Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Adından Gayrısını Bilmem

Adından Gayrısını Bilmem

Geçen yılın son günü, yeni yılın başında, memleket meselelerinden harici olarak en çok konuşulan mevzulardan biri de adından gayrısını bilmediğim, Ertuğrul Özkök adlı kişiydi.
Şimdiye kadar malum şahıs beni hiç ilgilendirmedi ama herkesi çok ilgilendirmiş ki, “Bu adamlar yine nasıl bir oyunun peşinde” diye sorgudan sualden kurtulamadım. Hiç tanımadığım insanlar dahi sordular. Anlaşılan yazdıkları senaryoya kimse inanmamış.
“Adından gayrısını bilmem” dememe tebessüm edilince, hafızamı zorlayıp, hakkında bir iki şey hatırlamaya çalıştım. Hafızam da getire getire Mesut Yılmaz’ın başbakan olduğu bir hükümette, devlet bakanına telefonda ağza alınmayacak ve normal bir insanın yine normal bir insana karşı yapamayacağı küfürleri geldi.
Hani şöyle başlıyordu küfre; “Şu başbakana söyle, Seka arazisi meselesini, yoksa” diye tehdit ve küfür sesi yükselerek ilerliyordu. Gazetenin ahlakı müsait olmadığı için takdir edilir ki bundan sonrasını yazamıyorum.
“Başka ne var” diye yine yokladım hafızamı, bütün kargaşa ve kaosların mimarı olduğunu gördüm. “Daha fazlasını hatırlamak insanın kendisine işkence olur,” diye vazgeçtim. Böyle kişilerle lüzumundan fazla ilgilenmek, insanın yaratılış fıtratına terstir.
Tabii kimsenin ağzı torba değil ki büzesin, biri de tutmuş şöyle demez mi? “Bu adam umreye gitti, o mukaddes topraklara ayak bastı.” Laf yerine gelmişti ben de çözüverdim sözün bağını. Tabii bu söylediklerim umreye giden şahısla ilgili değil, genel bir cevaptı.
Hacca ya da umreye gitmek nasip işidir. Ama her nasip, bir emanettir. Önemli olan oraya gitmek değil, o emaneti taşımaktır. Nice Müslüman olarak gidenler, münafık ya da kâfir olarak dönmüştür. Hatta Ebu Cehil de, Ebu Leheb de orada değiller miydi? Hem de her gün Ebu Cehil Kâbe’ye gidip; “Müslümanlar ne yapıyor” diye bakmıyor muydu?
Dedim ya “adından gayrısını bilmem,” ayrıca bilmek de istemem, kapısından geçmem, suyunu içmem, köyüm ayrı, yolum ayrı. O bildiği ve inandığı gibi yaşar, ben inandığım ve bildiğim gibi. Hatta gazetenin bana emanet ettiği bu temiz sayfayı böyle lüzumsuz kişilerle de meşgul etmemeliyim diye düşünürüm ama bazen de mecbur kalırım.
Mesela sevgili dostlarımdan Bilal Arığoğlu oturmuş, güzel bir yazı döşenmiş. Ona da dedim, “Yahu bu adamın adından gayrısını bilmek istemem, öteki dünyada bile karşılaşmayacağım biriyle ne diye bu dünyada uğraşayım, varsın gitsin yoluna,” dedim ama yazdıklarını okuduktan sonra sizlerle de paylaşmak istedim.
“Türkiye’de artık bir dönem kapanmıştır. Ve o dönemin aktörleri de yavaş yavaş vitrinden çekilmektedir. İnsanlar bulundukları yerden bir gün düşebileceklerini hesap etmeliler. Sayın Özkök’ün genel yayın yönetmeni olarak son yirmi yılı, Türkiye’nin en çalkantılı yirmi yılıdır. Hatta dünyanın da. İki bloklu dünya parçalanmış SSCB çökmüş. Tek kutuplu ve yeni düşman tariflerinin yapıldığı bir dünya şekillenmişti.
Ülkemizde Özal dönemi kapanmış, koalisyonlar dönemi açılmış, muhafazakâr kimlikli partiler sıçrama yapmıştı. Dünya glasnost ve perestroyka derken, bizim ülkemiz, post modern darbeyle tanışmıştı. Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizi, bu dönemde yaşanmış, on milyarlarca dolar bir gecede buharlaşmıştı.
Kendi bankasını soyarken sırtında para torbaları ile kendi güvenlik kameralarına yakalanan banka sahipleri bu dönemde ortaya çıkmıştı. Yine insanlar ‘şiir okudu’ diye bu dönemde hapse gönderilmişlerdi. ‘Bir daha muhtar bile seçilemez’ diye sayın genel yayın yönetmeninin sürmanşet yaptığı kişi, başbakan oldu hem de bu dönemde.
Yine çakma andıçların manşet olması ile bu dönemde birçok gazeteci işini kaybetti. Yüz binlerce meslek liselinin istediği üniversiteyi kazanma şansı bu dönemde hayal oldu. Yasağı kaldırmak için kanun hazırlayan Meclis iradesine ‘411 el kaosa kalktı’ manşetinin mucidi de oydu. Halka karşı ‘Topyekun savaş’ ilan eden de oydu.
Sahte şeyh ve müritlerin adı yine bu dönemde ezberlendi. Bu dönemde sonradan birden bire kaybolan birkaç bastonlu adamın Ankara’yı işgal edeceğini sayın genel yayın yönetmenin gazetesinden attığı manşetlerle öğrenmiştik. Belki Özkök için ‘That was a good life’ ‘Güzel bir hayattı’ ama (Türkiye için ve halk için değildi.)”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi