar bu şekilde vicdanen rahatlatılmıştır. İçinde kul hakkı bulunmayan bir günah sadece kul ile Allah arasındaki bir olaydır. Hatalarından dönenler için ayrıca bir merasim gerçekleştirmeye, bir dua okumaya gerek yoktur. Kalbinin derinliklerinden gelen bir ses ile Rabbine yakaran ve kötü işlerini bıraktığını ifade eden bir kul bilmelidir ki, Allah tarafından mutlaka bağışlanır. 

Ancak, kul hakkı söz konusu olan günahlarda; örneğin birinin malını çalmak, bir insan öldürmek, bir kimse aleyhinde dedikodu yapmak gibi fiillerde hakkı geçenlerden helâllik almaksızın bağışlanmak söz konusu değildir. Adam öldürmede ayrıca amme hakkı bulunduğu için, sadece helâllik almak yeterli olmaz. Dünyadaki cezasının da çekilmesi gerekir. 

Bir âyette ulu Allah kullara şu evrensel mesajı iletiyor: “Benim rahmetin her şeyden geniştir.” (Araf sûresi, 7/156) Bu kadar engin rahmet ve bağışlama lütfu karşısında hiç kimse Allah’tan umut kesmemeli, günahı ne kadar büyük olursa olsun, derhal tövbe ederek O’ndan bağışlanmayı istemeli, rahatlamalı ve hayatın güzelliklerinden büyük ölçüde yararlanmaya çalışmalıdır. Çünkü Allah kendini, acıyan, müjdeleyen, bağışlayan, ihsan eden, seven ve sevilen özellikleri ile bize tanıtıyor. 

Bu mesaj çok iyi algılanmadığı içindir ki, Allah bazı çevrelerde cezalandıran özellikte tanıtılmaya çalışılmıştır. Bunun temelinde yatan unsur, insanların kendi anlayışlarını Allah’ın alanına karıştırarak onu kendileri gibi sanmalarıdır. Çünkü insan hislerine tutkun, çerçevesi dar, intikamcı ve tehdit yolunu benimsemeye daime temayüllüdür. Kullar duygularının tesiri altında kalarak diğer insanları cezalandırma, onlara karşı acımasız davranma ve işkenceetme yolunu seçerler. İşte bu kulların zaafıdır. Allah bu gibi zaaflardan beridir. Bunun doğurduğu sonuç gerek dünya gerekse âhiret işlerinde hoşgörüsüzlüktür. 

Bütün bu anlatılanlar gösteriyor ki, İslam inancında Allah cezalandırıcı değil, acıyan, bağışlayan, kullarını seven (Vedûd), tövbelerini kabul eden yüce bir varlıktır. “İyilikler kötülükleri yok eder.”(Hûd sûresi, 11/114) ilkesi Kur’an’ın getirdiği rahmet, müjde ve rahatlama ilkesidir. Başka bir âyette şöyle buyuruluyor: 
“Kimin mizanı (iyilikleri) ağır gelirse o razı ve hoşnut olacağı bir hayat yaşayacaktır. Kimin mizanı hafif gelirse onun anası hâviyedir. Yani varacağı yer cehennemdir.” (Kâria sûresi, 101/4–5) 

Kur’an bu âyetlerde de Allah’ın cezalandırıcı yönüne değil, mükâfatlandırıcı yönüne öncelik tanıyor. Bunun Türkçe olarak ifadesi şudur: “Davranış bakımından iyilikleri %50’nin üzerinde olanlarla işledikleri kötülüklerin ardından güzel işler yapanlar kurtulmuştur.” 

Şu noktayı da burada vurgulamakta yarar vardır: Hangi konumda, hangi şartlar altında bulunursa bulunsun, bir Müslüman’ın günahı ne kadar büyük olursa olsun, samimi bir şekilde tövbe ettikten sonra kul hakkı hariç, Allah’ın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur. Kul her şart altında, mutlaka yüce yaratıcıya sığınmalı, ondan bağış ve yardım istemelidir. Kurtuluşumuz Allah’a yakın olmakta, kendimizi ona çok yakın hissetmektedir. Allah korkulacak, kaçılacak bir varlık değildir. O bizden bunu istemiyor, tam tersine kendisine yaklaşmamızı istiyor. “Allah’a kaçınız.” (Zariyat sûresi, 51/50) buyuruyor. 

Kur’an’da takvanın anlamı da budur. Nitekim ulu Allah başka bir âyette: “Biz kula şahdamarından daha yakınız.” (Kâf sûresi, 50/16) buyurmuştur. Kullarına olan engin sevgisi, şefkati, rahmet ve bağışı sebebiyle ulu Allah, kendisini kullarına çok yakın olarak tanıtıyor. Dolayısıyla, İslam inancına göre; Allah şefkat, merhamet, sevgi ve bağış sahibidir. Kullarını iyilik, güzellik ve yararlı işlere teşvik eder. Allah kesinlikle, gazap, hiddet ve cezalandırma tanrısı değildir. Allah’ı sevmeli, ona can-ü gönülden bağlanmalı ve sürekli olarak yakınımızda olduğunu hissetmeliyiz.

Kur’an ve sahih sünnet gibi temel bilgi kaynakları yerine İslam’ı zayıf bilgi kaynaklarından öğrenen ve hurafe bilgilere dayanan sosyo-kültürel bir yapı içinde, Allah sanki cezalandıran, sürekli olarak Müslümanları cehennemle tehdit eden dehşet verici bir ilah şeklinde algılanmış; çocuklar, büyükler, kadınlar hep Allah’ın tehdidi ve cezalandırması altında gösterilmiştir. Bu tutum Kur’an’ın ilkelerine aykırıdır ve son derece yanlıştır. Allah Kur’an’ı sadece Müslümanlara değil, ışık arayan bütün insanlara göndermiştir. Dolayısıyla, İslam bütün dünya için bir rahmettir, müjdedir, kılavuzdur, mutluluk kaynağıdır. Bir âyetin meali şöyledir: “Biz seni sadece bütün âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya sûresi, 121/7) Bu âyette tehdit ve cezalandırmaktan söz edilmemekte, tam tersine rahmetten bahsedilmektedir. 

Çanakkale savaşında vefatından önce annesine mektup yazan kahraman şehidimiz Hasan Ethem Efendi, cepheden yazdığı ruh ve mana dolu mektubunda işte bu ruhu yansıtmış, şöyle demiştir: “Ey Allah’ım bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namaz kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim: (Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün mahveyle.) Diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi