Durdurun dünyayı!

Durdurun dünyayı!

Başlığa bakıp da, arabeskin krallığına soyunduğumu sanmayın. Orhanvâri bir yazı değil bu. İşim olmaz bu tür abukluklarla. Demedi demeyin sonra, damar yazı zannedenler sükût-u hayale uğrasın istemem.
Bilim adamlarının yalancısıyım; dönüş hızı yavaşlamış dünyanın, daha yavaş dönüyormuş şimdi. Hatta bu durumu, kıyametin yaklaştığına yoranlar var.
Şu tezata bakar mısınız; dünya daha aheste dönsün de, hayat/zaman daha hızlı aksın; olacak iş mi bu!
Günler hâlâ 24 saat oysa, yıl hâlâ 365 gün… Ama ne günler yetiyor insanlara, ne yıllar… Bir taraftan hızlı hayatlar istiyoruz; bir taraftan da “Ne de çabuk geçti yıllar” diye hayıflanıyoruz; bu da çelişkinin daniskası! Akreple yelkovan birbirini kovalamaya devam ediyor her zamanki gibi. Fakat ne kovalamaca, aman ya Rabbi!
Sabahın köründe, çalar saatin zırıltısı ile başlıyor zamanla yarış. Tıraş olunacak, saçlar taranacak, kılık kıyafet düzülecek… (Geçen gün, pantolonu değiştirdim, aceleden ceketi değiştirmeyi unutmuşum; arkadaşım ‘Üzülme, ya pantolonu giymeyi unutsaydın!’ diye teselli verdi. Hak vermedim değil) Çokça kahvaltıya vakit bulamadan apar topar evden çıkılacak, itiş kakış otobüse dolmuşa binilecek…
Arı kovanından bozma işyerlerinde, telefonlar, randevular… Yarış atları gibi dörtnala, dört yana koşturmaca… Eyvah yine gün oldu akşam! Yine bitmedi işler. Gün geceye sarkacak, gece gündüze…
Full mesai, sıfır üretkenlik… Zaman gibi bereketsiz ömrümüz de.
Bu durum, konjonktürel koşulların dayatması ya da mecburiyet değil sadece. “Hızlı yaşa, genç öl” diyorlar, hayat felsefeleri bu. Yaşamlarının her bir dakikasında bir ‘ekşın’ olmalı; boşluk veya durağanlık istemiyorlar hayatlarında. Yaşanacak ne varsa, bir çırpıda yaşansın; ne olacaksa, bir an evvel olsun bitsin diyerek, hayatı oldubittiye getirmek amaçları.
Yaşananlar üzerinde durup düşünmek yok, hayatı anlama ve anlamlandırma çabaları yok. Acı, tatlı, hissetmiyorlar bile hayatı.
Her şey tamam gibi, şimdi hızlı okuma kursları çıkardılar bir de… Yahu, hızlı yemeyi tavsiye etmiyorsunuz da, hızlı okumayı neden ve hangi akılla tavsiye ediyorsunuz? Hızlı yemenin hazımsızlık yaptığı gibi, hızlı okumanın da hazımsızlık yapacağı belli değil mi? Hızla akıp giden hayattan bir şey anlamadınız; çünkü hayatı okuyamadınız… Karınca yuvasındaki karıncalar gibi, birbirinin tıpatıp benzeri insanları da anladığınız söylenemez; çünkü onları da okuyamadınız. Yağmur neden yağar, çiçekler niçin açar, baharda sevgi, sel suları gibi neden coşkunlaşır; bunları da ıskaladınız; çünkü tabiat kitabını okumak da maharet ister. Hal böyleyken, hayatı, insanları, olayları, tabiatı anlamamışken, hızlı okuyup da ne anlayacaksınız/ne halt edeceksiniz? Bırakın maskaralığı…
Kimileri seviyor bu hayatı; hız olsun da haz olmazsa olmasın. Atalarımız boşuna demişler sanki; acele işe şeytan karışır… Acele giden, ecele gider… Dünya hayatı zaten yeterince hızlı değil mi; göz açıp kapayıncaya kadar bitip yetmiyor mu; ne gerek var, daha fazla hız merakına? Adrenalin, adrenalin… Formula 1 yarışçıları gibiyiz. Kulakları sağır eden vınlama sesiyle beyinlerimiz iğdiş edilmiş gibi; ne duyuyoruz, ne görüyoruz. Ve ne de hissediyoruz… Bu durumda anladığımız ve anlamlandırdığımız da söylenemez. Hedefe kilitlenmişiz; bizim dışımızda bir dünyanın varlığından bile habersiz; öylesine yaşayıp gidiyoruz. Bomboş hayatlar; kuru gürültü…
Bu anlamsızlıklar içinde, nereye ve niçin olduğu belirsiz absürt koşuşturmacalar, başımı döndürdüğü gibi, bir o kadar da sinirlerimi bozuyor. Ben ki, karıncanın gözlerinde manalar arayan müşkülpesent bir nanemollayım. Bir sürüngen gibi, kulağımı dayamalıyım toprağın bağrına; ötelerden haber var mı diye! Kaybolmaksa, sevdiğimin gözbebeklerinin derininde ve dehlizlerinde kaybolmalıyım. Aheste çekmeliyim kürekleri. Zamanın asude dinginliğinde, sallanmaya bırakmalıyım zaman sarkacını. Hızlı akan zaman değil, bahar güneşi gibi ıpılık iliklere yayılan bakışların sarhoş etmeli beni.
Belli ki, zamanımız değil bizim. Hayat bu kadar hızlı akıp giderken, bu kadar ağır kalan bizler, tutunamıyoruz, savruluyoruz… Saçma gelen anlamsızlıklar içinde, doğrusu anlamsızlaşıyoruz. Ne ki, zamana uyum sağladığını düşünen, hız tutkunları da savrulmuyorlar mı bir yerlere! Her şey bu kadar hızlı akıp giderken, savrulmamak elde mi! Benim gibiler, ağır kalanlar tutunamıyorlar belki hayata. Doğru. Fakat hız meraklılarının ayaklarının altından kayan halı gibi, hayatları kayıp gittiğinde, geride bir hoş seda bile kalmıyor; her şey ‘bir varmış bir yokmuş’a dönüyor, yaşananlar, sis perdesi altında hayal meyal ya hatırlanıyor ya hatırlanmıyor.
Kalabalıklar! Biri bin, bini bir olan insanlar! Böylesi bir hayat mı istediğiniz? Emin misiniz?
Varlığınızla yokluğunuz bir olacak; sizden ne bir eser kalacak geriye, ne bir iz! Varlığınız olmadığı için, gölgeniz bile olmayacak…
İnanın, hızlı olmakla yakaladığımız hiçbir şey yok ve inanın ağır kalmakla kaçırdığımız da hiçbir şey yok. Hızlı olmak, körlükten başka bir şey değildir. Evet körlük! Formula 1 pilotu, o hızla neyi görebilir ki! Ve neyi anlayabilir! Toprağın bağrına yaslanmış sürüngenlerin, dörtnala giden atlardan daha bilge olduklarına hiç şüphe yoktur. Uçakla yolculuk yapanların daha yükseğe çıktıkları ve daha hızlı yol aldıkları doğrudur, ama daha çok şey gördükleri, dağarcıklarını ve hayatlarını daha çok şeyle doldurdukları tartışmalıdır.
Allah iki göz vermiş, iki kulak ve hayatın dehlizlerinde kaybolmayalım diye kıvrım kıvrım bir akıl… Görmeyecek, işitmeyecek ve akletmeyecek olduktan sonra, ne gereği var bunların?
Hayatın hızı artmakla gizi azalmıyor. Kosmosa dair Adem’den daha fazla bilgi sahibi değiliz. Ne kadar hızlı koşarsak koşalım peşinden, gizini çözemediğimiz sır, keşfedemediğimiz kıta, bizim için ulaşılmış bir hedef sayılmaz. Üstelik dünya; o denli den’îdir, alçaktır ki; asla peşinden koşmaya değmez, çünkü yar olmaz kimseye.
Gençken, hayatı yavaş, durağan ve sıkıcı bulan hiç kimse yoktur ki, yaş kemale erdiğinde de aynı kanaatte olsun. Kuşkusuz orta yaşı devirmiş insanların, “Ah gençlik! Ne de çabuk geçti yıllar” türü yargıları daha gerçekçidir ve bu hayıflanmalar daha bir hüzün verici… Hiç şüphe yoktur ki, gençlerin aceleci kararlarına karşın, zamanın imbiğinden süzülerek acı tatlı olaylarla demlenen bu düşünce ve yargı gerçeğe daha yakın durmaktadır.
Ne geçen zamanı geri getirmek mümkündür, ne de değiştirmek… Sular yokuş yukarı akmıyor. Giden geri gelmiyor. Ama anlayışları değiştirebiliriz pekâlâ. Zamanın efendisi kendi hükmünü icra edecektir nasılsa, hızlı veya yavaş olması neyi değiştirir ki!
Öyle ise acele etmenin alemi yok.
İnanın, dünyaya dört elle sarılan ve habire koşuşturan tamahkâr insanlar, umutlarıyla, beklentileriyle, hayalleriyle koca bir dünyayı Leyla’nın saçının bir teline bağlayan Mecnun’dan daha akıllı değildirler.
Hızlı olacağına hazlı olsun; acı tatlı, yaşanacak ne varsa!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi