Faruk Çakır

Faruk Çakır

“Tak, tak, tak; kim o?”

“Tak, tak, tak; kim o?”

Malûm olduğu üzere, basın özgürlüğü Türkiye’nin gündemini sürekli meşgul eden konular arasındadır. Ekseriyetle iktidarlar ‘medya’ ile kavgalı olurken; muhalefet ‘medya/basın özgürlüğü’ safında yer alır. Muhalefetteyken ‘basın özgürlüğü’nden yana olduğunu söyleyenler de bir şekilde iktidara geldiklerinde bu defa onlar ‘medya’dan şikâyetçi olur.
Elbette ‘basın mensubu’ olmak hiç kimseye ‘suç işleme hakkı’ vermez, ama neyin suç, neyin basın özgürlüğü olduğu noktasındaki ‘çizgi’ de çok tartışılıyor. Bazen bir röportaj ‘suçu ve suçluyu övmek’ anlayışıyla değerlendirilirken, bazen de duyanların ‘hakaret’ kabul ettiği söz ve davranışlar ‘basın/fikir özgürlüğü’ yorumuyla değerlendiriliyor. Nitekim, bakanlara ve başbakanlara dahi en ağır hakaretler edildiği halde ceza almayanlar da olmuştur.
Meselenin temelinde hızlı işlemeyen ve âdil olmayan bir yargı anlaşıyışı vardır. Tam da “Avrupa’nın en büyük adalet sarayı”nın açıldığı günlerde; hak, hukuk ve adalet kavramlarının tartışılması dikkat çekici. Hepimiz biliyoruz ki Türkiye ‘en büyük adalet sarayları’ndan daha önce; ‘en âdil yargı anlayışı’na muhtaçtır. Bu demek değil ki, ‘saray’lar olmasın. Olsun, fakat önceliğin ‘adalet’te olduğu da unutulmasın!
Ergenekon soruşturmaları çerçevesinde yapıldığı açıklanan son operasyonlar tartışmaları biraz daha alevlendirdi. Yorumlara bakıldığında bir tarafın değil de ‘her taraf’ın bu hadiseleri ihtiyatla karşıladığı, yüksek sesle ‘Acaba?’ diye sorduğu görülüyor.
Bazı ‘büyük gazete’ler gibi “gizli bilgi”lerden haberimiz olmadığı için iddialı yorumlar yapmamız da mümkün değil. Fakat son dalganın umumî bir akıl karışıklığına yol açtığı ortada. Hatta, bu adımların devam eden süreci sulandırabileceğinden dahi bahsediliyor ki, böyle bir ihtimal en başta ‘Hakikat tecelli etsin’ diye bekleyenleri hayal kırıklığına uğratır.
Şu da var ki, zaman zaman ‘sistem’den kaynaklanan bazi ciddî hatalar da yaşanıyor. Meselâ, geçen günlerde bir vesile ile Ankara’ya giden Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, kaldığı otel odasında sabahın köründe ‘baskın’a uğramış ve “Hakkınızda yakalama emri var. Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor” denilerek “Esat Karakolu”na götürülmüş. Sonra anlaşılmış ki, bir dâvâ sebebiyle hakkında ‘yakalama’ kararı verilmiş, ama sonradan o karar kalkmış. Ancak bu ‘bilgi’ nasıl olmuşsa İstanbul’dan Ankara’ya ulaşamamış. Neticede sabah 05.00’te karakola götürülen Ahmet Hakan, 09.30’da “Serbestsin!” denilerek bırakılmış. (Hürriyet, 25 Şubat 2011)
Daha önce de pek çok gazeteci ve gazeteci olmayanlar benzer uygulamalarla karşı karşıya kaldı. Bu, ‘sistem’de hatalar olduğunu gösteriyor. Böyle hadiseler karşısında “Ne var bunda?” demek yerine, tekrarlanmaması için gayret etmek lâzım. Doğrusu, iş icabı otellerde kaldığımızda benzer uygulamalarla karşılaşmaktan endişe ediyoruz. Nihayetinde hakkımızda açılan dâvâlar oldu. Haberimiz yokken ‘Aranıyor’ durumunda kalmış olabiliriz.
Elbette Ergenekon soruşturması ‘basit’ bir soruşturma değil. Ancak ‘yaş’ların ‘kuru’larla yanmaması için dikkat etmek de gerekiyor.
Kapılarımızın yanlışlıkla çalınmamasını ve “Kim o?” dediğimizde de “Bir isteğiniz var mı?” diye cevap almayı umalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi