Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Can gidici, ten gidici, mal gidici; bu hırs neci?

Can gidici, ten gidici, mal gidici; bu hırs neci?

Gelip de gitmeyen var mı şu âlemden. Hangi gelen geldiğinde topladıklarını alıp götürdü?
Canın tenden, tenin maldan alacağı var. Alacakların tahsilinin bir kısmı bu dünyada görülür, bir kısmı öte âlemde. Her insan hayattayken buradaki hesaplaşmayı yaşar.
Başımıza gelen musibetlerin pek çoğu işte bu alacak verecek hesabının bir gereğidir. “Ben ne yaptım da bunlar başıma geldi” dediğimiz an, alacaklı alacağının belli kısmını tahsil etiği andır.
Böyle öğrettiler bize öğretenler. Aklımızdan şu soru hiç geçmedi; “Acaba bize bunları öğütleyenler, kendileri öğütlediklerine sadıklar mı”?
Daha doğrusu böyle bir soru sormayı ihanet saydık. “Büyüklerdir, bir bildikleri vardır, itaat gerek, inanmak gerek, tabi olmak gerek, isyan gerekmez” dedik.
Yani bunu da öğretmişlerdi. Sadakatten, vefadan, fedakârlıktan laf açtıklarında gözlerimizin içine bakarak beyinlerimizi dumura uğratmışlardı.
Gözlerinden gözlerimizi alamadığımız için; “Siz bu fedakârlığın, sadakatin, vefanın neresindesiniz” diye de soramadık. Bunu da ayıp saydılar, hatta günah saydılar.
Şahsen ben bu ayıbı ve günahı işlemek isterdim. Ama işleyemedim. İşlediğimde dışlanacağım korkusu yetti.
Oysa esas olan Allah’ın dışlayıp dışlamamasıydı ama bunu da öğretmemişlerdi. Doğrusu biz de pek öğrenmek istememiştik, belki de işimize gelmemişti.
Şimdi artık çok geç. Kimseye ne isyan edecek ne de muhalefet edecek durumda değilim. Ne yazık ki onların günah galerilerinde bizim de tuzumuz var.
Bildik, bilmezden geldik. Gördük, görmezden geldik. Duyduk, duymazdan geldik. Gerçeklerin üzerini örtüp, “Dedikoduya sebep olmayalım” diye başka sulara yelken açtık.
Dedim ya şimdi artık çok geç. Kişisel günah galerim epeyce dolu zaten.
¥
Hep canın gidici, tenin çürüyücü, malın geçici olduğunu öğrendiğimizde, sımsıkı dünyaya sarılmak yerine elimizin ucuyla tutunduk, çünkü “öyle tutunun” dediler.
Öyle aldanmış ve aldatılmışız ki, meğer böyle söyleyen ve düşünenler, mallarına mal katmış, canlarına can katmış, tenlerine ten katmışlar, ayazda kalan biz olmuşuz.
Meğer mal, can ve ten bağımlılığı; insanı o hale getirirmiş ki; hırs sahibi, kin sahibi, öfke sahibi yapar ve tüm insani melekeleri yok edermiş.
Rabbim bir de kullarına örnek olsun diye gösterirmiş. Hafifçe öksürdüğünde bile organları dökülecek hale gelmiş insanların hırslarını görmek insanı gerçekten ürkütüyor.
“İyi ki de ölüm var” sözünü hep sevmişimdir. Ya olmasaydı, ya analarımız babalarımız, onların anaları, babaları ve yukarıya doğru herkes yaşasaydı. Mal, can, ten geçici olmasaydı, dünyanın hali nice olurdu.
Masumların cüzdanları ve vicdanları üzerinden hırs yapan insanları görünce, Asrın imamı Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat ettiğindeki mal varlığı geldi aklıma.
Üstad vefat ettiğinde; “iki çift ayakkabı, onun da biri birinin eşi değil. Bir kırık kaşık, alüminyum demlik, bardaklar, küçük sofra bezi, birer kutu şeker ve çay.”
İşte canın da malın da tenin de gidici olduğunu bilmek ve arkasında kıyamete kadar Fatih’a okunacak eserler bırakmak böyle bir şey olsa gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi