Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Ekonomi büyüyor, fukara küçülüyor

Ekonomi büyüyor, fukara küçülüyor

Son günlerde açıklanan büyüme rakamları herkesi sevindirdi. Yılın son üç ayındaki kalkınma hızının % 11.7 olduğu açıklanmıştı. Bunun anlamı milli ekonomide hızlı bir büyüme ve gelişmedir. Millet olarak büyümemiz kadar insanı mutlu kılıcı bir şey düşünülemez. Allah bu gibi gayretleri zirveye ulaştırsın duasında bulunuyoruz.
Fakat unutulmaması gereken bir nokta var bu büyüme olgusunda... Büyümek için büyümek, gelişmek için gelişmek ya da kalkınmak için kalkınmak, amaçsız bir eylem olmaya mahkûmdur. Kalkınmak için kalkınmak maddeci bir anlayıştır. Esas olan toplumsal huzur için kalkınmak, mutluluk için kalkınmak, insan olarak yaşayabilmek ve nimetlerden adilce pay alabilmek için kalkınmaktır.
Yüce Allah, dünyayı ve dünya üzerindeki bütün nimetleri insanlar için yaratmıştır. İnsanlar dünyadan pay alarak mutlu olsunlar ve kulluğu sadece Allah’a tahsis etsinler diye... yaratılmışlardır. Bütün varlıkların temelinde yatan unsur ve değişmez amaç budur.
Milli gelirin artması, kalkınma ve gelişmenin hız kazanması, makro planda güzel bir şey olsa da, halkın tüm fertlerine yansımayan kalkınma, toplum içinde nimete yakın olanların nimetlerden yararlanması, sınıflaşmanın artması, dolayısıyla belli kişilerin zenginleşmesinden ve nimetlerden istifade edenlerin sayısının sınırlanmasından başka bir işe yaramaz. Millet zengin olur, fakat fertler fakirlikte devam eder. Bununla beraber, zenginler daha zengin, fakirler daha fakir olur.
Bu yapıda devam edilirse, milletin zenginlik ve refahından az sayıda insan yararlanır, büyük çoğunluk bundan mahrum kalır. Dünyada bu sorunun ilacı bulunamadığı gibi, ülkemizde de maalesef çaresi bulunamamıştır. Her geçen gün büyük zenginlerin sayısında artış olmasına karşın, fakirlerin sayısında artış görülmektedir. Bunun ilacı kanaatimizce Müslümanca yaşamaktır, Müslümanca bir sosyo-ekonomik yapıya bürünmektir. Müslümanca yaşamaktan kastımız, İslamı sadece klasik bir ibadetler olgusundan ibaret görmeyip Kur’an’ın bütünlüğüne göre bir hayat çizgisinde yürümeye devam etmektir.
Örnek olarak; yakın tarihe kadar, üniversite mensupları, akademisyenler toplumun gıpta ile baktıkları bir hayat standardını yakalamışlardı. Çocukluğumdan hatırlıyorum, İstanbul’da profesörler sitesi kurulmuştu. Bu ise o günkü şartlarda erişilmez bir konumdaydı. Fakat şimdi bir Profesör’ün refahtan yeterince pay aldığını kim söyleyebilir! Aldığı ücretle ancak ay sonunu getirebilir.
Bir profesörün ekonomik ve sosyal refah derecesi, bir bakkalın çok çok gerisinde kalmıştır. Böyle bir üniversite mensubundan toplumuna, bilime ve düşünceye katkı sağlaması düşünülebilir mi? Bunlardan ancak üniversite lisesi öğretmenleri yetişir, geçinebilmek için ücretli ders okutmaktan araştırmaya ve proje yürütmeye vakit bulmaları imkânsızdır.
Bir genel müdür bir Profesörden daha çok ücret alıyorsa, böyle bir ülkede bilim nasıl gelişecek, böyle bir akademisyen, evindeki kütüphanesini nasıl kuracak? Bilimsel seyahat yaparak bilgi ve düşünme kapasitesini nasıl geliştirecek? Refahtan en üst derecede pay alması gerekenler, üretken olması beklenen akademisyenlerdir. Bu durum maalesef gerçekleşemiyor.
Akrabasının bulunmadığı bir şehirde kendine yakışan bir otelde konaklayamayan yahut düzgün bir lokantada yemek yiyemeyen, arabasını her gün kullanamayan, karnını icabında simitle doyurmaya çalışan akademisyenlerden Hükümetimiz bir şey beklememeli.
Çok sayıda üniversite açmakla üniversal bilgi oluşmaz. Üniversal öğretmenler çoğalır. Eğer üniversite çevrelerinde az sayıda bilimsel ve düşünsel bazı gelişmeler oluyorsa bu da akademisyenlerin şahsi özel gayretleri ve yoğun fedakârlıkları ile olmaktadır. Bunda devletin payı yok gibidir.
Geniş halk kitlelerine gelince, artan milli gelire, ihracattaki patlamaya rağmen, maalesef bu gelirlerden ancak altı ayda bir 20-30 TL arasında bir artış alarak hayat seviyesini yükseltmektedir. Yükseltmektedir, sözümüze kim inanır ki? Bu gibi artışlar gerçekten mizah konusudur.
Bendeniz bu olayı şöyle bir temsil ile anlatmaya çalışıyorum: Bir ailede hane reisi, arılarını gezdiriyor, bol miktarda bal elde ediyor, sonra da bu balı kavanozlara koyarak vitrine yerleştiriyor. Ev halkına da bu balları sadece seyrettiriyor. Bakın ne kadar çok bal ürettik, diyerek kendisini tatmin ediyor, alkış alıyor. Bu baldan ancak haftanın belirli günü hane halkı çok az miktarda yiyebiliyor. Ambarlara yığılan, stok edilen ve kilitlenen erzak da aynen bunun gibidir.
Bugünkü ekonominin buna benzediğini düşünüyoruz. Milletin cebinde olmayan paranın ekonomiye, refah ve mutluluğa direkt bir katkısı olabilir mi? Vatandaşın cebindeki para artmıyorsa, ihracat istendiği kadar artsın, piyasada bir canlanma olabilir mi? Piyasanın canlanabilmesi için halkın geliri artırılacak, kavanozun kapağı açılacak, ambarın kapısı herkese açılacak. Cebine para giren vatandaşın ilk yapacağı iş alışverişe koşmaktır. Piyasanın canlanamamasının sebebi bu değil midir?
Ülkemizde yollar ve sağlık hizmetleri gerçekten mükemmeldir. Bu hizmetler insanları rahatlatıyor, işlerini kolaylaştırıyor. Fakat bu hizmetler insanların karnını doyurmuyor, ihtiyaçlarını karşılamıyor. Bunlar ekonomiyi canlandırmıyor. Belki kavanozun içinde bekletiliyor. Esas mutluluk ve kalkınma, halkın her bir ferdinin ekonomiden ve refahtan yeterince pay alması ile mümkün olur.
Hükümet, bu soruna mutlaka çare bulmalıdır. Kavanozun ağzını açmalı ve herkese bal yedirmelidir. İnsanların karnı edebiyatla doymaz, doymuyor. Ben halkın her zaman içinde yaşıyorum. Halk iş ve aş bulamıyor, çiftçinin ürettiği mallar para etmiyor, zaruret şartlarında hayatını sürdürüyor. Bu çağda zaruret şartlarından değil, refah şartlarından bahsedilmesi gerekir.
Hükümetin gerçekten ağır ve büyük bir sorumluluğu vardır. Eğer bu sorumluluğunu gereği gibi yerine getirmezse, getiremezse bunca hizmetlerin heder olması, demokrasi ve özgürlük alanında alınan mesafenin gerilemesi söz konusu olabilir. Milletin istekleri doğrultusunda başarılarının devamı, büyüyen ekonomiye paralel olarak fukaranın da büyümesinin sağlanması, farz derecesinde bir görevdir. Aksi durumda görev değişikliğinin kaçınılmaz olduğunu hükümetin çok iyi bilmesi lazımdır.
Halk kesimine, karnı aç olanlara, her gün iflas bayrağını çekenlere, iş bulamayanlara kulağını sağlıklı bir şekilde eğmeli ve bunların derdine mutlaka çare bulmalıdır. Eğer bu dertlere merhem olamazsa, günah milletin üzerinden gider, hükümet de gider.
Bu vesile ile bir daha ifade etmeliyiz ki; yükselen ve büyüyen ekonomiye paralel olarak gelişen ve zenginleşen insanlar yanında, her gün varlık alanı daralan fakirlerden söz edilebilmelidir artık... Ekonomik büyüme halka yansımalıdır. Yoksa millet bunun bedelini çok ağır ödeyecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi