Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Asker’e son mektub’un ardından...

Asker’e son mektub’un ardından...

(3)Hep “asker millet”iz, “ordu millet”iz deriz ya, aslında bu söylemde, sivile düşen sadece ve sadece (askere teslim olmak demeyelim ama) askerin emrine girmek oluyor. Siville Asker arasında “karşılıklı birbirini tanıma, münazara etme, ortak akıl kullanma, birlikte karar verme” gibi bir kontrat yapılmadan tek taraflı umumi bir sözleşme imzalanmış sanki. Bir taraf “kural koyan, emreden, uygulayan” diğer taraf kendine “kural dayatılan, emredilen, üzerinde(n) uygulama yapılan” bir pozisyonda.
Böyle olunca Asker “üstün, sahip, efendi” sivil ise “ezik, malzeme, hizmetli” konumuna giriyor... Bu durum zaman içerisinde şuur altında yer ediniyor ve psikolojik olarak her iki tarafça içselleştiriliyor. Mesela bir erin komutanınca (hatta bir üst devre arkadaşı tarafından) dövülmesi dahi askerliğin ayrılmaz bir parçasıymış gibi algılanmaya başlıyor. Komutana, dahası askerlik mesleğine bu veya benzeri bir yanlış kondurulamıyor.
Bu durum iletişimin bu denli kolaylaştığı, sivilin entelektüel seviyesinin eskiye göre bayağı yukarılara çıktığı, hiçbir şeyin gizli kal(a)madığı bir dünyada sıkıntı yaratıyor artık. “Ordu millet”... Evet tamam da “bu içselleştirme”den çok farklı bir algılamayla olursa, tamam!. Şimdi sizlere bu konuya örnek olabilecek, zata postalanmış eski bir mektubu sunmak istiyorum.
Sayın Genelkurmay Başkanım,
Zat-i âlinizi, bir yurtdışı görevimizde gelişen ve kurumunuzu direkt ilgilendiren bir konuda bilgilendirmek istiyorum.
Bizler, ülkemizin değişik eğitim hastaneleri ve üniversitelerinden müteşekkil bir sağlık ekibi olarak (35 kişi, çoğu doçent ve profesör) 19-25 Nisan 2006’da, tarihten gelen dostluk, kardeşlik ve TC Sağlık Bakanlığı ile Afganistan Sağlık Bakanlığı arasında yapılan bir protokol çerçevesinde, Afganistan’ın başkenti Kabil’e bir haftalık bir “Sağlık Eğitimi Bilgi Alışverişi” (The First Medical Week, between Aphganistan and Turkey) etkinliğinde bulunduk.
İlk kez düzenlenen böyle bir etkinliğin özellikle dost ülke olan Afganistan ve tabii bizler için de oldukça yararlı geçtiğini söyleyebilirim. Bu çerçevede bilimsel sunular yanında sosyal faaliyetlerimiz de oldu. Hastaneler gezildi, üniversite, Sağlık Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı vs ziyaret edildi. Bazı resmi veya resmi olmayan (STK’lar) kurumların da davetlisi olduk. Özellikle TİKA’nın (Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) faaliyetlerini ve canhıraş çabalarını görmek (yüzlerce yabancı STK’nın yanında biraz zayıf gibi kalsa da) bizlere “ülkemizin oralardaki olumlu faaliyetleri ve etkinliği” açısından umut verdi.
Bu arada, buralara kadar gelmişken ve neredeyse her kurumu ziyaret etmişken, “ülkemizden binlerce kilometre uzakta görev yapmakta olan İSAF’taki (International Security Assistance Force) kahraman Mehmetçiğimizi de ziyaret etmeden, onlarla kucaklaşmadan, hasret gidermeden olmaz” diye düşündük. Zira hem bizim hem de Mehmetçik için bulunmaz bir fırsat olacaktı bu... İsteğimizi, biraz da esprili bir dille, “doktorlar Mehmetçik’le karavanaya oturmak istiyor” şeklinde, Türk Birliği’nin sayın komutanına (...Albay), temsilcisi aracılığıyla ilettik. Erkekli-bayanlı, her arkadaşım Mehmetçik’le kucaklaşmaya, onlarla sevgi yumağı oluşturmaya çok hazırdı. Herkes bunun gerçekleşeceğinden emindi.
Ama gelen cevap hiç de beklendiği gibi olmadı, maalesef. Talebimiz “farklı bir cevapla” reddedildi. Sayın Albay, “Böyle bir ziyaret isteğine ben cevap veremem, buna yetkim yok, Genelkurmay’a yazarsam da cevabı ancak 8-10 günde gelir” demişti! Doğrusu çok şaşırdık. Üstelik bu cevap tam da, Sayın Büyükelçi’nin bizler için verdiği resepsiyonda, “FB-GS maçını burada izleyebilir miyiz?” ricamıza “Bizim salonumuz dar, en fazla 10 kişi alır, zaten televizyonumuz da bozuk” sözleri üzerine gelmişti!.. Yani bize karşı bir Büyükelçi-Komutan koalisyonu ya da ortak tavrı... Malum, Sağlık Bakanlığı’nı, dolayısıyla Hükümeti temsilen gidiyorduk! (Oysa biz Türkiye Cumhuriyetini adına gitmiştik). Eee o zamanlar Hükümet de herhangi bir Bakanlık da gerici, yobaz, irticacı vs filan!...
Gerçekten herkes çok üzüldü. Sayın Büyükelçi’nin (bana göre meşum) cevabı ve maç bir yana, herkes Albay’ın sözlerinin ne derecede hakikatı yansıttığını tartışmaya başlamıştı. Gerçekten yetkisi yok muydu? Yoksa sahiden, en üstün donanıma sahip olduğuna inandığımız askerimizin Genelkurmay’la irtibatı 8-10 günde mi gerçekleşebiliyordu!?
Biz iki durumun da arizi olduğuna, Sayın Albay’ın (her ne sebeple olursa olsun) gerçekleşmesini istemediği bir talebi reddetmek için takındığı tavrın, sarf ettiği sözlerin hem kendisine (ama daha da önemlisi) hem de milletimizin göz bebeği olan kurumunuza yakışmadığına kanaat getirdik. “Böyle bir şeye hiç kimsenin hakkı ve haddi olamaz” diye düşündük.
Bu sebeplerle kurumun başı ve aynı zamanda bu hususlara duyarlı olduğuna inandığımız bir insan olarak zat-ı alinizi bilgilendirmek istedim. Gereğini bilgileriniz arz ederim.
Saygılarımla... 2 Mayıs 2006
Not: Aslında, bu yazının altına imza atmak isteyen pek çok arkadaşım oldu. Fakat ben, “toplu bir hareket gibi algılanması, bir şekilde basına sızıp TSK şu ya da bu şekilde zarar görmesin” düşüncesiyle bunu kabul etmedim.
Evet, mektup bu kadar. Postaladım ama bir cevap alamadım. Belki Sayın Genelkurmay Başkanı’nın eline geçmedi (bana göre bu ihtimal biraz zor, yani böyle bir durumun bu kurumda yaşanmaması gerekiyor), belki muhatap alınmadık, bilemiyorum. Her neyse ama işte böyle küçük gibi görünen şeyler sivilin yüreğini yaralıyor, zihninin bir tarafına takılıyor ve...
Bu kadar düşünsel anlamda “Asker” yazısından sonra bir de bizzat yaşadığım somut bir olayı aktarmak istedim. İki tarafın da birbirini anlaması için bu tür açılımlara ihtiyacı var çünkü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi