Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

"Yuh artık" diye Başlayan Bir Cümle!...

"Yuh artık" diye Başlayan Bir Cümle!...

"Yuh artık" diye Başlayan Bir Cümle!.. Ve "Hoşgeldiniz" Yeni Sağlık Bakanımız (3) 

Bir hekime şiddet olayından yola çıkarak, ülkemizdeki yeni sağlık sistemi ve mevcut durumla ilgili olarak yazmaya başladığımız bu yazı dizisinin ilk makalesini, “Ve sonuçta bugünlere geldik; sistem tıkandı. İşleyen tarafları yok değil. Mesela doktora ulaşmakta kolaylık, kişiye maliyetsiz ya da az maliyetle muayene, şık hastanelerde yatış imkanları gibi. Ama vahim derecede olumsuz iki sonucu var bu sistemi: Birincisi tıp eğitiminin bitme noktasına gelmesi, diğeri ise doktora ve tıp mesleğine karşı gelişen ve bugünkü şiddeti doğuran toplum psikolojisi.” diyerek bitirmiştik.

Toplum psikoloji şüphesiz çok etmenli bir olgu. Mutlaka uzun bir zaman dilimini içeren bir birikimin sonucu olarak ortaya çıkan, geçici-kolay çözümlenilecek gibi görünse bile yıllar geçtiği halde çözümlenemeyen maddi ve manevi yönlere sahiptir. Onu bir kişiye-olaya ya da belli kişilere-olaylara bağlamak, yani özele indirgemek doğru değil.

Çok fazla felsefe yapmadan doğrudan konuya girecek olursak; eğer toplum psikolojisi bir yönde değişmişse, mesela hekime karşı şiddeti doğuran ve bu şiddet gerçekleştiğinde kayıtsız kalınan bir hâl oluşmuşsa, muhakkak ki bunun birden fazla sebebi, tarafı ve de gelişim süreci vardır. Bu sebeplerle, doğru bir tespit ve buna dayalı tedavi için olaya taraf olmadan yani ön yargısız ve olabildiğince geniş açıdan bakmak gerekiyor.

Önce doktorları ele alalım…
Bugün doktorlar tam anlamıyla bir mesleki tükenmişlik sendromu yaşamaktadırlar. Sokakta önünüze çıkan 10 doktora sorun, en az 9’u size “yaptığı işten zevk almayan, içinde bulunduğu şartlarda yararlı bir iş yaptığına ve mevcut düzen içerisinde ileride de yapabileceğine inanmayan, hayata dair umutları sönmüş, moral motivasyonu yerlerde sürünen, işleyen sisteme olan inancı kaybolmuş, psikolojik durumu işe gitmek istemeyen işini artık sadece ekonomik zorunluluklar nedeniyle ya da sosyal konumunu muhafaza edebilmek endişesiyle yapmak durumuna kadar gerilemiş, hatta onu insan yapan özellikleri ve doktorluk gibi bir mesleğe kendini adamışlık duyguları örselenmiş, empati yapmaktan uzaklaşmış, ilgisiz, duygusuz, heyecansız mekanik bir varlık olmuş, toplumla bağları kopmuş, sosyal hayatın dışına savrulmuş, huzursuz, mutsuz bir insan” profili çizecektir.

Sohbeti biraz daha koyulaştırmayı becerebilirseniz bazılarının sıkıntılarının hastalık derecesinde olduğunu hatta belki bir takım psikosomatik hastalıklarının da (mesela: mide ülseri, nörotik ağrılar, kas krampları şeklinde maddi tezahürler) bulunduğunu işitir, ve bütün bunların sonucunda eğer kendiniz ve milletin sağlığının geleceğine dair dehşete kapılmaz, sükunetinizi muhafaza edebilirseniz “doktorların depresyon dediği şey herhalde budur” diye bir ön tanıya bile varabilirsiniz.

İşte bunlar, teknik tabiriyle, bir “mesleki tükenmişlik sendromu”dur. Bu sendrom, çağımızdaki değişen yaşam tarzı, bizlere dayatılan hayat şartları ve memleketimizin içinde bulunduğu siyasal-sosyal-ekonomik duruma bağlı olarak belki başka meslek mensuplarında da vardır, bilemeyiz. Araştırmak, bu konuda yapılacak bilimsel çalışmalara ilişkin verileri ortaya koymak gerekir. Ama bizatihi doktor olduğum ve doğal olarak camianın içinde bulunduğum için rahatlıkla söyleyebiliyorum ki doktorların durumu ya da eskilerin tabiriyle “hal-i pür melalı” budur.

Bunu asla doktorlara acındırmak için söylemiyorum. Şunun bilinmesi ve idareci olan olmayan, hasta olan olmayan herkes tarafından kabul edilmesi gerekiyor ki, (her ne kadar bazı istisnalar olsa da) doktorlar bir takım insanların düşündüğü gibi megaloman değildirler. Çünkü her yönüyle öyle dinamik bir meslek icra etmektedirler ki büyüklük hezeyanını burada kendine yer bulamaz. Basit bir mikrop ya da küçük bir hata anında doktorun burnunu sürtebilir, kendini beğenmişe cezayı keser… Ama başkalarının gözünde meslek erbabı olarak gerçek değerlerini düşürecek, konumlarını yitirecek aşırı bir mütevazılığın içine de girmezler, giremezler. Belki bazılarına ters gelecektir ama mesleklerini icra edebilmelerinin gereği olan bir özelliktir de bu. Bu insanlara tepeden bakmak veya kendini Kaf dağının tepesinde görmek anlamında değildir elbette.
Lakin şu da unutulmamalıdır; şüphesizdir ki doktorlar genel olarak bu memleketin en zeki, en çalışkan, en başarılı, en idealist ve aynı zamanda hayat boyunca en çok mesai yapan insanlarındandırlar. Başkalarının başaramadığı sınavlardan geçerek, sayısız badireyi atlatarak ve çok büyük emekler vererek başka hiçbir meslek mensubunun sahip olmadığı “insan üzerinde tasarrufta bulunmak” ruhsatını kazanmışlardır. Bu ruhsatı kazanırken (tahsil süresince) ve kullanırken (ömür boyu) bedelini de fazlasıyla öderler tabii... Bu sebeplerle böyle bir ruhsat sahibinin başka türlü davranması onu bu yüce ruhsatın verdiği hakları kullanamaz, dolayısıyla mesleğinin gereklerini yerine getiremez bir durumda bırakır. Bu durum, kuşkusuz ne o doktorun ne de baktığı hastanın yararına olmaz.

Bu makalede, doktorların içinde bulunduğu psikolojik çöküntünün sebeplerini inceleyecek değiliz. Bunları daha önce çok yazdık, söyledik. Burada sadece içinde bulunulan durumu gözler önüne sermeye ve ilintili olarak da geleceğe dair endişelerimizi dile getirilmeye çalışıyoruz.

Üç yıl önce;
“Saldırılar münferit olmaktan çıktı genele matuf hale geldi; kişisel olmaktan çıktı mesleğe yöneldi. Kişileri bir kenara bırakalım; hadi ‘onlar kendilerini kurtarsınlar’ diyelim, peki,
Bu mesleği kim koruyacak?
Mesleğin geleceği ne olacak?
Meslek can çekişiyor;
Hizmeti kim yürütecek? Gelecek kuşakların sağlığı kime emanet edilecek?
Ey aziz milletim, sevgili dostlar; bu işler böyle nasıl gidecek?”


diye haykırırken (Doktorum Altın Kafeste, Alfa Yayınları, sayfa 183-4, Prof.Dr. Şaban Şimşek), yani bahis-i şekva’nın gerçekte meslek mensuplarından çok umumun geleceğine dair endişeler ve muhtemel hüznü olduğunu belirtirken yine maksadımız bu idi. Maalesef bu uyarılarımız gücü elinde bulunduranlar tarafından dikkate alınmadı. Geldiğimiz nokta da ortada. Umarım hiç olmazsa bu defa, tabii ki yeni sağlık bakanımız değerli meslektaşımız Sayın Müezzinoğlu başta olmak üzere, yetkililer sesimiz dinler ve önlemlerini alırlar.

Mesleğin toplum nezdinde ve devletlü nazarında nasıl değer kaybettiğini ve bunun meslek mensupları ve memleket için ne kadar büyük bir kayıp olduğunu, bir doktor olarak beni nasıl derinden etkilediğini şu sözlerle dile getirmiştim, aynı kitabın ithafında.

İthaf
Hemen her ailede görülenlerden biriydi;
“Uyma onlara, doktorsun, senin kolunda altın bilezik var.”
demişti bana babam, yıllar önce; mal mülk paylaşımı yapılırken...
Kötü olmamı istememişti büyüklerimle herhalde, bütün babalar gibi.

Sözü yanlış değildi aslında, değerliydi çünkü o zamanlar;
sevgi, saygı, sosyal statü, maddi kazanç, manevi haz vesaire...
Nerden bilsindi böylesine ayarıyla oynanacağını altın bileziğin,
ayağa düşürüleceğini mesleğin?!
Tamam, eskilerdendi ama ömr-ü hayatında görmemişti ki böyle bir şeyi!

Ben babamı tanırım; bugün de olsa aynı şeyi söylerdi eminim: “Oğlum senin kolunda…”

İmitasyonu duymamıştı ki rahmetli, nasıl ayırsındı tenekeyle altını?..
Makyavelizmi, pragmatizmi, psikanalizi de işitmemişti,
nasıl yapsındı popülizm esiri olmuş birtakım insanların kişilik analizini?
Kâhin değildi ki o!..

Aziz hatırasına… Ruhu şad, mekânı cennet olsun.


Evet, o zaman, otuz küsur senelik bir meslek mensubu ve bu mesleğin (en azından kariyer olarak) en üst basamağına gelmiş bir doktor olarak bütün bunları çekinmeden, açık yüreklilikle yazmıştım-yazabilmiştim kitabıma. Şimdi de burada yazıyorum.
Bazıları “bunda doktorların hiç mi suçu yok” filan diyecektir eminim. Haklıdırlar, elbette. Mutlaka ve bir ölçüde vardır. Yazının başında da söylediğim gibi çok yönlü ve çok etmenli bir olay bu çünkü. Onlara girmiyoruz.

Bana “bu makaledekileri ve benzeri şeyleri sadece doktorların menfaati için yazıyor-söylüyor” diyenler de olacaktır; olsun desinler. Biz yeterince anlatamadıksa da niyetimizi Allah biliyor. Ve haklılığımız, eminim çok geçmeden ortaya çıkacak. Yeni sağlık bakanımız bunu gördü diye düşünüyorum; emareleri var çünkü. Ama asıl dileğim milletimizin bunu görmesi.
Kısmet olursa, haftaya, bu konuya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi