Seyit Mehmet Şen

Seyit Mehmet Şen

Kürtlerin insani hakları (1)

Kürtlerin insani hakları (1)

Bu sütünlarda bir yılı aşkındır yazdığım yazıların, başlıkları ne olursa olsun, muhteva olarak asgari yarısı, doğrudan doğruya insanla ve onun değerleriyle ilgilidir.
Örneğin, eğer “nasıl bir anayasa istiyorum?” diye bir başlık atıp fikirlerimi serdetme gayreti içinde olmuşsam, kimilerinin yaptığı gibi merkeze devleti, sistemi, rejimi, laikliği, cumhuriyeti, ilkeleri, inkılapları, üniter yapıyı ya da bunlara benzer bazı dokunulmazları değil, mutlaka insanı almışımdır.
Çünkü benim için aslolan, yukarıda saydıklarımın hiçbirisi değil, sadece insandır.
Bu benim, şuradan buradan edindiğim ya da şuradan buradan derlediğim ve özümsediğim fikirlerimin sonucu ortaya çıkan değer yargılarım değil, Kur’an’a ve Sünnet’e dayanan islamî inancımın gereğidir.
Bu inancım bana insanı, sadece devletin, sistemin, rejimin, akla geleni ve gelmeyeniyle bütün ilkelerin ve inkılapların değil, tahayyülümüze sığan ve sığmayan bütün varlığıyla Kâinat’ın merkezine oturtmayı öğretmiştir.
Evet, ben inanır ve bu inancımın çerçevesinde bilirim ki Kâinat insan merkezlidir...
Ve bu oluşun en doğal sonucudur ki, çevremizde gördüğümüz ve göremediğimiz her şey merkezde olan insanın etrafında döner...
Bir başka deyişle, nasıl ki Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde Güneş varsa, Kâinatın merkezinde de insan vardır, başka hiçbir şey değil...
Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz:
Kâinattaki her şey insan içindir, insan ise başka hiçbir şey için değil, sadece ve sadece Allah içindir...
Anlaşılacağı gibi, yaradılmışların kutsalı insan, insanın kutsalı ise Allah’dır(cc)...
Eğer insan merkezden alınır, merkezi konumundan uzaklaştırılır ve ondan boşaltılan yere herhangi bir kutsal konursa, işte o andan itibaren insanın köleliği başlamış demektir...
İnsanın alınıp onun yerine merkeze konulan kutsal/ kutsallar ise ister laik dinin müminlerinin kutsalları olsun; isterse tertemiz islamî inanca sahip olan müslümanların kutsalları olsun, değişen hiçbir şey olmaz...
Bir başka deyişle, köleliğin laiklik, ilkeler ve inkılaplar adına olmasıyla, islam adına olmasının arasında hiçbir fark yoktur.
Kölelik köleliktir, ne adına olursa olsun...
Esas olarak köle, yani özgür olmayan, yani hürriyeti başkasının elinde olan insan ise Allah’ın muhatabı değildir...
Oysa Allah(cc) insanı kendisine muhatap olarak yaratmış ve ona hilafet hil’atini giydirmiştir...
Ve köleden, yani hürriyeti kendi elinde olmayan insandan halife olmaz, olamaz...
Bu bakımdan, islamda kölelik yoktur, diyebiliyoruz...
Bunun içindir ki, islamın gerçekten uygulandığı dönemlerde, konjonktür gereği bir vakıa olarak ortaya çıkan köleliğin ortadan kaldırılması için her çareye başvurulmuş, her şey yapılmış, her yol denenmiştir.
Öyle ya, ona yüklediği görev gereği, Allah(cc) her insanı hür olarak yaratmış ve ona hür olarak yaşama imkanı vermiştir.
Nitekim, değişik ayeti kerimelerde, mealen “eğer biz isteseydik bütün insanları inananlar yapardık” demenin ve O Güzel Nebi’yi(sav) “sen kimseye hidayet veremezsin” biçiminde uyarmanın manası gayet açık değil midir?
Yani bırak insanı, istediği gibi yaşasın ve istediği gibi inansın...
Sen sadece uyar, müjdele ve şahit ol...
Ve Sen’in izinden gidenler de...
Önemine binaen bir kez daha tekrar edecek olursak, dili, dini, ırkı, rengi, coğrafyası ve akla gelen bütün farklılıklarıyla insan kâinatın tam merkezindedir, yani Kâinat bütün varlığıyla sadece insan içindir ve bu var oluşun doğal sonucu olarak da Kâinat sadece insanın etrafında döner...
Bu dönüş, kimilerinin sandığı gibi başka hiçbir şeyin etrafında değildir ve olamaz da...
Ve Kâinatın kendi çevresinde döndüğü bu insan hürdür...
Yani iradesi başkasının elinde değil, kendi elindedir...
Anlaşılacağı gibi, insan elest bezminde verdiği söz üzere durup durmama hakkına sahiptir...
Çünkü bu hakkı ona, onun ve kâinatın yaratıcısı olan Allah(cc) vermiştir...
O Güzel Resulün’ün diliyle “Leküm dinüküm veliyedin/ sizin dininiz size, benimki bana” diyerek vermiştir bu hakkı...
“La ikrahe fiddin/ dinde zorlama yoktur” diyerek açıklamıştır bu hakkı...
“Bilişesiniz, tanışasınız diye sizi kavim kavim, kabile kabile yarattık” diyerek belirlemiştir bu hakkı...
Evet, Mağrib’ten Maşrık’a kadar bütün insanlar yaradılışlarının gereğince yaşama ve nasipleri çerçevesinde bir inanç sahibi olma konusunda tamamen hürdürler...
İnsanların bu yaşayış biçimine ve inanç bütünlüğüne zor kullanarak müdahale etmek ise apaçık bir zulümdür...
Bu zulmü kim ve ne adına işlerse işlesin zalimdir...
Bu konuda hiçbir kimsenin ve hiçbir kurumun herhangi bir ayrıcalığı yoktur...
Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak:
Ne din, ne devlet, ne laiklik, ne ilkeler ve inkılaplar, ne de akla gelen ve gelmeyen herhangi bir kutsal adına kimse kimseyi zorla kendisi gibi inanmaya, kendisi gibi yaşamaya, kendisi gibi olmaya zorlayamaz...
Zorlarsa ne olur mu diyorsunuz?
Onun cevabını yukarıda vermiştik:
Adı, sanı, ünvanı, makamı, mansıbı ne olursa olsun su katılmamış bir zalim olur...
Aklı olan her insanın asgari görevi ise, en azından zalimlerden olmamanın gayreti içinde olmaktır...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Seyit Mehmet Şen Arşivi