Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Dört yol kavşağında bir şehir Sivas

Dört yol kavşağında bir şehir Sivas

Anadolu’nun orta direklerinden biri olan Sivas, dört yol kavşağında bekçi gibi durur. Sivas’ın, Avrupa-Asya arasındaki İpek ve Baharat yolu ile Mezopotamya ve Karadeniz arasındaki ticaret yolunun güzergâhında bulunması, geçmişte Sivas’ı en önemli ticaret merkezlerinden biri yapmıştır.
Sivas, Osmanlı dönemindeki ticari zenginliğini haliyle kaybetmiş. Bugün kavşak yerinde dursa da Avrupa ile Asya ve Mezopotamya ile Karadeniz arasındaki ticari bağlar, ne yazık ki, Cumhuriyetten sonra zayıflamış ve zamanla kullanılmaz olmuş.
Sivas, kendi yağı ile kavrulmayı bilen şehirlerimizden birisi. Bereketli toprağıyla, bağ ve bahçeleriyle, üzerinde yaşadığı insanları ve gurbettekileri doyuracak kadar cömert, bolluk ve berekete sahip. Diğer pek çok bölgemizde olduğu gibi burada da en büyük eksiklik, helva yapacak insanlara daha fazla ihtiyaç duyulması.
Sivas bu sefer çok sakin, sessiz ve temiz geldi bana. Belediye başkanını tanımıyorum ama hizmetler yerli yerinde. Daha önce halk arasında gördüğüm; “tedirginlik, şüphe, endişe ve korku” hali kalmamış, Sivas halkı birbiriyle bütünleşmiş. Kime ne sorduysam, herkes candan cevapladı.
Adres sorduğumda uzaktan tarif etmek yerine yanıma birini vererek, gitmek istediğim yere kadar götürdüler. Sivas kütüphanesinde işim vardı, küçük bir ricada bulundum, hemen önüme bilgileri koydular. Esnafı dolaştım, ya yemek ikram etmeye ya da çay söylemeye kalktılar. İkramda bulunmadan konuşmaya bile başlamadılar.
İstanbul’da insanlara saat sorarsınız ve adamın kolundaki saati de görürsünüz fakat o kişi, gözünüzün içine baka baka “Saatim yok” diye yalan söyler. Hâlbuki yalan söylemek yerine saati söylese ne kaybeder. Adres soracak olursunuz, “Ben buraların yabancısıyım” der. Yine bu kadar laf edeceğine adresi tarif ediverse diline mi yapışır. Hani insan İstanbul’da böyle kozmopolitliği yaşayıp, Anadolu’da tam tersini bulunca ister istemez şaşırıyor.
Sizlerin de etrafında vardır. Bazı insanlar isimlerinin ve soyadlarının hakkını verir ve adının soyadının manasını, karakterinde taşır. İşte bizim gazetenin Sivas temsilcisi Sami Güzel de bunlardan biri. Hem adının hem de soyadının güzelliğini taşıyor. “Para için bu işler yapılmaz ama ah hizmet olmasa” diyor ve ekliyor: “İyi, temiz ve güvenilir insanların çevresinde bulunmak ve onlarla birlikte nefes alıp vermek için bu işe başladım ve yürütmeye çalışıyorum.”
Gittiğim yerlerde çarşıları dolaşıyor ve esnafla sohbet ediyorum. Sanki birbirleriyle sözleşmiş gibi her yerde iki tür esnafa rastlıyorum. Bir “şükreden” bir de “şikâyet eden” esnaf grubu var. Şikâyet edenler de akşam eve gidip karınlarını doyuruyor, kimse aç ve açıkta kalmıyor. Şükredenler de evlerine gidip karınlarını doyuruyor, aç ve açıkta kalmıyor.
Şikâyet edenler, sabah dükkânlarını oflayarak, puflayarak açıyor ve gerilmiş bir yüz ifadesi, gergin sözlerle dükkânın önüne bir sandalye atıp müşteri bekliyor. Şükredenler de dükkânlarını besmele ile açıyor, duasını yapıyor, bereketli bir nasip dileğinde bulunuyor ve tezgâhının temizliğiyle, düzeniyle uğraşarak işine bir hareket getiriyor.
Bu gözlemleri yaparken müşterileri de izliyorum. Müşteriler de dükkânının veya mağazasının önünde oturup, bezgin bir şekilde müşteri bekleyen insanlardan alışveriş etmiyor. İçinde hareket olan mağaza veya dükkânı tercih ediyor. Çünkü oradaki insanların kazanmak için didinip durduğu her hallerinden belli oluyor.
Sivas’ta bu hale çok az rastladım. Genelde hareket halinde olan bir esnaf gördüm. Kendisiyle barışık insanlar işleriyle de barışık olurlar. İşleriyle barışık olanlar da haliyle müşteri ile barışık olur. Bu sebeple; “Ekmek aslanın ağzında” yerine, “Ekmek insanın dilinde demek daha doğru olur” diyerek Sivas’tan Tokat’a doğru yola çıktım.
Sivas otogarından otobüse binip yola revan olunca yanımdaki genç yolcu, simit ikram etti. Teşekkür edip almak istemedim. “Ben otobüse binerken simidin birini yanımdaki yolcu için almıştım” deyince, çaresiz aldım. Bu genç adam bir tıbbiye talebesiymiş ve Turhal’da oturan ailesini ziyarete gidiyormuş. Bir elimde suyum, diğer elimde simidim, Tokat’a doğru genç tıbbiyeli ile sohbet ede ede gittik. Öyle dostane konuştuk ki, birbirimize isimlerimizi sormayı bile unuttuk.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi