Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Yükseköğretimde reform nasıl yapılır? (3)

Yükseköğretimde reform nasıl yapılır? (3)

Eğitimde genel durum
- İlk ve ortaöğretim:
. Gençleri eğitsel, psikolojik ve sosyal açıdan hayata ve üniversiteye hazırlayamayan bir eğitim-öğretim süreci,
. Ve kaybolup giden asıl öğrenme çağı (çocukluk-gençlik).
- Böyle bir zeminde yükseköğretim:
. Giriş sorunlu; hepimizin bildiği şeyler.
. Okumak sorunlu; eğitim-öğretim süreci zor ve sonucu cazibesiz.
. Öğretim üyesi sorunlu; akademisyen kimliği kaybolmuş, moral motivasyon yok; adeta üzerlerine ölü toprağı serpilmiş!
. Yönetim sorunlu/sorunu: O zaten insanların dışında/üstünde!
. Mezun olduktan sonra sorun; kalite yok, aranır olmak yok, iş yok.
- Bütün bunların sonunda insanların kafasında bazı sorular oluşuyor;
. Okumanın kişiye faydası ne?
. Okuyanın, öğretim üyesinin, üniversitenin toplumdaki yeri ne?
. Üniversitenin kişiye, topluma, ülkeye ve insanlığa katkısı ne?
- Bu sebeplerle sonuç olarak;
. Aileler, çocuklarına istediği eğitimi veremiyor ve onları, geleceklerini garanti altına alacak “işe yarar bir mesleğin” sahibi yapamıyor,
. Onca özveriye rağmen “ergin, sezgin, erdemli ve kendine yeten” insanlar olarak yetişmelerini sağlayamıyor.
. Kısaca, toplum iyi niyetinin ve verdiğinin karşılığını alamıyor, topluma hizmet için kurulmuş bir organizasyon olan “devlet”ten bu anlamda istifade edemiyor.
. Oysa şunu unutmamak gerekiyor: Bilim, teknoloji ya da başka bir konuda, herhangi bir girişimi başarılı kılacak olan unsur; öncelikle finansal sermaye veya bir başka değer değil, özelliklerine biraz önce kısmen değindiğimiz eğitimli bireylerin varlığıdır.
. Ancak, kabul etmek gerekiyor ki ülkemizde bugün, bu konuda ciddi sorunlar vardır ve bu sebeple toplum ve ülke, yeterli temel kaynaklara sahip olmasına rağmen bilim başta olmak üzere özellikle bazı alanlarda arzu edilen başarıyı gösteremiyor.

Eğitim ve bilimde neden başarılı olamıyoruz?
Genel sebepler:
Şüphesiz eğitimin geneline yönelik olarak hemen herkesçe bilinen;
- Eğitime yeterince kaynak ayrıl(a)maması, ayrılan kaynakların verimli kullanıl(a)maması,
- Eğitimin halk katmanlarına yaygınlaştırıl(a)maması, fırsat eşitliğinin sağlan(a)maması,
- Özellikle ilköğretim ve ortaöğretimin kavrama ve çözümlemeci bir anlayışta değil, ezberci ve sınavda soru çözmeye endeksli olması ve bu bağlamda “okullu olmak zenginliği yerine dershaneli olmak basitliğinin” giderek yaygınlaşması,
- Verilen eğitimin günümüz gereksinimlerinden uzak olması, müfredat ve programlardaki eksiklikler-yanlışlar,
- Gerek ortaöğretim, gerekse yükseköğretimde, yeterli eğitim-öğretim ve araştırma ortamının sağlan(a)maması,
- Mezunların istihdam edilememesi, bilimin ve bilim adamının para etmemesi; dolayısıyla insanların başka yönlere kayması,
- Ve beyin göçü gibi daha pek çok sebep sıralanabilir.

Özel sebepler:
Aslında, yukarıda sayılanların hepsi önemlidir ancak, bu genel sorunlar yanında, kanımca üzerinde durulması gereken en önemli iki konu şunlardır;
1) Eğitim-öğretim sürecinin bütünlükten yoksun oluşu.
2) Belli bir (milli) bilim politikasının oluşturulmamış olması.

1) Eğitim-öğretim sürecinin bütünlükten yoksun oluşu
a) Yasal durum: Bilindiği gibi ülkemizde,
- İlk ve ortaöğretim; Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Anayasa ve yasalarla Milli Eğitim Bakanlığı’nın uhdesine verilmiş,
- Yükseköğretim ise tümüyle, yine Anayasa ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK’e teslim edilmiştir.
b) Bugüne kadar yasalar nasıl işlemiş
- Bugüne kadar yaşananlara bir göz atılacak olunursa; görev alanları ayrı gibi görünse de eğitimin bir bütün olduğu gerçeğinden hareketle, birbirlerini tamamlayan unsurlar olması gereken bu kurumlar; MEB’nin siyaseten kendisinin sorumlu olduğu savıyla “Yükseköğretimden soyutlanmamak”, YÖK’ün ise özerklik babında, “hükümetlerden bağımsız olmak” gerektiği düşüncesiyle bu işbirliğini gerçekleştirememişlerdir.
- Bakanlık “Ben gücümü halktan alıyorum, halka karşı sorumlu olan, hesap verecek olan benim, dolayısıyla bu işin dışında kalmam söz konusu olamaz!”, YÖK ise “Yükseköğretim işi benim işimdir, Anayasa ve yasalar bu görevi bana vermiştir” diyor.
- Bazen çıta daha da yükseklere çıkıyor ve çatışma, Başbakan’la YÖK Başkanı’nın atışması şekline dönüşüyor. Tabii bu arada bazı çok cesur ve herkesten çok Cumhuriyetsever(!) rektörler de özelikle can alıcı zaman ve zeminlerde devreye giriyor, Türkiye’yi şer güçler(!) dedikleri bazı kişi ve kurumlardan kurtarmaya(!) çalışıyorlar. Güçlerinin yetmediği yerde ise malum bazı kurumları göreve çağırıyorlar.
- ...Evet, ne yazık ki bu çatışma YÖK kurulduğundan beri, yani çeyrek yüzyıldır, bilhassa bazı hükümetler zamanında, hiçbir esneme olmadan, küçük de olsa herhangi bir ortak nokta bulunamadan bu minval üzere sürüp gidiyor.

Not: Bu bölümde yazılanlar (bu makale serisinin aslının yazılmış olduğu) 3 yıl öncesine kadar olan durumu anlatıyor. Son 3 yılda YÖK ile Hükümet arasında herhangi bir kavga yok. Hatta olmaması gerektiği kadar, daha doğrusu “YÖK’ün, siyasilerin vesayeti altına girdiği şeklinde yorumlanabilecek kadar” bir yakınlık dahi söz konusu. Kanımca, eskisi ne kadar yanlışsa, bu durum da ilmiye sınıfı ve eğitim-öğretimin uzak geleceği açısından o kadar yanlış.
c) Düzeltme Çabaları
- Resmi çabalar:
. Yürürlüğe konduğu 1981 yılından bu yana, neredeyse her gün düzeltme ihtiyacı duyulmasına ve gelmiş geçmiş tüm hükümet ve parti programlarında değiştirileceği ifade edilmiş olmasına rağmen, Yükseköğretim Kanunu bugüne kadar, bir bütün olarak bir türlü değiştirilemedi.
. 2547’yi kaldırıp yeni bir Yükseköğretim Kanunu çıkarmaya yönelik tüm girişimler birtakım kesimlerce sanki Cumhuriyet’in temellerine dinamit konuyormuş gibi algılandı ya da öyle gösterildi. Bilim dünyasındaki kısırlık, akademisyenlerdeki sindirilmişlik, yükseköğretim kurumlarındaki çürümüşlük vs. bir yana, “kurumlar ya da insanlar arasında çıkabilecek çatışmalarla ülkenin içine düşebileceği her türlü zor durum ihtimalleri” de hiçe sayılarak pervasızca engellendi.
- Sivil çabalar:
. Önce solcular, sonra da sağcılar, zaman zaman (öğrenci, öğretim üyesi, dernekler ya da sendikalar düzeyinde) bu yasaya karşı çıktılar,
. Ancak, “kutsal ve derin”(!) devlete karşı verdikleri bu savaşta herhangi bir başarı elde edemediler.
Kısmetse, haftaya bu konuya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi