Zor zamanlar; adamlık sınavı

Zor zamanlar; adamlık sınavı

Bazen, ülke zor dönemlerden geçiyor diye üzülmüyor değil insan. Böyle zamanlarda, “Türk’ün ateşle imtihanı hiç bitmeyecek mi?” diyorum kendi kendime. Fakat, sadece bize mahsus değil bu, 1,5 milyarlık İslam aleminin etrafını ateş çemberi sarmış sanki.
Bazen de seviniyorum açıkçası. Diyeceksiniz ki, “Kardeşim derdin ne, zor dönemlerden geçiyoruz diye sevinir mi insan?”
Zor dönemler, kırılma anlarıdır. Kader anları da diyebiliriz biz buna. Sözgelimi, kahramanlar böyle zamanlarda ortaya çıkar. Durumdan vazife çıkartırlar, milletin önüne geçerler.
Zorluk anlarında koca bir millet kenetlenir; deyim yerindeyse böyle durumlarda millet olunur ya da millet olunduğu hissedilir.
Bir başka yararı daha vardır zor dönemlerin. Herkesin foyası çıkar ortaya. Normal zamanlarda mangalda kül bırakmayan külhanbeyleri kaçacak delik ararlar mesela. Bunlar tatlı su kahramanlarıdır. Kim gerçek vatanperver, kim sahtekar belli olur. Bazılarının kutup yıldızı gibi yıldızları parlarken, çoklarının yaldızları dökülür. Şapka düşer, kel görünür.
Ben şartlar ne denli kötü olursa olsun, sahtekarların, iki yüzlülerin, siyasi münafıkların ortaya çıkmasını ve ayıklanmasını yararlı görürüm. İsmet Özel’in dediği gibi, zor zamanda konuşmak, zor zamanlarda varlığını ortaya koymak ve var olmak, adamlık kriteridir bana göre.
Böyle durumlarda, kürküne bakınca bir şey sandığınız nice kerli ferli insanın gerçekte beş para etmez adam müsveddeleri olduğunu görürsünüz. Bazen umduğunuz dağlara karlar yağar, sükut-u hayale uğrarsınız. Bazen kandırılmışlık duygusu yaşarsınız, ruhunuzun derinlerinde. Bazen kandırılmışlığın verdiği hınçla, kin kaplar yüreğinizi. Ama yine de şükredersiniz gerçeği gördüğünüze, gözünüzün açıldığına. Çünkü az bir şey değildir bu.
Her defasında ülkenin önünün açıldığını düşünürsünüz; bir serseri mayın daha patlamadan bertaraf edilmiştir. Fakat bir başka mayının kucağına itilmediğinizin garantisi yoktur yine de. Tuzaktan kurtulduğunuzu düşünürken tuzağa yakalanmak olasılığı yok değildir.
Ben bu milletin en çok sahte demokratlardan çektiğini düşünmüşümdür. Öyleleri vardır ki, babadan demokrattır adeta. Demokratlık onların tekelindedir ve en çok onlara yakışmaktadır. Öyle caka satarlar. Bir dönem, Demirel’in fötr şapkası, bu memlekette demokrasinin simgesi olmuştur, var mı daha ötesi! Oysa o fötr şapka altında, cins bir militarist kafanın olduğunu anlamak için 28 Şubat sürecini yaşamamız gerekmiştir. “Dün dündür, bugün bugündür” özlü sözünü, siyasi ilkesizliğin vecizesi yapmışlardır.
Yazık ki, bu coğrafya siyasi münafıkların bolca cirit attığı verimli (!) topraklara sahiptir. Hani Erzurumlu siyasetçi adayı nutuk atıyormuş… İyice coşunca demediğini, vaat etmediğini bırakmamış. Dinleyicilerden bir bacı çıkıp hele ne diyorsun sen diye diklenince… “Sus kadın” demiş adam, “Sus, buna nutuk derler, ne derim derim…”
Bazıları politikayı Erzurumlunun nutku zannediyor. Usulen demokrat da olunur, Cumhuriyetçi de, laik de… Her politikacı, hangi zihniyette ve tıynette olursa olsun, kendince demokrat, kendince cumhuriyetçi, kendince laik olmak zorunda hissediyor.
Yıllarca darbe anayasasından şikayetçi olanlar, “Gelin anayasayı tümden değiştirelim” dendiğinde de, “Kısmen değiştirelim, hatta 12 Eylül’ü yargılayalım” dendiğinde de hemen kirişi kırıyor. Bunda samimiyet yok. Siyaset bu değil.
Kuşkusuz, anayasa değişikliği teklifi hiç bir partiyi ve hiçbir kimseyi demokrat yapmaya yetmez. Ancak, hangi nedenle ve ne şekilde olursa olsun ‘illa karşı olmak’ da, ne demokratlıktır, ne rejimin muhafızlığı ne de muhalefet…
Madem bu kadar curcuna koptu; bari hükümet türban yasağının kaldırılmasını da dahil etseydi pakete, hiç değilse attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değseydi. Galiba birileri de burada samimiyet testinden geçiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi