Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

The Cemaat ve Hocanın Asistanı! (2)

The Cemaat ve Hocanın Asistanı! (2)

…Bu makalelerdeki amacım malûm cemaatİ enine boyuna tartışmak değil elbette. Bugüne kadar onları doğrudan hedef alan bir yazım da olmadı. Dört yıl önce yazdığım “Allah Bu Memleketi CemaatÇİlikten Korusun, Amin” adlı yazı serisi de özellikle onlara yönelik bir şey değildi. Evet, devlette en yoğun ve organize kadrolaşmayı onlar gerçekleştiriyordu ama makalelerdeki vurgu sadece ve bizatihi bunu içermiyordu. Ben orada, esas itibarıyla, cemaatÇİliğin (lütfen dikkat cemaatin değil!) ne kadar kötü bir şey olduğundan ve buna dayalı olarak, devlet kademelerinde, cemaatler arası bir yer kapma savaşı yaşandığından, önümüzdeki yıllarda bunun giderek daha da yoğunlaşacağından söz ediyordum. (Bu arada, o günlerde, The Cemaatle -ve tabii diğerleri ile de- kol kola, omuz omuza, kucak kucağa olan iktidarın beni kendilerine muhalif olmakla suçladığını ve amiyane tabirle çizdiğini de söylemeliyim!)

Demek yaraları varmış ki gocundular, üslerine alındılar. Evet, bu bağlamda, ben de belki The Cemaat tarafından doğrudan hedef alınmadım ve sanal, fiili ya da psikolojik bir taarruza uğramadım ama mezkûr cemaatin mensuplarından bir grup, bir üniversitede, rektörlük seçimlerinde aday olan yakın bir arkadaşımı, “Bu makaleleri yazan senin arkadaşın değil mi?” diye soracak kadar bir densizlik ve arsızlıkla, ahret sorularına tabii tutmaktan ve böylece nasıl içten içe ve derin bir hesabın peşinde olduklarını göstermekten bile hiç imtina etmediler! Sonunda, her türlü cevabına rağmen o arkadaşıma oy da vermediler tabii!!?

Neyse, diyeceğim odur ki her şeye rağmen, bu makaleler “nasılsa zayıf duruma düştüler, sen de bir tekme vur” cinsinden bir şey değil. Zira tanıyanlar bilir, ben öyle yaralı kuşa tüfek atacak adam değilim. En zor zamanlarda, en netameli konularda yazdıklarım da bunun kanıtıdır. Yani benimki benim, onlarınki de onların tiyneti vesselam.

Baştan beri bu cemaate karşı çıktığım asıl nokta; müthiş bir grupsal bencillikle, her şeyi sadece ve sadece kendileri için istemeleri... Devlet ya da özelde, bir yere, bir şeye, bir makama sahip olduklarında (hiç sözü edilmiyor ama üniversiteler de buna dâhildir ve bence bu, hareketin uzun vadedeki en önemli ayağıdır. Kısmet olursa bu ilerde bir yazı konusu olacaktır.) artık, “mezhepli-mezhepsiz, dinli-dinsiz, laik-anti laik, partili-partisiz olsun” hiç kimseyi asla ve kata oraya yaklaştırmamaları, maddi-manevi zırnık koklatmamaları. Her şey onların olacak, adama gelince de varsa yoksa kendilerinden(o da mutlaka çekirdekten yetişme!) olacak; haklı ya da haksız, ehil veya değil önemi yok!?..

Üzülerek söylemek durumundayım ki bu noktada çok acımasızlar. “Kul hakkı” diye bir şeyi de tanımıyorlar. Bir kısmı, şu ya da bu kişinin herhangi bir hakkı söz konusu olduğunda “Müslüman’sa hakkı vardır” diyor. Sanki Allah (cc) “kul hakkıyla bana gelmeyin” diye buyururken Müslüman olmayanları kuldan saymamış! Dahası Müslüman olanların da Müslümanlığını onlar karar veriyor ve olmadığınıza karar verince de, hakkınızı yeseler bile, kul hakkı yememiş oluyorlar, kendilerince!? Daha büyük bir kısmı ise kutsal davaları için(!) yaptıkları bu Makyavelizmi, nepotizmi mübah görüyor! İşte benim asıl kabul edemediğim yanları bu. Bunun Müslümanlıkla da insanlıkla da ilgisi yok… Muhipleri tenzih ediyorum ama tabir-i caiz ise militanize olmuş müritlerde, özellikle yukarıdaki birinci halkaya doğru yaklaştıkça bu tutum keskinleşiyor. Çok yazık! Allah ıslah etsin.

The Cemaat’in devlet(lü)leşmesinin hikâyesi şöyle: Önce, kişisel olarak bir yerlere tutunuluyor. Sonra buralarda, biraderlerden müteşekkil küçük gruplar oluşturuluyor. Daha sonra biri diğerini çekiyor ve gruplar “kadrolaşma” denebilecek kadar büyüyor.
(Tabii bu arada cemaatin okulları buralara adam yetiştiriyor) Böylece devlet kademelerinde kurumsal anlamda güçlü bir konum elde ediliyor...

Bu noktada, hukuk farklı şekillerde kullanılabilir, her şey meşruiyet kılıfına uydurulabilir olmuştur artık! Devletin gücü top yekûn olmasa da parça parça elde edilmiştir çünkü. Takım ruhu, arkadaşlık, maneviyat müthiş olduğu için bu parçalı olmanın da zafiyet yaratacak bir tarafı yoktur!..

En sonunda, bu kadrolaşma; sistematik bir şekilde, kurumlar arası bağlantılar da tesis edilerek yargıda, eğitimde, üniversitede, finansta, ticarette, maliyede, medyada, emniyette, istihbaratta, askeriyede, iç işlerinde, dış işlerinde, iletişimde,
(özellikle de seküler gruplarla) sosyal alanlarda vesaire yaygınlaştırılıyor ve tüm ülkede (dış ülkelerdeki kendilerine ait olan ve olmayan güçlerle de entegre edilerek) gözle görülmez, elle tutulmaz müthiş bir ağ örülerek “devletleşme” denilebilecek zaviyelere ulaşıyor... Bu noktada “iktidar kalkışması” artık sadece ihtiyaca,  zemine ve zamana bağlıdır!..

Yani şimdi Allah aşkına, söyler misiniz, bu saydıklarımızla dinin ya da din temelli bir hareketin ne ilgisi var? Böyle bir hareketi “sadece ve tek başına dini bir yapılanma”  olarak kabul etmek ya da “Hizmet Hareketi” deyip millete veya dine hizmet etmekle sınırlı görmek mümkün müdür? Mesela, bağlılarına sorduğunuzda, tıpkı masonlar gibi “böyle bir şey yok, PARALEL YAPI diye bir şeye inanmıyorum” diyorlar, yani kimliklerini açığa vermiyorlar ama hepsi, nasıl oluyorsa birbirlerini tanıyor, dertlerini dert ediniyor, kârlarını da ortak haneye yazıyorlar. Bu arada, medya ayakları, günde on kere “ilgimiz yok” dese de gerektiğinde ölümüne sahip çıkıyor onlara!? Diğer taraftan onların dediğine baksan, sanki köyde cami yaptırmak ya da kenar mahallede fakir fukaraya bir tas çorba içirmek için para toplayan bir gruplar!

Nasıl oluyor bütün bunlar?.. Demek ki ortada, çok çok derin, grift, entegre ve asla, sadece dini faaliyetle, hizmetle filan açıklanamayacak bir organizasyon var. Bu, öyle, yalnızca bir Hoca Efendi’nin tek başına akıl edebileceği, yönetebileceği, finanse edebileceği, yürütebileceği bir şey değil; çok sofistike ve kapsamlı çünkü. İçinde misyonuyla, vizyonuyla, istihbaratıyla, güvenliğiyle, yargısıyla, maliyesiyle, propaganda gücüyle, dış bağlantılarıyla, dünyanın her ülkesinde faaliyet gösteren müthiş teşkilatıyla bir devlete lazım olan her şey var.

 Bütün bunların üstüne ben diyorum ki 17 ve 25 Aralık şüphesiz bir “iktidar kalkışması” idi... Ve malum, her kalkışmanın, her iktidar kavgasının bir kazananı bir de (önemli yaralar alsa da) kaybedeni (ya da kaybedenleri) olur.  Görünen odur ki The Cemaat bu kalkışmada, kanımca biraz erken davranmış(!) ve (en azından şimdilik) kaybeden olmuştur. (Cemaat, bir takım iç ve/veya dış güçlerce, ‘konjonktür icabı, buna zorlanmıştır’ diye düşünüyorum. Yoksa 5-6 yıl daha beklenebilseydi iş zaten kendiliğinden hallolacaktı!)

Gelinen noktada The Cemaat çok önemli derecede itibar ve muhip (seven-taraftar) kaybetmiştir. Gün geçtikçe de kaybetmekte ve giderek yalnızlaşmaktadır. Eminim ki günlük menfaati icabı şimdi yanlarında bulunanlar da çok geçmeden terk-i diyar eyleyecek ve The Cemaat bu doku uyuşmazlığının ortasında tek başına (buna ‘sipsivri’ de diyebilirsiniz ama sanki buna ‘seviniyormuşum gibi’ algılanmasın diye demiyorum!) kalacaktır. Çünkü bunca yıldır kendilerine kol kanat geren en yakın dostlarına, inanç kardeşlerine, kendi insanlarına yaptıkları bu büyük yanlış en ahmak insanın bile unutacağı cinsten değil. Bunu öyle birilerine “hırsız” demekle ya da “yolsuzluğa karşı çıkıyor gibi görünmekle” filan açıklamak mümkün değil.

“Bugün, düştükleri durumdan kurtarmak için gösterdikleri canhıraş çabalar, bu bağlamda abiler, ablalar, sanal ortamlar ve de medya gücü ile oluşturulmaya çalıştıkları algı operasyonları, türlü yol ve efektlerle devşirmeye gayret etikleri duygu sömürüleri uzun vadede kendilerine kalıcı bir fayda sağlamayacaktır” diye düşünyorum. Ancak kimse de The Cemaat’in  bittiği filan sanmasın. Kırk yıldır ilmek ilmek örülmüş, on beş yirmi yıl kadar önce liderleri Fethullah Hocaefendi’nin ağzından bizzat kulaklarımla duyduğum şekliyle, devletin ciğerlerinin ücra köşelerine kadar girmiş çelikten bir ağ var meydanda çünkü.

Devam edecek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi