Yunus Vehbi Yavuz

Yunus Vehbi Yavuz

Başörtüsü yahut türban meselesi (1)

Başörtüsü yahut türban meselesi (1)

Bugünlerde siyasetin gündemine oturan başörtüsü yahut türban meselesi, yeniden kafaları kurcalamaya başladı. Konu medyada tartışılıyor. Bu tartışmalar bana o kadar garip, o kadar şaşırtıcı geliyor ki!..
Bir düşünün, erkekler başlarına şapka mı alacaklar, açık baş mı gezecekler yahut pantolon mu, şalvar mı giyecekler? Böyle bir konunun gündeme geldiğini düşünün, herkes buna şiddetli bir şekilde tepki gösterir, yahut bunu hiç kaale almaz.
Fakat konu kadın olunca, başına ne giyeceği, nasıl giyeceği, nerede ve ne zaman takacağı, nasıl bağlayacağı; hatta renginin ve modasının nasıl olacağı, medeniyet yolundaki adımlarını yavaşlatacak hatta duraklatacak şekilde, toplumu tartışmalara, çekişmelere, ağır zulümlere ve mağduriyetlere sebep oluyor. Acaba neden?..
Meseleye tarih penceresinden bakarsak, konu daha iyi anlaşılacak. İslâm’dan önceki tarihlerde ve yakın tarihlere kadar, dünyanın her tarafında, özellikle Batıda kadın insanî birçok haklardan yoksundu. Kadının kaderi hakkında erkekler karar veriyor, hangi haklara sahip olduğunu onlar tayin ediyordu.
Bugün Türkiye’deki Batıcılar da aynı yolu tutmuşlardır, aynı şeyi yapmaktadırlar. Bu durum bir tesadüf eseri değildir. Belki eşyanın tabiatına uygundur. Batıyı taklit edenlerin Batı gibi iş yapması normaldir. Bir genel kural vardır. “Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur”, “Aynı kültür, aynı zihniyet, aynı uygulamayı intaç eder” diye...
Türkiye’de başörtüsü konusunun uzun zamandan beri kamuoyunu meşgul etmesinin ve büyük halk kesimini rahatsız eder hale gelmesinin temelinde yatan sebebin bu olduğu kanaatindeyiz.
Bu meselede şiddetli muhalif olanların, bir an için Batı kültür ve zihniyetinden sıyrıldıklarını ve dedelerimiz gibi, milli kültürümüzle donanmış olduklarını düşünürsek, böyle bir problemin gündemde olmasının mümkün olmadığı anlaşılır. Esas mesele, zihniyet meselesidir. Bu zihniyet cahiliye zihniyetidir. 21. yy’da bu zihniyet gerçekten toplumumuza hiç yakışmıyor, insanımızı şık göstermiyor.
Başörtüsüzlük bizim kültürümüzden, bizim tarih derinliklerimizden gelmemiştir. Belki Batıdan gelmiştir. Batıcılar, Batıdan gelen bir olguyu bir türlü terk edemiyorlar. Gençleri zorlamanın, yapılan bunca anlamsız işkencenin, topluma verilen sıkıntının asıl sebebi işte budur.
Başörtüsü hakkında Cumhuriyet kanunlarında ve devrimlerde asla bir yasaklayıcı hüküm bulunmamasına, fakat erkek kamu görevlileri için şapka giyilmesi noktasında açık hüküm bulunmasına rağmen, bugün hiçbir erkek memur şapka giyinmiyor, dolayısıyla bu memurlar devrim kanununu ihlâl ediyorlar.
Oysa devrimin bina edildiği temellerden biri budur. Buna kimsenin ses çıkarmamasının asıl sebebi, işin ucunun erkeklere dokunmasıdır. Şapka giyinmek, artık erkek memurlara zor geliyor, kıyafete ve özgürlüğe bir tür müdahale olarak algılanıyor, hiçbir erkek memur şapka giyinmiyor.
Fakat kadınların başörtüsü hakkında bir kanun, bir hüküm bulunmamasına rağmen, kamu alanında başörtüsü yasağının getirilmesi, kadınların isteği ile olmamıştır, buna erkekler karar vermiştir, kafalarından yasak uydurmuşlardır. Tıpkı cahiliye dönemindeki Batıda olduğu gibi...
Cahiliye döneminde kadının kaderi erkeklerin iki dudağı arasındaydı. Bugün de aynı şey gerçekleşiyor. Bunca genç kızımızın, erkeksi bir egemenlik anlayışı sonucu ilim-irfandan yoksun bırakılması, onları diri diri gömmekten farksızdır. Bu eylemi, bu çağda tekrarlamak ve yapmak, yazık-günah değil midir?
Atatürk, Türk kadınının ne giyeceği, nasıl örtüneceği yahut örtünmeyeceği ile zamanlarını meşgul etmemiş, Türk milleti için ileri hedefler göstermiştir. Bu hedefe doğru ilerleyenler, onun yolundadır. CHP, sorunun çözümü için iyi bir yola girmiştir. Bu konuda attığı adımın sonunu getirmesi gerekir. Gerçekten sevindirici bir gelişme olacaktır. Dünyanın hiçbir ülkesinde kimin, ayağına yahut başına ne giyeceği ile kimse meşgul olmaz. Belki ne düşündüğü ve ne yaptığı ile uğraşır.
Başörtüsü aleyhinde şiddetli tutum içinde olanların ne aklî, ne mantıkî, ne de kanunî bir dayanakları yoktur. Böyle bir dayanakları olmadığı halde, millete kendi yorumlarını ve keyfî tutumlarını dayatmalarının da bir dayanağı yoktur. Allah katında bunun hesabını nasıl vereceklerdir, bilemiyorum...
Başörtüsünün hükmü, dinin alanında olmasına rağmen, yıllardır devlet ve siyaset adamlarının bu konuya müdahale etmeleri, lâikliğe aykırı bir davranıştır ve suçtur. Siyasetçiler namazda setr-i avret nasıl olacak, namazı bozan şeyler nelerdir, iğne orucu bozar mı? Gibi konularda hüküm çıkarmaya yahut fetva vermeye kalksalar, son derece garip karşılanmaz mı? Bir siyaset adamına böyle bir soru yöneltilse, elbette bu konunun din uzmanlarına sorulmasını önerir. Başörtüsü de aynen bunun gibi bir meseledir, İslâm dininin alanı içindedir, bunun hükmünü Yüksek Din Kurulu’na ve din bilimleri uzmanlarına bırakması gerekir.
Konuyu ilahiyat fakültelerindeki birkaç isme götürmek, uzmanına götürmek anlamına gelmez. Zira o kişiler siyasetin içine girmişler ve tarafsızlıklarını kaybetmişlerdir. Bu gibi kimselerin vereceği fetva, muteber olmaz. Zira fetvanın makamı vardır, Diyanet İşleri Başkanlığı makamından başka fetva salahiyeti olan bir merci yoktur.
Başörtüsünün mutlaka çözülmesi gerekir. Başörtüsünün çözülmesi, kanaatimizce öyle zor bir iş değildir. Eften püften bahanelere dayalı sorunlar çıkararak milletin medeniyet yolundaki ilerlemesinin önüne taş koyanlar, bu millete değil, bu milleti sevmeyenlere hizmet etmiş olmuyorlar mı?..
Türban-başörtüsü ayrımı yapmak da bu konunun sorun haline getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu gibi düşünceler türbanı çözmez, aksine daha da içinden çıkılmaz hale getirir. İslâm dini kaynaklarında, başın örtülmesi için, türban diye bir ifade yer almaz. Türban, örfî bir kavram olup, 1987 türban olaylarından sonra devlet adamlarının çözüm olarak kabul ettikleri bir örtü şeklidir. Başörtüsü değil de türban kavramının kullanılmasını istediler. Bunun da sebebi, başörtüsünün daha kaba ve ağır olmasına karşın, türbanın modern olması, ehven kabul edilmesi idi. Bu şekilde bir çözüm bulunarak üniversitelerde başörtülülerin mağduriyetinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Özet olarak şunu ifade etmeliyiz ki; Cumhuriyet’in ilelebet devamı, dinî özgürlüklerin devamı ile daha da güçlenir. Gereksiz yasaklar, devlet ve milletin geleceği için çok tehlikelidir. Dayatmalar, insanları soğutur. Sevginin hâkim olması, dayatmaların çöpe atılması ile mümkündür. Tarih bunun canlı bir şahididir. Bilgelik yapalım, cahillik etmeyelim, muhterem hanımlarımızı, kızlarımızı cahiliye baskısından kurtaralım.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yunus Vehbi Yavuz Arşivi