Faruk Çakır

Faruk Çakır

Şehirlerin ölümü

Şehirlerin ölümü

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren söze gelince ‘milletin efendisi’ olan köylü, sıra uygulamaya geldiğinde hep kapı dışarı edilmiştir. Öyle ki, meşhur halk ozanı Aşık Veysel bile, (evet bile!) kıyafetleri dolayısıyla Ankara’nın ‘merkez’ine sokulmamış!
Bazıları bu ‘bilgi’yi ilk defa duymuş olabilir ve ‘iftira’ diyerek itiraza yeltenebilir. Bu bakımdan hadiseyi kısaca hatırlatmakta fayda var. Aşık Veysel’in torunu Halil Süzer anlatmış: “Dedem köylü kıyafeti giyiyordu. Elbisesi de yamalıydı. Ayakkabı olarak çarık giyiyormuş. Hatta çarığı bile yamalıymış. O dönemin fakirliğinin getirdiği durum bu. Zabıta polisleri onu Ulus’tan atmışlar.” Başkent Ankara’nın en merkezi bölgesi olan Ulus Meydanı’na çarıkla, şalvarla ve merkeple girilemeyeceğinin belediyece yönetmeliğe bağlandığı, çarşı pazarda tahta kaşık satılmasının ‘Ormanları koruyoruz’ denilerek yasaklandığı dönemdir bu. (Aktaran: Avni Özgürel, 7 Aralık 2008)
Bir yandan “Köylü milletin efendisidir” diye nutuklar atılmış, öte yandan da köy ve köylü ‘şehir’lerden uzak tutulmuştur. Bir adım sonra da köyden şehre göç, bilerek ya da bilmeyerek teşvik edilmiştir. “Medenî insan şehirlerde yaşar” denilerek köylü yerinden yurdundan edilmiş, sonu gelmez bir göç dalgası başlamıştır. Terör de göçü teşvik edince nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşar hale geldi. Peki iyi oldu mu?
Mevcut durumdan ne köylü ne de şehirli memnun. Artık köylerde geçinmek zorlaştı, şehirlerde de yaşamak... Bu defa, şehirlerde köy hayatı yaşamayı arzu eder hale geldik. Mümkün mü? Değil elbette.
Ölçüsüz şehirleşme yarışı dolayısıyla, başta büyük şehirler olmak üzere her yer yaşanmaz hale geldi. Bu defa da şehirleri yıkmaya karar verdik. Biraz da deprem korkusuyla başlatılan yeni kampanyaya göre bazı şehirler yıkılacak ve yerlerine yeni şehirler kurulacak.
Peki, işin başında insanlar köyden şehre dâvet edilirken bu noktaya gelineceği tahmin edilemedi mi? Ecdadımızın tanzim ettiği şehirlerden artık eser kalmadı. Tarihçi Cemal Kafadar, katıldığı bir televizyon programında bu çelişkiye dikkat çekmiş. Prof. Dr. Kafadar, İstanbul’da ve başka şehirlerde sürdürülen “kentsel projeler”in Osmanlı şehircilik mirasını yok ettiğini hatırlatmış.
TRT Türk’teki ‘Geniş Zaman’ programına misafir olan Kafadar, şöyle konuşmuş: “Şu anda 15-20 çok büyük proje söz konusu. İstanbul gibi tarihî bir şehrin dokusuna bunun ne getirip ne götüreceğini düşünmeden bu işlere girmek çok tehlikeli. Ama bir şeyin çok lâfı edilince galiba harcamak kolay oluyor. Osmanlılık sözünü siyasal ve ideolojik şeylere meze etmek çok kolayımıza gidiyor. Burada bir tek siyasî hareketi kastetmiyorum, hepimiz bununla büyüdük. Ama iş gerçekten tarihî mirasa sahip çıkmaya gelince lâf ebeliğinden somut projeleri konuşmak mümkün olmuyor. Çok büyük bir kamu hazinesi olarak gördüğüm, kamu hakkı olarak savunmak istediğim, Osmanlı şehircilik mirası yok ediliyor. Bununla ilgili olarak şu veya bu projeye ses çıkartanların kamuoyu oluşturmak için çalışmalarını öneriyorum.” (Radikal, 4 Ekim 2012)
“Osmanlı şehircilik mirasının yok edildiği” tesbitine itiraz eden var mı? Bu yıkıcılığın, ecdad mirasına sahip çıktığını söyleyenlerce yapılması da ayrı bir çelişki. Uzman olmayanlar bile, meselâ İstanbul’daki ‘kule dikme yarışı’nın doğru olmadığını görüyor. Şehrin hemen her yerinde onlarca ‘kule’ dikiliyor. Altyapı yeterli olmadığı için bu bölgelerde 1 kilometrelik yol bazen 1 saatte alınabiliyor. Böyle şehirleşme, böyle modernleşme kime ne fayda sağlar.
“Kule dikme yarışı”nın bir de ekonomiye bakan yönü var. Ekseriyetle banka kredileriyle ve borçlanarak yapılan bu yatırımlar yapanların ya da satın alanların elinde patlayabilir mi?
Köyleri söndürüp, şehirleri de öldürürdük. Yoksa, uzaya mı gidilecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi