Seyit Mehmet Şen

Seyit Mehmet Şen

YANLIŞ TEŞHİSLE TEDAVİ OLMAZ

YANLIŞ TEŞHİSLE TEDAVİ OLMAZ

Doğruya ulaşsanız bile, hâlâ ulaşılması gereken tüm gelecek önünüzde durmaktadır./ Lao-Tsu
İnsan ancak kendisi için çalıştığında başarılı olur ve daha fazla kaynak yaratabilir. Herkeste kazanma hırsı, herkeste kaybetme korkusu olmazsa, bir ülkenin gelişmesine imkan yoktur./ Thomas Jefferson
Büyük anne ve babalarımızdan üç kat daha zenginiz; ama acaba üç kat daha mutlu muyuz?/ Tony Blaire
Dünyada hiçbir çıkar, verdiğiniz sözü tutmamaya veya kendinize olan saygınızı kaybetmeye değmez./ Marcus Aurelius Antoninus
Kalbi düşmanlıklarla meşgul olan kişinin faydalı işler yapması mümkün değildir. Çünkü kalb iki zıt meşguliyeti bir arada bulunduracak kadar geniş değildir./ Ali(ra)

1.
Sanırım hükümetimiz ve ilgili bakanımız son gelinen noktada açılım konusuna yanlış teşhis koyduklarını, bu nedenle açılıma yanlış yerden başladıklarını anlamışlardır. Eğer durum sandığım gibiyse tez elden doğru teşhisi koyarlar ve gereğini yaparlar. Fakat hâlâ açılıma başladıkları yerde duruyorlarsa, âmiyane tabirle “yandı gülüm keten helva” misali havanda su döğülmeye devam edilecek; milletçe beklenen ve beslenen umutlar bir başka bahara kalacak demektir.
Devletimizin ve hükümetimizin sayın yetkililerinin, açılım sözcüğünü ilk kullandıkları günden bu yana alınan mesafenin ne olduğunu açık ve net olarak söyleyebilecek durumda mıyız?
İsterseniz, hafızalarımızı zorlayarak hep birlikte açılım adına atılan adımların birkaçını göz önüne sermeye çalışalım. Ben kendi hesabıma Habur Gümrük Kapısı’nda yapılan muhteşem(!) karşılama törenini; bir de, bu muhteşem karşılama töreninin hemen arkasından ilgili bakanımızın “dağdan inmeler devam edecek” müjdesini verişinden başkasını hatırlamıyorum.
Tabii sayın bakanımızın bu müjdeyi verirken telaffuz ettiği “binlerce” sözcüğünü unuttuğum sanılmasın ve yürek hoplatan bu müjde sırasında kesinlikle gülmediğini de. Evet iş gerçekten de çok ciddidir. Öyle ya, sayın bakanımızın davetiyle binlerce terörist dağdan inecek ve arkasından binlerce terörist daha ve arkasından binlercesi daha...
Gerçekten ne muhteşem bir hayal gücü ve bu muhteşem hayal gücüne dayalı ne muhteşem bir sonuç değil mi?
Bu ülkenin askeriyle siviliyle yaklaşık otuz yıldır çözemediği bir problemi bir sayın bakanımızın bir davetiyle çözüvermek...
Böyle bir sonuca şapka çıkarılmaz mı?
Elbet çıkarılır...
Bizler de tam şapkamızı çıkarmaya hazırlanırken bir baktık ki, kapıdan giriş yapan iki elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar az kişi ve üstelik ne karşılama var, ne tören, ne de bir önceki karşılamada ayaklara kadar götürülen yargı mensupları...
Söyler misiniz; bu nasıl bir çifte standarttır(!)?
Bir öncekilere yapılan karşılama, bu ikincilerden niye esirgenmiştir(!)?
Bunun mantıklı bir açıklaması olabilir mi(!)?
Hal böyle olunca sayın bakanımızın kulakları ağızlarında olmayarak (çünkü kendileri gülmeyi bilmediklerinden hiçbir şekilde kulakları ağızlarında olmaz) verdikleri müjde gerçekleşmemiş ve teröristlerin dağdan inişleri bıçak gibi kesilivermiştir. Bu elbet hiç de hayra alamet bir beklenti değildi ve nitekim Tokat’ta gencecik vatan evlatlarınımızın şehadetleri de bunun hayra alamet bir durum olmadığını sayın bakanımız dahil cümle âleme gösteriverdi.
Ve arkasından, ne oluyoruz demeye bile zaman kalmadan, Anayasa Mahkemesi’nin yasalara uygun, fakat reel siyasete ve ülke barışına kesinlikle uygun olmayarak attığı muhteşem frikik golü geldi ve açılımın ağları parçalanıverdi.
Bütün bu olanlardan ve yaşananlardan sonra, Devlet ve Hükümet yetkililerimizin aylardır sürdürdükleri açılım sürecini kısa bir değerlendirmeye tâbi tutacak olursak açık ve net olarak görürüz ki, açılıma karşı olanlar açık ara öndedirler. Bir başka ifadeyle hükümet o kadar turlamasına ve en yüksek perdeden hâlâ gürlemesine rağmen, Anadolu insanının o enfes deyimiyle “dere tepe düz gitmiş, fakat bir arpa boyu yol alamamıştır”.
Hâl böyle olunca, bu millet hükümeti sandıkta hesaba çekmeden önce hükümet kendisini mutlaka hesaba çekmek zorundadır. Aksi halde, hesaplar hiç de umduğu gibi gitmeyecek ve bütün inşaatlar(!) yarım kalacaktır.
Böyle bir sonuçtan en fazla zarar görecek olanlar şüphesiz AKP hükümetinden en fazla yararlananlar olacaktır. Bu nedenle çekilecek hesabı onların da enine boyuna düşünmesi ve bu konuda hükümete mutlaka yardımcı olmaları gerekir.

2.
Kanımca bu hesaba çekme aşamasında sorulacak ve cevap aranacak sorulardan bazıları şunlar olmalıdır:
En genel anlamıyla şimdi ne olacaktır?
Açılıma devam edilecek midir?
Eğer açılıma devam edilecek olursa, nereden ve nasıl devam edilecektir?
Bu devam kararının gereği eldeki yönetici kadrolarla mı yapılacaktır?
Beceriksizliği veya bilgisizliği nedeniyle, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak açılıma zarar veren hükümet üyeleri var mıdır ve bunlar bulundukları görevlerinde ısrarla tutulacaklar mıdır?
Parti içindeki dengeleri koruyalım ve bu arada kimilerini kollayalım derken, ülkenin dengesinin bozulduğunun farkında olunmuş mudur?
Doğu ve Güneydoğu’daki illerimize hükümet eliyle görevlendirilen her birimdeki, her kurumdaki, her düzeydeki yöneticilerin açılımın ne kadar yanında olduğu bilinmekte midir?
Açılımı baltalayacak her türlü davranışı yaptığı halde bilerek veya bilmeyerek özellikle ödüllendirilen ve burası zatıalilerine az gelir, bu nedenle şurası olsun denilen üst düzey yöneticiler var mıdır?
Eğer böyle birilerinin olduğu bilinmiyorsa, içi hâlâ doldurulamayan açılım nasıl olacak da gerçekleştirilecektir?
Eğer açılıma karşı olanlar gayet iyi biliniyor diyorlarsa, bunların niçin ödüllendirildiği açıklanabilir mi?

3.
Yukarıdaki soruları daha da çoğaltabiliriz. Fakat bu kadarını yeterli görerek, bu soruların doğrultusunda yapılacakları şöyle sıralayabiliriz:
-Başbakan açılım konusunda samimi ise ve başarılı olmak istiyorsa, ki bu aşamadan sonra siyasi geleceği için başarılı olmaya mecburdur, kendini ve yakın çevresini mutlaka hesaba çekmeli ve bakanlıkların vefa yeri olmadığını göz önüne alarak ve varsa borçlarını ödemiş olduğunu kabul edilerek, mutlaka hükümet değişikliğine gitmelidir.
-Doğu ve Güneydoğu’ya mutlaka sivil iradeyi temsil yetkisinde olan deneyimli valiler gönderilmelidir. Bilindiği gibi illerde güvenliğin en başındaki kişiler il valileridir. Eğer eski yönetimlerin yaptıkları gibi, Doğu ve Güneydoğu illeri staj illeri gibi görülür ve buraları valilerimizin ilk görev yerleri olurak belirlenirse; şu gayet iyi bilinmelidir ki valiler genelde halka tepeden bakan ve her şeyi silahla çözeceğine inanan o ildeki askeri yetkililer karşısında oldukça yetersiz kalacaklar ve hiçbir zaman devlet millet kaynaşmasını sağlayamaya fırsat ve imkan bulamaycaklardır.
-Devlet içindeki çetelerin son çare olarak iyice azgınlaştığı ve kendi nefsime kapanmasını hiç istemesem de, halkın üzerinde demoklasin kılıcı gibi sallanan DTP’nin kapatıldığı bir dönemde Doğu ve Güneydoğu insanını bağrına basacak ve onlara bin yıllık birlik ve beraberliğin sıcaklığını yaşatacak olan yöneticilerin bu dönemde mutlaka o bölgelerde olmasının gerektiği bilinmeli ve tabir yerindeyse A’dan Z’ye bütün idareciler halka çok yakın isimlerden seçilmelidir.
Eğer bu yapılacak olursa Doğu ve Güneydoğu insanı devletine mutlaka sahip çıkacaktır. Çünkü tarihten gelen engin deneyimleriyle o bilir ki “ya devlet başa, ya kuzgun leşe”dir. Unutulmasın ki, Doğu- Batı arasında bir köprü konumunda olan Anadolu’nun giriş ve çıkış kapısı Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizdir. Bu topraklar tarih boyu birçok cengaverin ayakları altında çiğnenmiştir. O bölge insanı tarihten gelen bir tevarüsle bunu bilir ve devletsizliğin ne menem bir bela olduğunu da...
-Doğu ve Güneydoğu’da asayiş mutlaka sağlanmalıdır.
Bilinmelidir ki bir milleti devlet olmaya götüren en önemli ve en öncelikli faktör güvenlik ihtiyacıdır. Aklı olan bir insan için akla gelen bütün ihtiyaçlar güvenlik ihtiyacından sonra gelir. Çünkü güvenlik ihtiyacı olmadan ne refah sağlanır, ne medeniyet kurulur, ne de toplumsal ahlak gelişir.
Kimilerinin sandığı gibi hiçbir millet yönetilmek için bir araya gelip devlet olma yükümlülüğünün altına girmez. İnsanı/insanları bir başkasının yönetimi altına sokan tek şey vardır, o da güvenlik ihtiyacıdır. Güvenliği sağlanamayan insanlar için hiçbir şeyin önemi de, gereği de yoktur. Çünkü can tatlıdır ve mutlak manada can azizdir.
Can gerçekten de öylesine azizdir ki, bir kişinin öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesi gibi kabul edilmiştir.
Can gerçekten de öylesine azizdir ki, ölüm tehlikesi karşında küfre razı olur gibi görünmeye cevaz verilmiştir.
Can gerçekten de öylesine azizdir ki, açlık karşısında kimi haram yiyeceklerden ve içeceklerden ölmeyecek kadar yemeye ve içmeye izin verilmiştir.
Son söz olarak şunu söylemeliyim ki, vatandaşından vergi alan devletin ilk görevi kendisine vergi veren insanlarının can ve mal güvenliğini korumasıdır. Bunu yapamayan devlet zaten devlet değildir ve aldığı vergi değil, olsa olsa haraçtır.
Ülke yönetimini elinde tutanların bunları bilmesi ve ona göre hareket etmesi, gerekir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Seyit Mehmet Şen Arşivi