Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Mobbing ve Üniversite (2)

Mobbing ve Üniversite (2)

 

Üniversitede “mobbing” olur mu?
 
Bu soruyla karşılaşıldığında, çoğu insanın aklına gelecek ilk şey; “olur mu canım, bahsedilen yer üniversite, yani okumuş yazmış, her türlü kişisel egolardan arınmış, kendini bilime-insanlığa-ülkesine adamış, toplumun çıkarlarını şahsi menfaatlerinin üstünde tutan, otoriteye-dayatmaya-haksızlığa boyun eğmeyen, adaletten ayrılmayan, liyakat sahibi, özgür düşünceli, bağımsız insanların olduğu yerdir, orada öyle şeyler olmaz” gibi bir düşüncedir herhalde.
 
Dolayısıyla üniversitede görünür görünmez çıkarlar veya bir takım kompleksleri gidermek uğruna; itişme kakışmaların, kişi hukukuna yönelik saldırıların, çalışanın özgüvenini sarsacak, onu gönülsüz kılacak, işi terk etmeye zorlayacak davranışların, toplumdan ayrıştırmaya yönelik dışlamaların, uygunsuz iş yüklemelerin, lüzumsuz soruşturmaların, hak ettiği halde kadro verilmemelerin velhasıl her türlü psikolojik tacizin, teknik tabiriyle “mobbing” olaylarının olabileceği düşünülmez. Hele bunun üst yöneticiler eliyle yapılacağı-yapılabileceği hayal bile edilmez. Zira dışarıdaki insanların gözünde, o yönetici toplumun olgunluk imbiğinden süzülmüş, tasavvufi bir dille söylersek yanarak-pişerek ya da halk tabiriyle ifade edersek feleğin çemberinden geçerek gelmiştir o makama. 
 
Oysa araştırmalar, mobbingin en yaygın olduğu ortamlardan birinin akademi dünyası olduğunu gösteriyor ne yazık ki. Şimdilik isim vermeyelim ve kimseyi gücendirmeyelim ama üniversitelere sadece iş kapısı gözüyle bakılan, herhangi bir dalda doğru dürüst uzmanın bile bulunmadığı yerlerde açılan bazı devlet üniversiteleri ile son yıllarda sayıları mantar gibi çoğalan, her “iş beceren-iş bitiren” iş adamının vakıf maskesi altında (daha çok ticari amaçla) açtığı bir kısım özel üniversitelerde (vakıf maskesi diyorum, çünkü bunların tamamına yakını resmen olmasa da kurucu olan mütevelli heyet başkanının dükkânı gibidir) kelimenin tam anlamıyla işin cılkı çıkmıştır. 
 
İlginç olan sadece vakıf üniversiteleri ve yeni kurulan devlet üniversitelerinin değil büyük üniversitelerde de benzer olayların sıkça görüldüğüdür ki asıl üzücü ve ümit kırıcı olan budur. Aslında evrensel akademik anlayış çerçevesinde özgün bir geleneğe ve kurumsal kültüre sahip olması gereken bu üniversitelerde uygulanan mobbing, şüphesiz yeni yetmelere göre daha sanatsal(!) ve çok yönlüdür. Eski üniversitelerdeki kadro şişkinliğinin ve bu sebeple ortaya çıkan yer kapma savaşının bunu tetikleyen başlıca faktör olduğunu düşünüyorum. İdeolojik sebepler hâlâ etkili olmakla beraber, gelişen konjonktürde biraz geri kalmış gibi gözüküyor.
 
Nerede kaldı ilim ocağı, irfan yuvası, âlim adamlık, ak saçlılık, âkil kişilik? Bizim kültürümüzde, yuva denince genellikle ailenin yaşadığı ev, bir şeyin öğretildiği mekân, kimsesizlere veya yoksullara yardım etmek ve onları barındırmak amacıyla açılan yer olarak anlaşılır. Ocak ise herkesin öncelikle barındığı, birbirine sevgi-saygı duygularıyla sarıldığı, aşını-ekmeğini-sevincini-tasasını paylaştığı,  nezaket ve edep kuralları içerisinde yaşamını sürdürdüğü aile ortamının hâkim olduğu yerlerdir. Buna üniversite için belki “fikrini, bilgisini, görgüsünü” de ilave etmemiz gerekiyor.  
 
Üniversite, teknik anlamda; “özgür aklın ışığında, insanoğlunun varlığı tanıma ve evreni anlamadaki çabalarına katkı sağlama amacıyla bilgi, kuram, icat üretimi yapılan, bunları insanlıkla paylaşan ve böylece toplumsal ilerleme ve refahın sağlanmasına katkıda bulunan kuruluşlardır” diye de tanımlanmaktadır. 
 
Bugünkü üniversitelerimizde hangisi var bunların? Var ise de ne kadarı var? Unvan sahipliği bilimsel olmanın, bilim adamlığının göstergesi değil ki! Bilimsel olmak; hür aklın ışığında, tanımlanabilir belli yöntemlerle düşünebilmek, insanoğlunun ihtiyaç duyduğu ve varoluşun özüne dair konuları özgür bir çalışma ortamında araştırmak ve sonuçları da olduğu gibi ifade edebilmektir. Yoksa nice bilgi sahibi “malumat hamalı” insanlar vardır, koca koca akademik unvanlara sahip. Hazreti Mevlana mı idi böyleleri için “Kitap yüklü eşekler”  tabirini kullanan, tam olarak hatırlamıyorum ama ne kadar da isabetli bir benzetme değil mi?
 
Durum böyle olunca, akademik eğitimin ruhunda olması gereken usta-çırak ilişkisi ve kurumsal kültürel gelenek, yönetim ve idari yapılanma söz konusu olduğunda, usul hukukunun bilinmediği ya da bilinip de hiçe sayıldığı, “ben yaptım oldu” zihniyetinin hâkim olduğu bir düzene doğru devrilmektedir. Rektör ya da bir başka üst idareci, o makama gelmeden önce diğer profesörlerin eşiti-arkadaşı iken yönetime geldikten sonra bu eşitlik-arkadaşlık ortadan kalkıyor, bir anda sırça köşklere taşınılıyor ve “her şeyi bilen adam” olunuyor.
 
Yani üniversitelerde, rektör dâhil diğer tüm öğretim üyesi yöneticiler, hiçbir yöneticilik eğitimi almadan idareyle ilgili bir makama atanır ve binlerce kişinin kaderini etkileyecek maddi manevi işlerin kararını verir. Mobbing uygulamalarının bazıları da işte bu idare etmedeki kifayetsizlikleri örtmek için yapılır. Otoriteyi ancak bu şekilde sağlayabileceğine inanır mobber. Takdir yetkilerini keyfi uygulamalara kadar götürür. Bazı akademisyenler de bilimsel üretim yerine ancak “mobbing uygulayanın yanında yer alarak ya da bizzat idaresi altındakilere mobbing uygulayarak” varlıklarını korumak yolunu seçince üniversite mobbing uygulanan kurumların başını çeker olur. Buna maruz kalanlar tüm enerjilerini, yapılan bu psikolojik saldırıları savuşturmak için harcayınca da üniversitede bir üretim olmaz, kendinden beklenileni veremezler. 
 
Kısmetse haftaya devam edeceğiz.
 
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi