Ahmet Türk

Ahmet Türk

Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etmek!

Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etmek!


Malumunuz, şu anda gündemin en baş konusu olan Apo ile müzakere sürecine başlangıcından beri karşıyım. Rahatsızlıklarımı en üst perdeden tenkit sınırları içerisinde kaleme alıp 2008 yılından beri dillendiriyorum… Açılım süreci paradoksuna ve olan bitene baktığımızda, yapılanların tümüne yakınının mühendisçilik oyunu ve çok kötü bir süreç yönetimi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Beni asıl rahatsız eden şeyin, yarın süreç şeffaflaşınca ve sancılı reaksiyonların ucu millete değmeye başlayınca daha iyi hissedilecek olan; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin akışkan varlığının, terör örgütü ve ipleri elinde tutan sürece müdahil olan hakem devletlerin “kendi kalıplarına” dökülmek istenmesidir! Süreci yönetenler şu anda beni ve benim gibi milyonlarca insanı rahatsız eden bu gerçeği tanımlama sıkıntısı yaşıyor!

İnanın 1999’da Apo’nun Türkiye’ye teslim edildiği süreci zerre kadar ciddiye almıyorum. Kendisinin en az Hakan Fidan ve ya bir tapu kadastroda çalışan memur gibi devletin bir çalışanı olduğu ile ilgili iddialarda umurumda değil. Ben ne şartla, hangi mecburiyet veya idealle olursa olsun bu memleketin gerek Türkünü gerekse Kürdünü, gerek askerini gerekse sivilini “öldüren” veya “öldürme emrini” veren birisiyle masaya oturulmasını, zül ve acziyet hatta onursuzluk olarak görüyorum…

Bu memlekette bütün unsurlar ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan mutluyum diyorsa veya falan asıllı Türk vatandaşıyım yahut Türküm diyorsa ve bu harç ile milli birlik ve bütünlüğünü sağlayıp barış içerisinde antiemperyalist bir görüntü (dosta güven düşmana endişe) veriyorsa sorun yok… Ama diğer yandan bir unsurda ortaya çıkıp, bir bölgede veya Türkiye’nin tamamında “ayrıcalık istiyorum eğer vermezsen savaşırım” diyorsa; ben bu unsurla savaşırım! Bölgesel güç olmak ya da dillerden düşürülmeyen dünyaya hükmetmiş bir ecdadın yolundayız demek, en mühimi Devlet olmak bunu gerektirir.

Binlerce yıllık devlet geleneğine sahip olan bir Türkiye, nasıl olurda bir sorunu bu kadar eline yüzüne bulaştırarak ve dış müdahaleye açık hale getirerek halletmeye çalışır? Devlet kavramının içi boşaltılıyor diye izah etmeye kalksam, şu anda ülkeyi yönetenlerin bu çapta dahi bir donanıma sahip olmadığını düşündüğümden izahım kâfi gelmez! Hani, ‘devlet kavramı tekâmül ede ede içi doldurulur ve şartlara göre yeniden üretilir’ deyip yeni bir devlet felsefesi üretiyorlar desem; böyle bir dağarcığa ve tecrübeye sahip olmadıklarını, hatta birebir devlet kavramıyla sorunlu ve çoğunun kozmopolit kafalı insanlardan oluşan bir ümera kesiminin suyun başını tuttuğunu da biliyorum!

“1980’lerde, NATO doktrini çerçevesinde kendi katilini sahaya süren devlet; bu sefer de yine aynı içselleştirdiği küresel politikalar çerçevesinde, katilini bu sefer "lider" olarak sahaya sürmenin hazırlıklarını yapıyor” tezlerini acımasız bulsam da, bu tip ilişkilerde kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığını biliyorum. Aynı zamanda suların bilinçli olarak bulanıklaştırıldığı ve herkesin bu bulanık suda balık avlamaya çalıştığını da rahatlıkla gözlemleyebiliyorum!

Amerika’nın hegomanik politikaların, Apo ile müzakere sürecinin dışında tutmak mümkün değil. Kuzey Irak’taki ABD uydusu Kürt devletinin yabancı ülke topraklarındaki soydaşları gerekçe ederek yayılma siyaseti izleyeceği, müstakbel Suriye Kürdistan’ı ile birleşip Türkiye içerisinde ki Kürt unsurları da tetikleyip bir bölünmeye gideceği iddialarına beni hiç şaşırmıyorum… Ama biz bu oyunu Türk-Kürt ortak ittifakı ile çözüp güçlü bir Türkiye ortaya çıkarırız teziyle yola çıkanlara da, ‘şahsiyetli bir devlet aklından’ uzak yaftasını rahatlıkla yapıştırırım.

Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek!

Neymiş efendim bu süreç başlanmasıyla, Türkiye’de bir iç savaş ortamı hazırlayıp tamamen emperyalist müdahaleye açık hale getirmek ve Türkiye’nin bir Yugoslavya, bir Irak olması politikalarına da mani olunacakmış! Tamam, diyelim ki PKK bir iç-savaş projesi üzerine çalışıyor ve bu süreç hem Türklere hem de Kürtlere yaramayacak… İyi de bugün masaya oturduğunuz gerek istihbaratçılar gerekse Apo denen terörist başı; asıl düşmanın PKK olmadığını, PKK’nın sadece tetikçi, yani ‘görünürdeki’ düşman olduğunu bilmiyorlar mı?

Şu anda Apo ile yürütülen süreci destekleyen akredite yazar ve uzaman tayfası dışında, muhalif düzlemde düşünenler medyada yer alamıyor. İşte akredite yazarlardan biri şöyle bir yorum yapıyor: “ Önce eşkıyayı dağdan indirecek, sonra silah bıraktıracak ve nihayetinde topluma yeniden kazandıracak üçlü bir süreç yönettiklerini iddia edenler aynı zamanda PKK’nın bölgesel denklemden çıkmasını istemeyen bir takım dış güçlerin kalesine gol atacaklarmış…

Sorum şu: Geçmişte Şehit Eşref Bitlis’in de “siyasi fahişe olarak tanımladığı Talabani ve Barzani’ye de aynı maksatla ABD’nin de dayatmasıyla başka güçlerle flört etmemesi ve bölgesel denklem dışına çıkarılması için itibar ve imkânlar verilmişti. Gelinen aşamada Barzani ve Talabani’nin Türkiye için Apo’dan daha tehlikeli işlere ve cambazlıklara imza attığını gördük. Aynı ihaneti; 30 sene sana mermi sıkıp sivil asker demeden katleden ve bugün seni masaya oturtan, öte yandan elindeki ayrıcalıkları ve gücü bırakmayacağını düşündüğüm bir narko-terör şebekesi olan PKK’nın yapmayacağının garantisini kim verebilir? Hem de elde ettiği siyasi kazanımlara rağmen! Hadi diyelim ki yaptı. Bu sefer devletin bundan hesap sorma kudreti ve en önemlisi hakkı olacak mı?

Kürt sorununa ‘çözüm dayatma’ ve ‘müzakere sürecini ilerletme’ gibi bir misyon yüklenen ABD ve İngiltere’nin şu anda süreçte oldukça etkili olduğu biliniyor. Bugün bu süreçte PKK terör örgütün silahsızlandırılmasının KCK ile sağlanacağı ve Kürtleri demokratik özerkliğe götürecek KCK yapılanmasının meşru bir şekilde siyasallaşarak silahsız büyütüleceği tezini ileri sürenlere katılıyorum. Bu talebin Apo’nun yol haritası içinde yeraldığı ve 4. Yargı paketinin bu yol haritasına mani olacak hukuki engelleri ortadan kaldırmaya yönelik olup olmadığı hep beraber göreceğiz.

Gelinen aşamada sanki süreci yönetenler Apo’yu ve Kandil’i ikna etmeye çalışmıyor; milleti ikna etmeye çalışıyor! Sanki müzakere edilen Apo değil, millet!

Süreci yönetenlerin ‘dün dündür bugün bugündür’ ilkesinin Sadece Demirel’in tekelinde olmadığını ispat ettiği bir beyanı alıntılayarak hafızlarınızı tazeleyeyim:

Tarih 18 Ağustos 2009…Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gazetecilerin “Kürt açılımı ile ilgili gelişmeler oluyor. İçişleri Bakanı’nın temasları devam ediyor. Bir yandan da İmralı’dan bir yol haritası...” sorusu üzerine şu cevabı veriyor: İmralı’yı falan onları unut, geç. Onlar muhatap değil. Bir ülke kendi sorunlarını kendi inisiyatifiyle çözmezse başkaları günü gelir daima bunu istismar eder. Vaktiyle de istismar etmişti. Bugün Türkiye içindeki konjonktür gayet açık ve müsait. Daha da önemlisi uluslararası konjonktür de çok müsait. Her zaman müsait olmayabilir. Bazen çok daha farklı da olabilir.”

Acaba hangi uluslararası güç soruna müdahil oldu da istismar etti? Şu anda alelacele yangından mal kaçırır gibi yürütülen bir projenin/açılımın konjonktüre uygunluğunu ve zamanlamasının hangi kriterlerle belirlediniz?

Hülasa,

Daha öncede dedik… Bu coğrafyada akan kanın durması iki üç değişkene bağlı bir denklem değildir!

“Devlet koruduğu müddetçe vardır” ve “Kılıç çeken kılıçla düşer” hikmetli sözlerinin gereği yapılmadı. ‘Terörle mücadele konusunda elde imkân olupta neleri yapmadık’ sorusuna dürüstçe cevap verip terörle ve teröristle gerektiği gibi mücadele edilmedi. En azından mobil ve profesyonel birliklerle başarılı bir şekilde verilen 2012 terörle mücadele performansında ısrar edilmedi. Neticede Devlet terör örgütünün başı öne eğdirilmeden ve zayıf düşürülmeden direk masa başı müzakere fantezilerine geçmeye mecbur bırakıldı. Çok bilinmeyenli bu macerayı, ‘barış’ ve ‘derin stratejiler’ ambalajıyla millete kabul ettirmek gibi bir telaş asıl maksatın önüne geçmeye başladı! Şu anda çok kötü yönetilen müzakere süreci, Türkiye’de yaşayan bütün unsurların gündelik yaşamını ve geleceğini etkileyecek bir duruma gebedir. Varoluşumuzu mümkün kılan değerler üzerinden müzakere yapılarak barış sağlanamaz ana umdesi hiçe sayılarak, Türkiye’nin egemenlik hakları müzakere ve pazarlık konusu haline getirildi!

Özerkliğin prensipte kabul edildiği ve geriye sadece bunun anayasal teminata kavuşturulması ile alakalı formalitesinin kaldığı ortada. Havada uçuşan ve ellere tutuşturulan yol haritalarını ‘milli bir projeye convert etmeye’ çalışanlar gerçekten kötü bir süreç yönetimi sergiliyorlar.

Bu saatten sonra bu süreç akamete de uğrasa ciddi bir sorunun fitilini ateşledi: Ülkede yavaş yavaş bir psikolojik kopuş ve sosyal fragmantasyon ortamı doğmaya ve yayılmaya başlandı. Aidiyetler, mensubiyetler, milliyetler, lüzumsuz ve lüzumsuz milliyetçilik tartışmaları, bu topraklarda hiçbir zaman yeşermemiş ırkçılık isnatları ve en önemlisi etnisitelerin asabiyeler kaşınmaya başlandı! Hemde süreci yönetenlerin sürece olan desteği arttırmak ve sürece zeval getirmemek için ileri sürdükleri argümanlarla ayrımcılık kaşınmaya başlandı! Korkarım aynı ülke içinde birbirinden farklı iki ayrı halk ve iki farklı kamuoyu oluşmaya başladı. Medya ve ülkeyi yönetenler tüm bunlara çanak tutarken, hangi açılım süreci ve hangi romantik barış hikâyeleri bu ateşlenen fitili söndürecek bilmiyorum!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Ahmet Türk Arşivi