Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Açılımın İslami boyutu

Açılımın İslami boyutu

Kürt meselesi olarak anılan meselenin iki boyutlu bir reçetesi var. Bu boyutlardan birisi kimyevi, diğeri ise fiziki. Birisi fikri diğeri ise teknik. Başka bir ifade ile çözüm paketinin bir yatay boyutu bir de dikey boyutu var. Bu boyutların en önemlisi elbette ki fikri boyut. Bunun merkezinde de İslam var. Diğeri tali boyut da, teknik boyut. Lakin bu boyutlar zaman zaman iltibasa medar ve neden oluyor ve erbab-ı hikmet ve ilim olarak anılanlar bile bu bapta baltayı taşa vuruyor ve vartaya düşebiliyor. Çözümün iki şıkkından birisi İslam kardeşliği ve ittihadıdır. İkincisi ise fiziki alanda adem-i merkeziyetçi bir anlayıştır. Lakin bu adem-i merkeziyetçi anlayış idari ve tekniktir. Siyasi değildir. Zira siyasi ve ideolojik olduğunda ittihat ve ittifak alanına değil çatışma alanına dönüşür ve bu alana hizmet eder. Bugün açılımın karşı kutbunu temsil ettiğini zanneden PKK ve DTP'nin iki talebi var. Bunlardan birisi, Abdullah Öcalan'ın er geç serbest bırakılması ve Kürtleri temsil eden siyasi yapının başına geçmesi. İkincisi de, Kürt kimliğinin siyasi bir kimlik olarak Anayasa'da yer alması. Dolayısıyla burada rakip siyasi kimliklerin üretilmesi üzerinden ülkenin ve insanların zıtlaşması kaçınılmaz olur. Bunun sonucunda en kötü ihtimalle Çekoslovakya en iyi ihtimalle de Belçika haline geliriz. Buna itiraz edildiğinde de Türklerin siyasi kimliği hatırlatılıyor. Buna cevap sadedinde devlet ise Türk kimliğinin bir ırk ve kan kimliği olmadığını cali yani oluşturulmuş bir kimlik olduğunu savunuyor. Tartışma bu merkezde deveran ediyor. Lakin burada şikayetçi taraf, şikayet konusu uygulamaları fırsat bulduklarında kendi cenahlarında yapıyorlar. Türk kimliği adına asimilasyon yapıldığını söyleyenler de kendi çevrelerinde aynısını yapıyorlar. Kuzey Irak'ta uygulanan model de bunu göstermektedir. 'Su-i misal, misal olmaz' ifadesinin çağrıştırdığı gibi aslında bu Frenk illeti bize Fransız Devriminin bir hediyesi ve yadigarıdır. Bize iki şeyi getirmiştir. Birincisi İslam'dan uzaklaşma ikincisi de modernizm ile birlikte gelen merkeziyetçilik.

Dolayısıyla bu hastalıklı süreç zamanla bizleri Yavuz-İdris-i Bitlisi'nin tesis ettiği kardeşlik ikliminin uzağına düşürmüştür ve bu da kimi rahne ve yara bereleri beraberinde getirmiştir. Yavuz ile İdris-i Bitlisi'nin biatlaşmasında iki unsur vardır. İslamiyet çerçevesinde teavün ve yardımlaşma ile fiziki anlamda adem-i merkeziyettir. Dolayısıyla bu beraberliğin bir yönü kimyevi yani ideolojik diğer yönü de fiziki yani tekniktir ve idaridir. Lakin bu adem-i merkeziyet meselesi sadece idari ve iklim anlamındadır yoksa unsur ve ırk ayrımına tabi değildir. Bununla birlikte, Tanzimat döneminde Kürtlerin ve sair kavimlerin adem-i merkeziyet alanları daralmış ve bunun neticesinde ittihad-ı anasır gevşemiş ve Frenk illetinin tesir sahası genişlemiştir. Prens Sabahaddin'in savunduğu Batı'dan gelen adem-i merkeziyet anlayışının merkezinde ise ırk üzerine müesses siyaset vardır ve bu da ayrılıkçı rüzgara dönüşme istidadına haizdir. Bundan dolayı Bediüzzaman Prens Sabahaddin'in tezlerine hak vermekle birlikte bunu konjonktürel olarak yanlış bulur. Zira bu kapı aralansa maazallah yıkıma ve ayrılığa götürecek ve düşürecektir. Dolayısıyla tedavi, bünyeye, yaşa ve vaziyete uygun olmalıdır.

Buradan şu sonuca varıyoruz, evet çözüm İslam'dadır ve İslami çözümün güncelleştirilmesindedir. Lakin burada dikkate alınması gereken bir unsur daha vardır o da konjonktürdür. Konjonktür de yapı, aktörler ve kamuoyu, dış boyuttan olmak üzere bir bileşkeden ibarettir. Bunlara baktığımızda ise hala teknik çözüm için konjonktürün pek uygun olmadığına ve olgunlaşmadığına hükmedebiliriz. Lakin konjonktürün uygunlaşma çizgisinde ilerlediği de bir başka gerçek. Yapı olarak baktığımızda Türkiye'nin hala kendi öz değerleriyle tam olarak barışık olmadığını ve başta başörtüsü meselesini bile çözemediğini görüyoruz. Dolayısıyla en temel meseleyi kendi öz değerleri çerçevesinde çözemediğimiz bir yapısal durum ve engel vardır. Konjonktürün bir başka engeli ise aktörlerdir. Kürt tarafındaki aktörlerin kimyasının gerçekte ne Kürt ne de Türklerin kimyasıyla uyuştuğunu söyleyebiliriz. Cumaya gitmeyen camiyi tanımayan ve halkın gözü önünde oruç yiyen, 'İslamiyet bizi geri bıraktı' diye hezeyanlar savuran muhatap olma iddiasında bir kitle vardır. Kürt halkının bir kısmı da bunlar tarafından kandırılmıştır. Hazreti Peygambere hakaret eden karikatürler için yüz binlerin sokağa aktığı ve döküldüğü Diyarbakır ile yüzde 70-80 DTP'nin kazandığı Diyarbakır şizofreniktir. Buradaki İslam anlayışı sorunludur ve aidiyet ve geleneksel bir anlayıştır ve ehl-i tahkik anlayışı değildir. Zaten halkın yüzde 80'i ehli-i tahkik olmadığından bunu da yadırgamıyoruz. Lakin aydınlar v e siyasi önderler konjonktürün önünü tıkamaktadırlar. Kürt halkını da manipüle etmekte ve perdelemektedirler. Kürt halkı ve fikriyatı bu yanlış yönlendirenlerin rehinesi durumundadır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın itiraz nedeni olan konjonktürel manialar kalktığında eski hal avdet eder. Kavadi-i külliyenin prensiplerinden biri olarak şartlar değiştiğinde eski statünün avdet ettiği malumdur. İşte bizim şartlar dediğimiz, konjonktürel ahvaldir. Öyleyse eski çözümü güncelleştirerek yeniden üretmeliyiz. Bediüzzaman da bu ortak çözüme çağırıyor. Lakin şuubiye damarının bir uzantısı olan Kürtçülük akımı da ortak çözüm yerine kötü örneğin veya ruh ikizinin arkasına takılarak çözümsüzlüğün geri kalan parçalarını ikame etmeye çalışıyor. Dolayısıyla konjonktürü tamir edebilirsek yeniden Yavuz-İdris-i Bitlisi dönemine ve vahasına ulaşabiliriz. Bu anlamda güya çözüm isteyen PKK ve DTP çözümsüzlüğün bir parçasıdır. Onlar ve bu yakadaki benzerleri geriledikçe mesele çözüm yoluna girecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi