Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Hilafet modelleri

Hilafet modelleri

Hilafetin yıkılmasından sonra Mısır’da Kral Fuad bir dönem hilafeti geri getirmeye ve üstlenmeye yeltendi ve bu uğurda ulema desteği de aldı ve ulemadan Mustafa Meraği gibiler de kendisini yüreklendirdiler. Lâkin uluslararası bir muhalefetle karşılaştığı aşikâr. 1926 yılında ise Hicaz’da bazı sönük girişimler olduysa da Suud rejimi İngilizlerin işaretine veya çekincelerine bağlı hareket ettiğinden bir şey çıkmamıştır. Boylarından büyük işe yeltenmekten çekinmiş olmalılar. Osmanlı hilafetinin kaldırılmasından sonra Vahdeddin Han ve hanedanlık mensupları, tümüyle sınırdışı edilmişlerdir. Bir zamanlar İslâm alemine hükmeden ve yön veren aile, bunun sonucu ayağını basacak toprak bulamamıştır.
Hür subaylar ve Nasır’ın 1952 darbesinden sonra ise Kral Faruk, tacını ve tahtını kaybettiği gibi veliahtı Ahmet Fuad da devrimin veya darbenin enkazı altında kalmıştır. La müşahhata fi’l mustalahat/kavramlarda çekişme yersizdir tabirinde olduğu gibi önemli olan kavram veya isim değil, mahiyet ve sıfattır. Bu anlamda, nice halk adına hareket eden Cumhuriyetler kraliyetleri arattığı gibi, nice kraliyetler de Cumhuriyet’in evsafına haiz olmuştur. Irak’ta Cumhuriyet dönemi, kraliyet dönemini aratmıştır. Giden geleni aratır dedikleri gibi birçok ülkede Cumhuriyet rejimleri karabasan gibi halkın üzerine çökmüş ve otoriter ve totaliter rejimlere uygun bir icraat gerçekleştirmiştir. Bundan dolayı sistem önemli olduğu kadar, sistemi işletenler de önemlidir. Daha arkaik sistemde iyi bir yönetici, o sistemin olumsuzluklarını bertaraf edebilir. Aksine, iyi bir sistemde de yetersiz temsilciler o sistemi batırır ve çökertirler. Dolayısıyla mühim olan isim değil, öz ve cevherdir.

İster istemez tarih boyunca hilafetin de gelişmelerden etkilendiğini ve gelişmeye açık olduğunu söyledik. Dolayısıyla hilafetin kadim modeli üzerinde takılıp kalmamak gerekir. Aksi takdirde, Kureyşilik şartını ve buna bağlı tartışmasını bile aşamayız. Bu noktada bazı modern hilafet modelleri tartışılmaktadır. Kemal Karpat zamanla nasıl ki imparatorluklar büzüştü ve yerini milli devletler aldı ise yine önümüzdeki dönemde de ulusal devletlerin büzüşeceğini ve kültür devleti haline geleceğini, daha üst yapılarda eriyeceklerini öngörmektedir. “Ulus-devlet siyasi maskesi ve hırsları geniş çapta törpülenerek devam edecek. Yani ulus-devlet bir kültür devleti olacak. Bu kültür devleti, kendi diline ve geleneğine sarılacak ama kendisinden olmayanların haklarını da tanıyacak. Geçmişte dünyaya bunun örneğini Osmanlı İmparatorluğu verdi. Geleceğin kültür devleti, Osmanlı örneğindeki gibi davranacak, kültürlere hâkim olmayacak. Ben Osmanlı’nın dirilmesini savunan biri değilim ama küreselleşmenin en iyi modeli o. Herkesi rahat bırakmış ama hepsinin tepesinde bir şemsiye gibi durarak onları korumuş. Evet, bugün adı ne olursa olsun, bir çatı devletine ihtiyaç vardır. Çelişkilerden ancak öyle kurtulabiliriz. Etnik olarak çoğulculuk (ideolojik değil, Karpat’ın deyimiyle kültürel bağlamda) ama İttihad-ı İslâm ideolojisi çerçevesinde ise birlik esastır. Yani geleceğin Kuveyt’i veya BAE’si bir nevi Lüksemburg veya Monako olacak. Bence Osmanlı karşısında komplekse kapılmanın hiç gereği yok” demektedir (Neşe Düzel’le konuşması: “Dünya devletleri Osmanlı gibi olacak” 01 Haziran 2009 Pazartesi, Taraf gazetesi).

Demek ki günümüzde sıra yeniden çatı devletlerine gelmiştir. Bu noktada bazı eskizler yapan Fehmi Şinnavi, daimi İslâm Zirvesi Konseyi teklif etmektedir. Bu konsey bütün İslâm ülkelerini temsil edecek ve bir de bu konseyin bir sekreteri olacak ve seçimi dönem dönem yenilenecektir. Mevcut İKÖ yapısından farklı olarak kararlar çoğunluk esasına göre alınacak ve üyeleri bağlayıcı olacaktır. Fasid daireye neden olan, tavsiye niteliğinde olmayacaktır. Yine Fehmi Şinnavi’ye göre, devletlerin nüfusu oranında temsilci barındıracak olan Meclis-i Mebusan modeli yeniden canlandırılabilir ve bu suretle Meclis-i Mebusan halifeyi veya emiri’l müminini veya ortak devletin başkanını seçebilir. Bu, Hasan el Benna’nın öngörülerini de akla getirmektedir. Keza yine Hasan el Benna misali Şinnavi şıklardan bir diğeri olarak Müslümanların da bir İslâm Birleşmiş Milletler’i ve buna bağlı olarak Güvenlik Konseyleri olabileceğini öngörmektedir. Alt birimleri olarak da UNESCO, IMF veya İslâm Hukuk Dairesi ve İslâm NATO’su teşekkül ettirilebilir. Bu bağlamda, ortak bir Pazar da faaliyete geçirilebilir. Genel sekreterin de yeni halife sıfatına haiz olabileceğini ifade etmektedir. Bu durumda halife İslâm milletlerinin iradesini temsil eder ve onun adına yürütmeyi deruhte eder. Genel sekreterlik makamındaki halifenin ümmetin iradesini temsil edeceğini ve İslâm Birleşmiş Milletleri kararlarını uygulayacağını kaydetmekte ve görev süresinin de muayyen bir dönemle sınırlandırılabileceğini öngörmektedir.
İslâm Birleşmiş Milletlerine her devletin kendi rejimiyle katılabileceği ve bazısında Kral, bazısında ise Cumhurbaşkanı’nın bu yapıda temsil edilebileceği öngörülmektedir. Bunu da asrın ruhuna ve Müslümanların da hayallerine ve rüyalarına daha uygun görmektedir. Hilafetin bu şekilde modernize edilmesinde bir sakınca görmemektedir. Dolayısıyla bu bâbda söyledikleri bir şekilde Kemal Karpat’ın Bediüzzaman ve Hasan El Benna’nın söyledikleriyle aynı kapıya çıkmaktadır.
Netice olarak; modeller farklı da olsa maksat bir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi