Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Kürtçülüğün kökenleri

Kürtçülüğün kökenleri

1789 yılında kopan ve patlak veren Fransız Devrimi zamanın ruhunu değiştirmiştir. Bu, Osmanlı’ya önce modernizm sonra da merkezileşme suretiyle yansımıştır. Bu da Kürtlerin hayat tarzlarını ve alanlarını tehdit etmiştir. Osmanlı modernizmi ve getirdiği merkezileştirme eski yapıyı altüst etmiştir.

Bu da bir şekilde yarı özerk şekilde yaşayan Kürtlerin hayatlarını alt üst etmiştir. Osmanlı kalıp değiştirmiştir. Üçüncü Selim’den itibaren Batılılaşma kurumsallaşmaya başlamış ve Tanzimat ve Osmanlı Milleti oluşturma çabaları sekülerleştirmeyi de beraberinde getirmiş, bu da yan tesirlere ve ek sorunlara yol açmıştır. Bu türev sorunlardan birisi de Kürtçülük meselesidir. Aslında reformasyon süreci Osmanlı’nın tebe-i sadıkasından olan Boşnakları bile rahatsız etmiştir. Daha doğrusu Fransız Devrimi uluslaştırmayı hızlandırmış ve bir Babilleşme süreci başlatmıştır. En son bundan Osmanlı’nın Müslüman tebası olan Araplar, Arnavutlar ve Kürtler de nasibini almıştır. Balkanlar’ın Kürtleri sayılabilecek olan Arnavutlar, Balkanlar elden çıkanca kopan tarafta kalmışlardır. O gün Kürtler de Balkanlar’da olsaydı onlarda suyun öteki yakasında kalacaklar ve belki de bir kısmı Arnavutlar gibi Anadolu’ya göç edeceklerdi. Zamanın ilcaatı ve sert rüzgarlar Osmanlı’ya da acımamış ve onu da çaresiz bırakmıştır. Yıkım dönemleri yaşanmıştır. Osmanlı sonrasında imparatorluk bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar Osmanlı unsurlarını barındırsa da neticede bir ulus devlete müncer olmuştur. Referanslarını İslam yerine Fransız Devriminin rüzgarlarından almaya başlamıştır.   Cumhuriyetten önce İttihatçılar da kendilerini bu rüzgarlara kaptırmışlardır.

 Türkiye Cumhuriyeti kurulunca Osmanlı’dan kalan modenleşme ve merkeziyetçilik tavan yapmıştır. Bu da Osmanlı bakiyesi topluluklarla ilgili bir nevi’ inkar’ politikasına dönüşmüş ve Müslüman teba, Türk olarak algılanmıştır. Irki anlamda bu yanlış olsa da sosyolojik anlamda pek de yanlış değildir. Zira, Türk, İslam’la yoğrulduğundan, karıldığından öteki nezdinde eşanlamlı olarak algılanmaya başlanmıştır. Modernizm ve merkeziyetçilik, yol açtığı daralma oranında inkarı beraberinde getirmiş; bu da hayat tarzı ve alanlarını ya yok etmiş ya da sınırlandırmıştır. Elbette bu da reaksiyonları tetiklemiştir. Hakan Albayrak, Habertürk’te Didem Arslan Yılmaz’ın “Türkiye’nin Nabzı” programında Kürt sorununun Atatürk’ün Anadolu’da oluşturmaya çalıştığı “tek ırk” bilincinden kaynaklandığını savunarak, şu değerlendirmede bulunuyor: “Atatürk ırkçıydı. Bu yüzden zamanında insanların kafatası bile ölçülmüştür. Bizi birbirimize bağlayan gönül ve din birliğidir. Ne demek asil kan..”  Maalesef zamanın yabancılaşması veya zamanın ruhunun değişmesiyle birlikte aykırı bir süreç yaşanmış ve bu da bizi, çeşitlilik içinde kaynaştıracağı yerde metazori ve zoraki birlik çabası altında yabancılaştırmıştır.

 Zorba uygulamalar ırkçılığı keskinleştirmiştir. Emevilerin yıkılması Arap ırkçılığının etkisiyledir. Abbasileri zayıflatan da Fars şuubiliği yani ırkçılığıdır. İkisi de yanlış sarmalıdır ve ifrat ve tefrit makamıdır. Kürtlere benzer bir biçimde Kuzey Afrika’da Berberiler ve Tuaregler de zaman zaman bağımsızlık arayışları içine girmişler ve Araplara yabancılaşmışlardır. Bugün Mali’nin kuzeyinde Tuaregler Azavad bölgesinde bağımsızlık rüyası görmekte ve bu yönde destek almaları halinde Mali’ye yönelik Fransız çıkarmasını destekleyebileceklerinin sinyalini vermektedirler. Türkiye’de Kürtçülük hareketi Kemalizme tepki olarak Türklere yabancılaşmış ve lakin tersinden de Kemalist bir yapıya bürünmüştür. İttihad-ı anasırın mayası olan İslam’a da cephe almaktadır. Bu yönüyle Abbasiler dönemindeki Fars milliyetçiliğinin dini kisvesi olan Maniheistleri veya Hıristiyanlık ile İslamiyet arasında kaldıklarından dolayı siyaseten bağımsız olabilmek için Yahudiliği seçen Hazar Türklerinin refleksini hatırlatmaktadır. Emevilerin Arap ırkçılığı yapmalarına benzer biçimde, bağımsızlık sonrasında Kuzey Afrika ülkelerinin şekillenmesinde de Baas fikri etkili olmuştur. Baasçılık Emevi anlayışının dirilmesidir. Bu da Berberileri sömürgecilik sonrası Arap yönetimlerine yabancılaştırmıştır.  Bugün İslam dünyasının parçalanma nedenleri arasında yabancı parmak kadar isabetsiz ideolojiler de yer almaktadır. Bu bağlamda sömürgeciliğe ve yerel Hıristiyanlara ilaveten ırkçılık, mezhepçilik de çözülme nedenleri arasındadır. Kuzey Afrika ülkelerinde bağımsızlık sonrasında eğitim politikalarını oluşturan seçkin zümre Baas çizgisinden etkilenmiştir. Bunlar Arap ırkçısı partilerden ve bahusus Baas partisinden ve Mişel Eflak ve Salahaddin Bitar ve Abdunnasır’ın hareketinden ve eylemlerinden ve fikirlerinden etkilenmişlerdir. Bu da Berberi fikrinin ortayla çıkmasını hızlandırmıştır. Haklı olarak Hakan Albayrak, Mısır’da Osmanlı’nın Kral Faruk’un yıkıldığı 1952 yılına kadar devam ettiğini söyler. Ardından Nasır’la birlikte Arap İttihatçılığı dönemi başlar. Dolayısıyla, Türkiye’de Kürt meselesinin ortaya çıkışı tarihi seyir içinde nasıl ki Kemalizmle irtibatlı ise Batı Afrika ülkelerinde de Nasırcılıkla ve Yeni Emevi anlayışıyla alakalıdır (Desteretü’l Emaziğiyye..Cedelün lem yühsem. İbrahim Haşbani, Muctema dergisi 14/4/2012). Demek ki ırkçılığın kökenleri de türevleri de benzeri bir süreçten beslenmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi