Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Geri kalmışlığın tarihi ve Kılıçdaroğlu (3)

Geri kalmışlığın tarihi ve Kılıçdaroğlu (3)

Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşmasında, insanımızın ve ülkemizin sorunlarının çözümüne dair (lafından başka hiçbir şeyi açıklanmayan “Aile Sigortası” dışında) kayda değer bir şey yok. Evet gerçekten de yok ama, kemalistlerin rutin bir alışkanlıkla geçim kaynağı haline getirdikleri “Atatürk’ü kullanmak” var...
“Mustafa Kemal ve arkadaşları önce halk dediler.
İlk sözümüz halk olacak halkla birlikte yürüyeceğiz” diyor, Anamuhalefetin yeni başkanı...
Kanımca bu tür eskimiş klişe sözlerin faydası da yok değeri de yok. Dolayısıyla gereği de yok. Zira bugün artık çoğunluğun görüşü odur ki eğer o dönemde yapılanlar halkçılıksa (ki şahsen ben o kanaatte değilim) Atatürk ve arkadaşları “halka rağmen bir halkçılık” yapmışlardır demektir. Çünkü yapılanlar halkın hiç de arzu ettiği şeyler değildi. O günün hükümranlarının önceliğinin halk olduğunu söylemek, halkın değerleri açısından bakıldığında çok da mümkün değildir. Haa! “Bütün bunları zaten halk için yapıyorlardı” diyorsanız o başka. Bunu sadece bir inanç olarak kabul ederseniz ona itiraz etmeyiz!.. Bugünkü laikçilik anlayışının temeli de budur zaten.
“Değişimin ve devrimin sonuna kadar gideceğiz” diyor sayın başkan.

Ama neyi, nasıl değiştireceğini, devlet yapısının neresinde, devlet etme anlayışının hangi noktasında devrim yapacağını ve bunu nasıl becereceğini söyle(ye)miyor!... Aslında bu cümle sadece, bu sözü anlamlı kılacak çözüm noktasında değil felsefik anlamda da sorunlu. Mesela kendisi ya da taraftarlarını kırmamaya çalışarak şöyle nazikçe sorsam ve “Böyle bir cümleyi ancak değişimin sonu olamayacağını bilmeyenler söyleyebilir.” desem nasıl bir cevap verirler acaba?
Konuşmasının devamında “Korku imparatorluğu değil sevgiyi egemen kılacağız.
Kardeşçe beraber olacağız.” diyor ama herkesin “Tayyip Bey” dediği insana “Recep Bey” diyerek halkın % 47’sinin oyunu almış bir insanı kendince aşağılamaya çalışıyor...
Yani daha baştan % 47’yi karşısına almış oluyor. Karşısına almasa da onlara hiç de sevimli gelmeyen böyle bir hitapla araya mesafe koymuş oluyor!.. Bu şekilde mi olacak kardeşçe beraber olmak?.. Bu çerçevede söylediği “Düşmanınız kindir diyen felsefeyi sonuna kadar götüreceğiz. Kardeşçe yaşayacağız.” cümlelerini manalandırmak ise ne mümkün... Doğru, birtakım insanlarımızda içten içe bir korku mevcut. Aslında bunlar genellikle şimdiye kadar devletin tasarruflarından yana hiç korku yaşamamış olanlar. Ama öyle de olsa Kılıçdaroğlu’na hak veriyorum. Çağdaş demokrasi ile yönetilen ülkelerde vatandaşlar devletlerinden korkmamalı. Bu konudaki endişeleri gidermek de Hükümetin görevi.
Günümüz dünyasında insanlar politikacılardan artık, üstün bir ideoloji, nasihat-temel öğreti, geleceğe ait parlak vaatler, sloganlar filan değil geçimlerini, hayat standartlarını iyileştirici çözümler bekliyor. Tabii olarak bir “umut adam” gibi politika sahnesine sürülen Kılıçdaroğlu’ndan da beklenen buydu. Oysa sayın başkanın bu kadar can alıcı bir konudaki sözleri hiç de doyurucu olmadı: “AKP’nin istediği ekonomik politikaya bakın. Üretmeyin diyorlar, fabrikalara çalışmayın diyorlar. Yeniden üreten Türkiye’yi kuracağız.” ...Allah aşkına kim, hangi akıllı “üretme, fabrika çalıştırma” diyebilir? Lider olmayı filan bırakın, hangi yetişkin insan böyle bir politik söylemle ülkeyi bunca yıldır yöneten bir siyasi iktidarı alt edebileceği üzerine hesap kurar ve milletten oy alabileceğini düşünür?..
Yeni başkanın okumuş-okumamış, genç-yaşlı, kadın-erkek, köylü-şehirli hemen herkesin geleceğimizi kurtaracak alan olarak gördüğü “Eğitim” hususunda söylediği tek cümle şu; “Yatılı meslek liselerini kuracağız”... Organize sanayi bölgelerinde yatılı meslek liselerini kuracaklar ve öğrenciler mezun olduğunda işleri hazır olacak! Yani öğrenciler o bölgede yatıp kalkınca iş bulma meseleleri de otomatik olarak çözülmüş olacak!!! Pes doğrusu. Bu konuşmayı kim hazırladı? Kendisi hazırladıysa bir akıllıya okutmadı mı? Okunduysa, bir cesur kimse de çıkmadı mı “yahu sayın başkan bu iş nasıl olacak” diyebilen! Yani, “bu öğrenciler yatılı kalınca daha iyi konsantre olacaklar, mesleklerini usta-çırak ilişkisi içerisinde daha iyi öğrenecekler” filan dese tamam ama... İstihdam var da kalifiye eleman olmadığı için mi kadrolar boş tutuluyor yani!..
Sanayi konusundaki sözleri de gerçeklikten uzak, hatta özür diliyorum ama muhakemeden yoksun ifadeler:
“Çağdaşlığın gereği neyse gerekeni yapacağız. Sanayici artık bu ülkenin kamu görevlisidir. Onun önünü biz açacağız. Bütün bürokratik engelleri biz açacağız. Bu ülkede önce kendi sanayicinizi destekleyeceksiniz. Neden dışarıdan daha pahalı otobüs alıyorsunuz. Ortadoğu’yu besleyecek ovalarımız var. Bütün Türkiye’nin bu gerçeği bilmesi lazım”.
“Bürokratik engelleri aşmak” tamam da taşeronu aradan çıkaran (konuşmasının başında söylemişti) yani işi devlet eliyle yürütmeyi düşünen, ekonomide devletçi bir anlayışın temsilcisi olan bir iktidarın bunu yapması ne kadar mümkün?.. “Çağdaşlığın gereğini yapacağız...” diyor; “Neymiş o ‘gerek’, bir çıtlatsa da biz de inansak ve de oylarımızı versek” diyesi geliyor insanın...
Liberal ekonomide altın kural artık herkesin malumudur:
Siz malınızı dışarıya satarsınız onlar da mallarını size satar. Yani dünya büyük bir pazardır ve pazarını bulan malını satar. Bu arenada herkes kazanmaya çalışır. Bu durum kendi kuralları içerisinde işler gider. Devlet “ben kazanacağım” diye müdahale etmez, edemez. Belki bazı alanlarda bazı teşvik edici veya koruyucu önlemler alır o kadar... Çağdaş dünya’da bu işler böyle. Peki, bu durumda “Çağdaşlığın gereği neyse gerekeni yapacağız” diyen Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini nereye koyacağız, nasıl değerli bulacağız!?
“Üreticinin ödüllendirildiği düzeni getireceğiz” diyor... Nasılı ise her zamanki gibi yok. Türkiye’nin en büyük sorununu işsizlik olarak görüyor ve Recep Bey’in(!) “Herkes bir işçi alsa sorun çözülür” sözünü alaya alıyor... Kendi çözümü mü? Yine yok tabii; çözeceğizden ibaret. Belki ekonomi konusundaki tek anlamlı sözü: “Güneydoğu’da istihdam yaratacağız. Özel sektör fabrika kuracaksa sıfır faizle kredi vereceğiz”. Devletçi bir anlayışın özel sektörü sıfır faizle desteklemesi de eleştirilebilir yanı olan bir durum elbette ama biz yine de onu yapmayalım. Peki ama Güneydoğu’da işsizliği böyle çözeceksin de “Orta Anadolu’da, Karadeniz’de, Akdeniz’de, Doğu’da, Batı’da ne yapacaksın” diye sormazlar mı adama?
Kılıçdaroğlu, “2 milyon esnaf can çekişiyor. Esnaftan oy istiyorum. Senin sonunu getirene ben dur diyeceğim. Recep Bey, ‘küçük bakkalların tamamı birleşsin süpermarket kursun’ diyor. CHP iktidarında ekonomi neymiş görecek” diye devam ediyor ekonomi ile ilgili (sayılabilecek) sözlerine... Yaa, sayın başkan, Recep Bey(!) süpermarket formülüyle esnafın dertlerini çözer ya da çözemez, nihayetinde hiç olmazsa bir çıkış yolu söylemiş oluyor da zat-ı âliniz ne diyor bu çözüm konusunda? Lütfen cevap verir misiniz?.. Cevap yine kocaman bir sıfır! Anlaşılan “siz oy verin, iktidar olalım, o zaman gösteririz” diyor!..

Ana muhalefet partisinin yeni lideri özgürlükler konusunda, “İnsanı inançlarıyla ve etnik kimliğiyle baş tacı edeceğiz” diyor ama mesela başörtülü kızlara okuma ya da kamuda çalışma hakkı verip vermeyeceğini veya Kürtler için ne düşündüğünü açıklamıyor. (Hatta daha sonraki bir konuşmasında bu çocukların okula gitmelerinde zaten sorun olmadığını ifade ediyor!)
Ekonomi konusunda söylediği çözümlerden (nezaketen varmış gibi kabul ettiğim için bu kelimeyi kullandım!) en komiği ise yoksulluğu kökünden ortadan kaldıracak sihirli formül: “Aile Sigortası.” “Yoksulluğu çözmenin yolu aile sigortasıdır. Her ailenin sigortası olacak. Kadının banka hesabına yatıracağız parayı, çoluğunu çocuğunu doyuracak.”... Yaa, sayın Kılıçdaroğlu Allah iyiliğinizi versin e mi!? Devr-i daim makinesi mi bu? Yani, bu değirmenin suyu nereden gelecek? Yoksa avukatı olduğunuzu kabul ettiğiniz örgütün uzantılarının bir zamanlar çıkardığı Yüzyılın Türk Buluşu(!) Erke’yi mi devreye sokacaksınız!?..
“Keşke söylemeseydi bunu, ya Recep Beyi kaparsa bu formülü?!” diyeceğim ama söyleyene de söyletene de söylenene de ayıp olacak diye söylemiyorum. Ama manalandırmaya çalışmadan da edemiyorum: Yani “seni aile sigortası yaptım” diyeceksin ve yoksulluk ortadan kalkacak!?.. Ve bunu söyleyen de ülkemizin elit-entelektüel tabakasının umudu, geleceğin başbakanı olarak görülen (ve gösterilen) bir lider!!! Hay aklımı sen koru Yarabbi!..
“Seçimlerde % 10 barajını düşürmek, parti içi demokrasi” gibi sözleri ise yaşananları gördükçe hiç de reel politik gibi gözükmüyor. Zira Kılıçdaroğlu’nun aklı fikri yüzde 47 oy alan AK Parti’nin TBMM’de yüzde 60 oy almış gibi bir temsil gücüne sahip olması, yani onun asıl derdi % 10’un altında kalıp da onca oyu heba olanlar değil!.. Parti içi demokrasiye gelince... O da ne!? Bu elinde terazi tutan nazlı güzel hangi siyasi partimizde ne zaman görülmüş ki mayası diktatorya olan Kılıçdaroğlu’nun partisinde görülsün.
Sonuç itibarıyla Kılıçdaroğlu, Türkiye vizyonuna çıktığı Kurultayda, hem bilgi birikim hem de inandırıcılık açısından göz dolduran bir konuşma yapamadı. Devleti iyi yönetebileceğine, bu yönde deneyimi olduğuna dair işaretler veremedi. (Bu konuşmasından sonra, onun geçmişte yapmış olduğu Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü görevini de, zamanın mezhepçi söylemli etkin bakanı Moğultay’ın devlet görevine aldığı insanlar için sarf ettiği “bizimkileri almayacaktım da MHP’lileri mi alacaktım” sözleri bağlamında değerlendiriyorum).
Türkiye ulusalcı solunun yeni lideri bu konuşmasıyla maalesef, bu yazı dizisinin ilkinde ayrıntılarıyla bahsettiğimiz eski sol liderlerden İsmail Cem’in 1970’lerdeki olgunluk seviyesine bile yaklaşamadığını gösterdi. Gerçekten üzücü; en azından demokrasimiz adına moral bozucu. Bu demektir ki önümüzdeki günlerde siyaset sahnesinde yine seviyeli bir mücadele izleyemeyeceğiz ve kayıkçı kavgası devam edecek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi