Faruk Çakır

Faruk Çakır

Depremde verilen sözler unutuldu

Depremde verilen sözler unutuldu

Sadece Marmara’da değil, bütün Türkiye’de derin izler bırakan “Marmara Depremi”nin üzerinden 13 yıl geçti. 17 Ağustos 1999 sabahındaki büyük deprem sadece binaları değil, bazı anlayışları da temelden sarstı ve yıktı.
Resmî rakamlara göre 20 bine yaklaşan ölü sayısı sonrasında Türkiye’yi idare edenlerin çok sıklıkla tekrarladıkları bir söz, bir vaad, bir taahhüt vardı. Şöyle diyorlardı: “Bu büyük deprem bize ders oldu. Benzer felâketler yaşanmaması için her türlü tedbir ve çareyi alacağız!”
Bazı ‘uzman’lar da şöyle demişti: “Depremle yaşamayı öğrenmeliyiz!” Elbette deprem, insanların engel olamayacağı bir musibet, ama kısmen de olsa tedbir almak mümkün. Sağlam bina yapmayıp, sonra da depremde yıkılınca ağlamak neye yarar ki? “Sakat bina yapan öldü de, sağlam bina yapanlar, orada oturanlar ölmedi mi?” dememek lâzım. Elbette ölüm haktır ve tayin edilmiştir, ama bu tayin edilme hâli bizim tedbir almamıza mani değil ki? “Terbiri al, takdire karışma” prensibiyle hareket etmek lâzım...
Marmara depremi ve sonrasında meydana gelen Adapazarı depremi, pek çok yanlışımızı, çelişkimizi ve yanlıştaki ısrarımızı gözler önüne serdi. En başta, ekseriyetle binaları sağlam yapmadığımız tescillendi. Daha çok para kazanmak için ‘dükkân’lardaki kolonları kesenler, bilmeden ‘mezar’larını hazırlamış oldu. Aynı şekilde meselâ üç kat ruhsat alıp, 6 kat bina dikenler ve bunlara göz yuman belediye anlayışı deşifre olmuş oldu. Bir çelişki de, bunca hataya rağmen hiç kimsenin ‘sorumlu’ olmaması... Depremde 20 bine yakın insan öldü, binlerce bina yıkıldı ve sadece bir ya da iki kişi ‘suçlu’ bulundu. Hiç kimse suçlu değilse, bu ‘çürük’ binaları kim yaptı, kim ruhsat verdi, yanlışlara kim göz yumdu?
Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’un depremle imtihanı da çetin geçti. Depremden hemen sonra İstanbul’u yıkıp, yeniden yapma sözleri verildi. O gün bugündür İstanbul yıkılacak ve yerine yeni bir şehir kurulacak. Daha önceki ‘deprem yıldönümleri’nde de bu konu tartışılmıştı. Gerçi, ‘kentsel dönüşüm’ yapılacağı ifade ediliyor ve bu yönde sözler veriliyor; ama işler bir türlü hız kazanmıyor. Eğer İstanbul (tabii ki eski ve sakat binalar) yıkılacaksa bu binalar bir an önce tesbit edilmeli değil midir? Sokaklarımızda ve mahallelerimizde ‘bina tamir, bakım ve mantolama’ yarışı yapılmaktadır. Eğer bu binalar yakın bir zamanda yıkılacaksa niçin yeniden masraf ederek ‘boya-badana’ yarışı var?
Hepimiz biliyoruz ki “Marmara Depremi”nde kısmen zarar gören binalar güya takviye edildi, yaraları sarıldı ve yenilendi. Şimdi de dış cepheler mantolanıp cilalanıyor. Dış görünüşleri ile yeni ve sağlam görünen bu binalar gerçekten sağlam mıdır?
İstanbul’da oturuyoruz ve oturduğumuz binanın mühendislik ölçüleri çerçevesinde sağlam mı yoksa sakat mı olduğunu bilmiyoruz. Aynı şekilde ikamet ettiğimiz ilçenin adı, ‘öncelikle kentsel dönüşüm yapılacak yer’ler arasında geçiyor, fakat oturduğumuz bina yıkılacak mı yıkılmayacak mı belli değil. Bu güne kadar her hangi bir ‘yetkili’nin bu hususta bizi ‘ciddî ikâz’ ettiğini de duymadık. “Kontrol ettirin” demekle de olmuyor, çünkü 12 ‘daire’den 12 ayrı ses çıkıyor...
Peki ne yapmalı? Eğer İstanbul yıkılacak ve yeni bir şehir kurulacaksa bir gün bile geçirmeden bu işin nasıl yapılacağı, safhaları ve ayrıntıları açıklanmalı. Ki, yarın bir gün yıkılacak evlere yeni masraflar yapılıp gözler boyanmasın. Bu yapılmadığı sürece “Depremle yaşamaya alışalım, her türlü tedbiri aldık, yeni bir şehir kuracağız” gibi vaadler de sıralanmasın.
Depremden bile (maddî ve manevî anlamda) ders ve ibret almayanlar acaba bunun için kıyametin kopmasını mı bekliyorlar?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi