Faruk Çakır

Faruk Çakır

“Ah” alan bankalar

“Ah” alan bankalar

Ahlâktaki yozlaşma sadece insanlar arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep olmadı. Aynı zamanda ticarî hayatı da etkiledi ve dolaylı da olsa bankaların, faizcilerin ve tefecilerin işine yaradı. Hemen herkes hem bankalardan ve faizcilerden şikâyet ediyor, hem de onlarsız ticaret ve ziraat yapamaz hale gelmiş. Sadece ticaretle uğraşanlar mı bankalara ve faizcilere muhtaç? Maalesef memurundan işçisine, nüfusumuzun büyük bir bölümü bankaların kurduğu ‘faiz tuzağı’na düşmüş ya da düşme tehlikesiyle karşı karşıya...

Bir vesile ile iki üç günlüğüne de olsa İstanbul’un kargaşasından uzaklaşma imkânı bulduk. Bu zaman zarfında Samsun’un Çarşamba ilçesinde temas ettiğimiz esnaf ve çiftçilerin bankalardan yana şikâyetlerine şahit olduk. Bazı esnaf ve çiftçiler bankaların faiz tuzağına düşmüş ve kurtulma mücadesi veriyor, kimileri de bu tuzağa düşmemek için azamî gayret sarf ediyor. Faiz tuzağına düşerek bankalara borçlananlar bin pişman, ama pişmanlık fayda vermiyor. Hem maddî, hem de manevî bir yıkım yaşadıkları gün gibi ortada. Faiz tuzağına düşen bir çiftçi diyor ki, “O kadar birbirimize, eşimize, dostumuza güvenmiyoruz ki; cebimizde para da olsa birbirimize borç vermiyor ve bankaların tuzağına düşüyoruz. Parası olduğu halde borç vermeyen adam da haklı, çünkü güven bitmiş. Mecburen bankaların tuzağına düştük. Ama bir daha faizle iş yapmak mı? Tövbe...”
Başka bir esnaf, geçmiş yıllardan ibretli bir misal veriyor: “Bizim Çarşamba’da esnaf demek, milletin güvendiği, şahit tuttuğu, parasını emanet ettiği kişiydi. Meselâ bir adam bir kamyon malı (inek, koyun, keçi, v.b.) buradan arabaya yükler ve İstanbul’a götürüp satardı. Aldığı parayı çanta ile, torba ile getirir, masamızın üzerine atar ve ‘Bu para bana şimdi lâzım değil, sende emanet kalsın’ derdi. İnanın senet, sepet, imzalı kâğıt bile istemezdi. Biz de paraları alır ve çelik kasalarımızda saklardık. Şimdi bunu anlatsak, kim inanır?”
Tabiî ki bu anlatılanlar sadece Çarşamba’ya mahsus bir hal değil. 10 değilse 20 sene önce bu görüntülerin benzerleri bütün il ve ilçelerde yaşanırdı. Maalesef, temelini inancımızdan alan bu davranışlar zamanla tahrip edildi ve kardeşin kardeşe şüpheyle yaklaştığı yıllara geldik. Bu duruma gelmemizde ‘idareciler’imizin de kabahatı vardır. Onlar güzel örnek olmaları gerekirken bunu yapmadılar. Nefis ve şeydan da bu hususta ‘kötü’lere yardım edince ticarî ahlâk da, güven de, itimat da uçup gitti.
Peki, ne yapmalıyız? Bugünkü feci durum bizi ümitsizliğe düşürmemeli. Aksine bu hastalığı ‘tesbit’ olarak görüp hemen çare ve tedavi yollarını aramalıyız. Eğer bunu yapmaz ve “Bize birşey olmaz” demeye devam edersek bugünkü ‘yara’ Allah muhafaza etsin yarın ‘kangren’ haline gelebilir.
“Dert bilinince devası asan olur” denir. Ahlâktakı bozulma ciddî bir dert ve bunu elbirliği ile tedavi etmek durumundayız. İlk adım olarak bir durum tesbiti yapılarak işe başlanabilir. Uygulanacak ekonomik politikalarla da insanların faiz tuzağına düşmesi engellenebilir. 70 milyon insanı israf yerine tasarrufa teşvik etsek, sun’î ve yapmacık ihtiyaçların gerçekte ihtiyaç olmadığını anlatsak kötü mü olur?
Faizle para kazanan bankalar son yılların en çok kazananlar listesinde en başta yer alıyor, ama inanın aldıkları bu ‘ah’larla, bu kârlar onlara hayır getirmez. Amerika’nın ‘titanik gibi’ bankaları bile batabildiğine göre bizdeki ‘faiz kuleleri’ de gün gelir devrilir.
Sosyal hayatta ve ticarette ‘güven’i temin edebilirsek insanlar ‘faiz müesseseleri’ne muhtaç olmayacak ve daha az can yanacak. Bunu temin için ahlâk ve maneviyat eğitimine daha fazla ağırlık vermek mecburiyetinde değil miyiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi