Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Kâbe’yi (haşa) ayağınızın altına aldınız, şimdi de… (4-Son)

Kâbe’yi (haşa) ayağınızın altına aldınız, şimdi de… (4-Son)

Diğer pek çok milletin baş tacı ettiği kutsal mekânları yok etmekte (en azından bakımsız, kendi haline bırakarak yıkılmaya mahkûm etmekte) bir beis görmeyen, tarihe ve tarihi esere saygıdan nasibini almamış, estetik anlayıştan yoksun insanların yaptıklarının, sanatsal anlamda, cinayet işleyen eli kanlı katillerin yaptığından hiç bir farkı yoktur. Birisi madden öldürüyor, diğeri de manen; fark sadece o kadar.

Söz konusu olan bir tarih katliamı, kültürel kıyım, manevi yıkım... O maddi yapıların taşıdığı manayı algılayamayanlar, o değerlerin belleklere girmesine, o belleklerden de bir yol bulup gönüllere sinmesine, bilerek ya da bilmeyerek mani olmuş oluyorlar.

Bu meşum eller, şimdi de göz bebeğimiz revaklara uzanmış durumda. O revaklar ki mana ile maddeyi bütünleştiren, mana dünyamızın merkezi Küb’ten madde dünyamızın merkezi(!) yapıtlara geçişi sağlayan bir “nadide gerdanlık”; gönül bahçemizin reyhan reyhan kokan kenar süsleri, sıra sıra güller, leylaklar, zambaklar misali.

Revakların olmadığı bir Kâbe’yi düşünüyorum da… İnsanın doğup büyüdüğü, baba ocağı, ana kucağı bildiği evden, sıcak yuvasından kopup uzak diyarlara sürgüne gitmesi gibi bir şey geliyor bana. Yuvasız kalmış kuş misali; malı mülkü olmayan, dünden kopmuş, bugünü şaşmış, yarını meçhul.

…Bu makale serisini yazmaya niyet ederken, aslında korkularımın tersine, revakların yıkılmayacağına dair bir haber vardı internette: “Suudi Arabistan, Kâbe'yi çevreleyen Osmanlı revaklarıyla ilgili son kararını verdi; yıkılmayacak.” Yani, şimdi, her şey normal akışında sürüp giderken, birisinin çıkıp da “Ben seni, dövmeyeceğim” demesi gibi bir şey bu bence… Yahu kardeşim bunun lafının edilmesi bile lüzumsuz değil mi? Hatta ayıp değil mi, faul değil mi? Yani Azeri tabiriyle darbe-i müstehcen değil mi bu?.. Demek ki aklında var ve zayıf bir anımı bulduğunda, kendini güçlü hissettiğinde vuracaksın, yıkacaksın, istediğini yapacaksın!

Ben kendi adıma, Suudi idaresini, böyle bir şeyi yapmaktan men ediyorum. Özellikle “kendi adıma” diyorum, bunu demeye hakkım var, çünkü ben o dinin mensubu, o ecdadın torunu, o mirasın varisiyim, ortağıyım. Kelimenin tam anlamıyla bu konuda “hak sahibiyim.” Dolayısıyla bu haktan aldığım yetki ve bu yetkinin omuzlarıma yüklediği sorumluluklar var. İnanıyorum ki bütün Müslümanlar bu şuurda olur, meseleyi layıkıyla algılarsa, Suudiler revakların ya da maddi manevi ortak değerlerimiz olan diğer tarihi eserlerin kılına bile dokunamaz.


Ama bugünün Müslümanından böyle bir duyarlılığı beklemek zor. Niye mi? Açıklayayım. Zaten Müslümanlar olarak bazı hassasiyetler konusunda genelde yozlaşmış bir tarafımız var. Bu bilinen bir gerçektir ve ayrı bir yazı konusudur. Ama gazetelerde yer alan bir haberi sizlere hatırlatırsam bu sorunun cevabını vermiş olurum sanırım: “Tarihi, kültürel anlamda, özellikle de bize ait emsalsiz bir miras olan Ecjad Kalesi’nin yıkılıp da yerine inşa edilen kulelerdeki devre mülklerden tam 1000 tanesi Türkler tarafından satın alındı”

Yani??? Yanisi şu: Her dönem 1000 Türk ve efradı Hac ya da umre görevini yerine getirirken Kabe’ye birkaç kat tepeden bakacak!? Tabir-i caiz değil ama makalenin başlığındaki gibi haşa “Kâbe ayaklarının altında” olacak.

Revakların yıkılmasına belki bir kısım medyadan, bazı siyasilerden özellikle de Sayın Başbakandan bir tepki gelecektir ama… Netice alınabileceğinden emin değilim. İnşallah yanılan ben olurum ve o kutsal diyarlarda böylesine hunharca bir kültür katliamı olmaz, bir mana celladlığı vuku bulmaz. Dileğim ve duam budur.

Evet, Sayın Suudi yetkilileri, o revaklar (sadece) size ait yapıtlar değildir, onlar “Müslümanım” diyen herkesin malıdır, tıpkı Kâbe gibi. Hatta tüm insanlığın değeridir onlar. Dolayısıyla orada bir düzenleme yapılacaksa, revaklar hakkında herhangi bir karar verilecekse, onu ancak bütün Müslümanlar verir. Başka türlüsü söz konusu olamaz. Müslümanlar buna müsaade etmez, edemez. Bunu asla unutmayın.

(Bilgi: Kâbe'nin etrafını çeviren ve Kâbe yüksekliğini aşmayan 500 kadar küçük kubbeden oluşan bu muhteşem eserin planları Yavuz Sultan Selim zamanında, Mimar Sinan tarafından yapılmış, 23 yıl sonra da Mimar Mehmet Ağa tarafından inşa edilmiştir. Ayrıca, çukurda olması münasebetiyle, genellikle sellerden etkilenme sonucu zarar gören ya da yıkılan Kabe’nin, Kanûnî Sultan Süleyman, I.Ahmed ve IV.Murad dönemlerinde büyük onarımlardan geçirildiğini ve o sayede bugünlere kadar bozulmadan geldiğini söylememiz gerekiyor.)

Suudi idaresi, kafasının gerisinde olsa da, Arap Baharı ile artık sesini çıkarmaya başlayan bir ümmet, İslam dünyasında ve dünyada giderek etkinliği artan bir Türkiye ve Başbakanı ve de Orta Doğu’da değişen siyasi konjonktür gibi güçlü faktörler karşısında yeni bir diplomatik kriz yaratmak istemez de o canım revaklarımıza dokunmazsa ne âlâ. Ama aksi bir durum olur da revakları ortadan kaldırmaya kalkışırsa ve bu bütün çabalara rağmen bu eylem önlenemezse, onlara naçizane bir teklifim var: O revakları biz sökelim; bir arkeolojik çalışma yaparcasına, ihtimamla, tozuna bile zarar vermeden. Bizim olsunlar, zaten zikrettiğimiz gibi dedelerimiz yaptırmıştı onları. Birisinin olacaksa her durumda en hak sahibi olan biziz.

Ve Türkiye’ye getirelim onları. Mesela; yer temin edelim, İstanbul’da, Eyüp Sultan Hazretlerinin koynuna yerleştirelim ya da Konya’da, Hazreti Mevlana’nın başucuna. Herkes gözüyle görsün, eliyle tutsun, öpsün, okşasın. Kâbe kokusunu alsın onlardan; ağlasın, sızlasın, övünsün, dövünsün. Belki o zaman kendimize gelir, “biz ne yapıyoruz” der, bir hayat muhasebesi yapar, bir davranış murakabesi kurar, bir ölçüde de olsa bu yalan dünyanın har güründen kurtarırız benliğimizi. Manevi büyüklerimizin salık verdiği üzere madde ile mana dengesini kurmaya çabalarız mizan terazide.

Şimdi buna bid’at diyenler, bizi maddecilikle suçlayanlar olacaktır; desinler suçlasınlar. Biz o maddeye değil onun taşıdığı manaya, yaşadığı, yaşattığı hatıraya saygı gösteriyoruz. Putçu mutçu da değiliz elhamdülillah. Ne demişti Hazreti Mevlana: "Canım var oldukça ben, Kur'an'ın kulu kölesi, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ayağının tozu toprağıyım. Eğer bir kimse bu sözümden başka bir şey naklederse benden, o kimseden de o sözden de rahatsız olur incinirim!" İşte tam da bu manadadır sözlerimiz. O’nun tozunun tozunun tozunu sahipleniyor, seviyor, istiyoruz. Gerisi laf-ı güzaftır bizim için.

Bu konuda, benzer bir yazı yazdı diye tarihçi Murat Bardakçı’nın Suudi Arabistan’a girişi yasaklanmıştı bir yıl kadar önce. Bildiğim kadarıyla o yasak hala devam ediyor. Benim için de böyle bir karar çıkar mı bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek. Şimdi, sadece “Belki Arap Baharı’nın esintileri Riyad’a ulaşmış ve mevcut yönetimi eski bağnazlıklardan, geçmişte yapılmış olan hayasızlıklardan kurtarmış, aklını başına getirmiştir” diye düşünmek istiyorum.

Ancak bu noktada çok da ümitli değilim. Zira Suudilerin, Ecyad Kalesi’nin yıkımı konusunda, Türkiye’nin itirazlarına verdiği cevabı (“meselenin kendi içişleri olduğunu, Türkiye’nin bu konuda söz söylemek hakkına sahip olmadığını, hatta daha da ileri giderek, (bana göre küstahça) tarihten söz edebilecek son ülkenin Türkiye olduğunu ve önce Ermeni meselesini halletmesi gerektiğini…") hatırlıyorum da…

Ama şundan şeksiz ve şüphesiz eminim ki kendi evinin, kendi kitabının ve kendi dininin koruyucusu olan yüce Allah, eğer izin vermezse, onların koyacakları solda sıfır yasağın esamisi bile okunmaz.

Ümmeti Muhammed nezdinde okuyucularımı bu konularda duyarlı olmaya davet ediyorum.

Selam ve dua ile.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi