Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Gelin, cesaret edelim ve Kürt meselesini “şöylece” çözelim (3)

Gelin, cesaret edelim ve Kürt meselesini “şöylece” çözelim (3)

Bu yazı dizisinin ilk ikisinde önce Leyla Zana ve Selahattin Demirtaş’ın konuşmalarını değerlendirmiş sonra da Kürt meselesinde esas sorunun öncelikle Anayasadan kaynaklandığını belirterek atılması gereken ilk ve de elzem adımın onu değiştirmek olduğunu ifade etmiştik. Bu yazımızda ise Anayasada konuyla ilgili olarak nelerin değiştirilmesi gerektiği üzerinde duracağız.

Esaslara dair:

1- Türkiye Cumhuriyeti Devleti başta Türkler olmak üzere Kürtler ve bu coğrafyada yaşayan diğer tüm etnik unsurlardan oluşur. Bu yönüyle Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan tüm insanlar, herhangi bir din, dil, ırk ayırımı yapılmaksızın “vatandaş”tır ve “vatandaşlık bağı”yla devletine bağlıdır. Her vatandaş kimliğine ya da sosyal statüsüne bakılmaksızın hak ve özgürlükler açısından kanun önünde eşittir.

…Bu maddede ve sonraki maddelerde kullanılması gerektiğinde, “Türk Milleti” tamlaması yerine, Osmanlı’daki gibi sadece “Millet” kelimesi kullanılmalı ve bununla Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Boşnak’ı velhasıl bütün vatandaşlar anlaşılmış (tanımlanmış) olmalıdır. Dolayısıyla Anayasanın başlangıç kısmındaki “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir, Millet bu egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları…” cümlesinin “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletimizindir, Millet bu egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları…” , kalan kısmı da eğer, ille de vurgu yapılacaksa “demokrasiye âşık Milletimiz” ya da “demokrasiye âşık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” şeklinde değiştirilmelidir.

Bu bağlamda 66. Maddedeki “Türk ananın veya Türk babanın çocuğu Türk’tür” veya “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” ve benzeri hükümler kaldırılmalı (Sanıyorum ilk cümle 2001 de mülga!) onların yerine “Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna kayıtlı herkes devletine vatandaşlık bağı ile bağlıdır ve bunun getirdiği tüm hak ve sorumlulukların sahibidir” gibi cümleler konulmalıdır. Yine “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.” gibi ayırımcı ve aslında hiç de lüzumlu olmayan bir cümle yerine “Her T.C. vatandaşı kamu hizmetine girme hakkına sahiptir.” ifadesi konulmalı ya da daha iyisi böylesine boş bir laf Anayasadan çıkarılmalıdır.

2- Üçüncü Maddedeki “Türkiye Devletinin dili Türkçedir” cümlesi “Türkiye Cumhuriyetinde ‘resmi dil’ Türkçedir.” şekline dönüştürülmelidir. Ve muğlaklıktan kurtarmak üzere; “Devletin taraf olduğu yazışmalarda Türkçe kullanılır. Ancak etnik grupların çoğunluk olduğu bölgelerde resmi evraklarda Türkçe ile birlikte ikinci bir dil kullanılabilir.” ilavesi yapılmalıdır.

…Eğitim de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Yeni Anayasa, çoğunluğun talebi halinde, etnik dillerle eğitim verilen okullar açılabilmesine imkân vermelidir. Bu okullarda Türkçenin mecburi ders olarak okutulması ve öğrencilerin sınıf geçmede Türkçeden başarılı olması esas alınmalıdır. Etnik nüfusun ya da Türkçe dışında bir anadilin okul ya da sınıf açılamayacak kadar yaygın olmadığı bölgelerde, istenmesi halinde bu diller ek ders olarak verilmelidir. Kanun bu dillere ait kurs, enstitü gibi oluşumların kurulmasına da imkân sağlamalıdır.

3- Her etnik grup kendi siyasi partisini “istediği ad ve kimlikle” kurup TBMM çatısı altında ve Türkiye sathında siyaset yapabilmeli, siyasetçi mahalli çalışmalarında istediği dili kullanabilmelidir.

Şimdi, bütün bunların Kürtlere bağımsızlığa kadar gidebilecek özerklik, federe devlet anlamında bir “siyasi statü” kazandırdığını düşünerek bana katılmayanlar, “aklı havada” yakıştırmaları yapanlar, “sende mi neoliberal oldun” diyenler olacaktır muhakkak. Ve hatta beni gaflet ve dalaletle suçlayanlar da.

Bazıları canımızı sıksa da, eleştiri kültürü dâhilinde kaldığı müddetçe, bunları normal karşılıyor ve sesli düşünmenin ceremesi olarak kabul ediyoruz. Bizi asıl üzen anlatmaya çalıştıklarımızın yeterince kavranmadığı ya da farklı algılandığını düşündüğümüz eleştiriler ve bunu ifade ederken kullanılan kaba kelimeler. Aslında bunlar söyleyeni de küçültüyor. Bu sebeple hemen ilave etmem gerekiyor ki “yukarıda bahsettiğimiz değişikliklerin siyasi statü ile uzaktan yakından bir alakası yoktur.” Bunlar olsa olsa “devletin vatandaşına, bizatihi vatandaş olmaktan doğan temel haklarını baştan teslim eden bir ‘Anayasal kişisel statü’ ya da ‘hakiki vatandaşlık beratı” olarak değerlendirilebilir.

Anayasada yapılacak bu değişiklikler hiç şüphesiz, Cumhuriyet kurulurken ihmal edilmiş ve dolayısıyla neredeyse bir asır gecik(tiril)miş olan büyük bir yanlışın düzeltilmesi, gasp edilmiş olan bir hakkın teslimi ve hatta bir halkın iade-i itibarı anlamına da gelecektir. Unutmayalım ki Milli Mücadele bu insanlarla birlikte yapılmıştı ve bu mücadelenin öncülüğünü yapanlar hem savaş sürecinde hem de Lozan’da Kerkük ve Süleymaniye’yi de içine alan “Mısak-ı Milli” dediğimiz sınırları savunmuş ve bunu “Türklerin ve Kürtlerin Vatanı” olarak tanımlamıştı. Yani, insani-vicdani tarafı bir yana bugün sosyal ve siyasal gerçekliğin devleti zorladığı bu değişimin meşruiyet açısından tarihi ve hukuki dayanağı da yok değildir.
Evet, pek çok konuda ciddi başarılara imza atan ama Kürt meselesi konusunda tüm çabalara rağmen maalesef kayda değer bir ilerleme sağlayamayan Sayın Başbakan, Hükümet ve tabii ki yasama organı olan TBMM bütün bunları yapmalı. Cesaretle ve hiç beklemeden yapmalı.

Empati kurarak yapmalı. Kendisini; oğlunu, kocasını, nişanlısını, kardeşini kaybeden ve dahası bu iş böyle giderse kaybedecek olan insanların yerine koyarak yapmalı. Daha bebek yaşta babasını kaybeden günahsız çocuklar adına yapmalı. Milletin-devletin başı olmak babında vatandaşlarının canlarından sorumlu insan olarak yapmalı. Yüzyıllardır birlikte, bu ortak coğrafyada, kardeşçe yaşamışlığın; birlikte vatanı omuz omuza savunmuşluğun, savunurken siper siper can vermişliğin ve birlikte büyük bir devleti oluşturmuşluğun, yaşatmışlığın hatırına yapmalı.

Bugünün ortak din ve kültür değerlerine, “sen Kürt’sün ben Türk’üm” demeden inşa edilmiş akrabalıklara ve onlardan doğan nesillerin geleceklerine dolayısıyla ülkemizin geleceğine, özellikle şehirlerde oluşmuş bir kapı kadar yakın komşuluklara, malın mülkün merc edildiği ortaklıklara, hulasa her yönüyle iki halkın et ve tırnak gibi içi içe geçtiği birlikteliğine saygı olarak yapmalı.

Çağdaş, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin; vatandaşına, halkına saygılı büyük bir devletin gereği olarak yapmalı.

Ve nihayet, arada pek çok suçsuz insanın da boş yere öldüğünü-öldürüldüğünü düşünerek “Bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığı öldürmek (insanlığın ölmesi) anlamına geldiği” düsturundan hareketle yapmalı. Yani Allah için yapmalı.

Evet, yapmalı ama yaparken hayati öneme haiz olan bir noktayı asla unutmadan yapmalıdır: Bunları BDP, PKK, Zana veya kendini Kürt halkının temsilcisi yerine koyan herhangi bir kişi, grup, heyet ile pazarlık yaparak değil “kendiliğinden” yapmalıdır. Tekrar ediyorum kendiliğinden yapmalıdır.

Kısmet olursa haftaya konuyu bağlayacağız.




Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi