Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

“Vekil” mi seçiyoruz yoksa “liste seçimi” mi yap

“Vekil” mi seçiyoruz yoksa “liste seçimi” mi yap

Evet, sayılı günler çabuk geçiyor. Erdoğan, Kılıçdaroğu, Bahçeli, vs derken, bu seçim kampanyasının da sonuna geldik: Laf cambazlıkları, çılgın projeler, sıfır katkı ile aileyi sigortalayan-karşılıksız alışveriş imkanı sunan sihirli kartlar, kasetler, kavga-gürültü... Yarın sandık başına gidilecek ve dört yıl daha bizi kimlerin yöneteceğine karar verilecek.

Bunlar bilinen şeyler. Benim sormak ve dikkati çekmek istediğim nokta şu: Yarın, gerçekten, seçilecek milletvekillerini biz mi seçmiş olacağız?
Bu soru belki bazılarına anlamsız ve anlaşılmaz gelebilir. O zaman daha basit bir şekilde soralım: Adayı olduğu partiye oy vermek suretiyle milletvekili yapacağınız insanlardan hangisini, ne kadar tanıyorsunuz? Söz hakkınız olsaydı onları aday yapar mıydınız? Aday adaylarının aday olmasında herhangi bir katkınız oldu mu?
Peki, soruyu şöyle sorsak: Biz yarın gerçekten, özgürce, seçilmesini istediğimiz insanlar için mi oy kullanacağız yoksa birileri tarafından (liderler) oluşturulmuş (seçilmiş) listeler arasında bir tercih mı yapacağız. Bir listeyi mi onaylayacağız? Yani Ahmet bey, Mehmet bey, Fatma hanım için mi oy kullanacağız yoksa A partisi, B partisi, C partisi(nin listeleri) için mi?
Mesela şöyle düşünebilir miyiz: İlimizde A partisinin listesinde 3 iyi isim var ama 1 tane de milletvekilliğini hiç yakıştıramadığımız var. B partisinde ise 3 isim yaramaz ama 1 isim de gerçekten çok değerli. Oysa tam da Mecliste olması gereken bir kişi... Tamam, A Partisindeki 3 ismi seçeyim ama 4. isim olarak da B Partisindeki o değerli insana oy vereyim. Böylece bizi (ilimizi) çok yetkin bulduğumuz bu dört isim temsil etsin!..
Evet, şartlandırıldığımız sistem içinde ne kadar uçuk bir düşünce değil mi?.. Oysa düz mantıkla bakıldığında, hiç de anlamsız gibi görünmüyor... Böyle bir sistem yapmak çok mu zor? Sanmıyorum. Birtakım sorunlar yaşanmış olsa da ÖSYM’de 2 Milyon’a yakın öğrencinin her biri için ayrı soru kitapçığının hazırlanabildiği (ya da hazırlanması düşünülen) bir seçme (sınavı) seviyesine ulaşılmışken, bu tür düşünceleri saçma bulmamak gerek.
...Bir şeyler yapmak lazım. Yoksa bugünkü şekliyle seçimler gerçek bir seçim değil, demokrasi de gerçek bir demokrasi. Yani sonuçta biz, yarın, liderlerin oluşturduğu listeler arasında bir tercihte bulunacağız: Erdoğan’ınki mi, Kılıçdaroğlu’nunki mi ya da bir başkasınınki mi?.. Birini onaylayacağız. Sözün özü: liderlerin esiriyiz...
Şimdi bu noktada, yine uçuk (gibi gelecek) bir soru daha sormak istiyorum. “Bu seçimlerin, mesela Suriye’dekinden ne farkı var?” İsterseniz buna ben cevap vereyim: Aslında, özde hiç de bir farkı yok. O gibi ülkelerde de seçim yapılıyor; lider (buna diktatör de diyebiliriz) bir milletvekili listesi hazırlıyor ve halkın oyuna (aslında onayına) sunuyor. Yani orada da milletvekili olacakları belirleyen bir “güçlü adam” var. Bizimkiyle farkı: “güçlü adam” onlarda bir tane, bizde ise parti lideri sayısı kadar. Ve biz, Suriye’deki gibi (zaten başka liste olmadığından) zoraki bir listeyi değil de “lider sayısı kadar liste” arasından birini tercih ediyoruz. Sadece böyle bir şansa sahibiz, o kadar!..
Liderler ne derse desin; demokrasimiz bu ve benzeri yönleriyle eksik, aksak ve ayıplı bir durumdadır... Çözüm?.. Aslında zor değil. Sadece iki maddelik bir değişiklikle demokrasimizde ciddi bir ilerleme sağlanabilir.
- İnsanlar değişik partilerden adayları olmasa da üyesi olduğu partinin adaylarını seçebilmelidir. Bunun için partiye (cüzi miktar da olsa) aidatını veren her vatandaş oy kullanmak suretiyle ilindeki milletvekili (ya da belediye başkanı) adaylarını belirleyebilmelidir. (Bu noktada, listeler oluşturulurken liderlere, yakın çalışacağı insanları -mesela milletvekili sayısının %10-20’si gibi- doğrudan seçme şansı verilebilir)... İnsanlar ancak bu durumda, “Bu seçim benim de seçimimdir, bu çorbada benim de tuzum var” der ve vatandaşlık bilinciyle ülkesine, milletine karşı sorumluluk duyar.
- Artık istikrar epeyce süre sağlandığına ve pek çok kurum da yerli yerine oturtulduğuna (!) göre milyonlarca oyun çöpe gitmemesi için “seçim barajı kaldırılabilir, kaldırılamıyorsa da % 5’lere indirilebilir” diye düşünüyorum. Bu oranı tutturamayan partilerin aldıkları oyların da heba olmaması için, mesela “Türkiye milletvekilliği” gibi bir statü oluşturulabilir. Partilere, aldıkları oy yüzdesi oranında Türkiye milletvekilliği verilir. Bunların sayısı örneğin 100 kadar olabilir.
Diyelim ki seçimlerde birinci olan parti % 35 oy aldı ve 250 milletvekili çıkardı. İkinci olan parti de % 25 oy aldı ve 150 milletvekilliği kazandı. Barajı aşamayan bir küçük parti ise %1 oy aldı ve dolayısıyla milletvekilliği kazanamadı. Bu yeni sisteme göre birinci olan parti 250 milletvekilinin yanında (%35’in karşılığı olarak) 35 milletvekili, ikinci olan parti de 150 milletvekilinin yanında (%25’in karşılığı olarak) 25 milletvekili daha kazanacaktır. Bugünkü sisteme göre barajı aşamadığı için hiç milletvekili çıkaramayan parti ise aldığı %1 oy oranının karşılığı olarak 1 Türkiye milletvekilliğine sahip olacak ve kendisine oy veren yaklaşık 500 Bin seçmenin meclisteki temsilcisi olacaktır... İşte ancak o zaman bu insanlar da kendisini dışlanmış hissetmeyecek, “Bu meclis benim de meclisim” diyecek ve vatandaşlık bilinciyle ülkesine bağlanacaktır. Sanıyorum ki “Tek Devlet”in devamlılığının geçtiği yol da burasıdır.
Şimdi... Milletin sandık başına gitme hususunda şevkinin kırılması endişesiyle, “Tam da seçim üstü, böyle bir yazının ne gereği vardı” diyenler olacaktır, eminim. Belki, okursa (bugün kimse okumaz ya!) ya da duyarsa (bugün kimse duymaz ya!) lider konumundakiler de bozulacaktır ama durum aynen böyle.
Bunları gizlemeye gerek yok. Sonuç itibarıyla, ülkemizde, hadi lider diktatoryası demeyelim ama lider sultası altında bir demokrasi oyunu oynanıyor... Her şeyi bu kadar çıplak görürken gördüğümüzü söylemeyelim mi yani? Kaç (sözde) seçim daha bekleyelim? Bir aldatmaca varsa, ya da yarım olan bir şeyin (demokrasinin) tamamlanmasını istiyorsak bunda ne kötülük var? “Kula gölge olan Allah’a ayan” değil mi. Üstelik ben kimseye “Kış ola bağlana yolların dostum” da demiyorum. Herkes yoluna gidiyor ve yarın, milletin teveccühü oranında oyunu da alacak... Bütün söylediklerim geleceğimiz için.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi