Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Talihsizlikle çaresizlik arasında

Talihsizlikle çaresizlik arasında

Sultan Vahdettin Han saltanatın ve ülkenin ellerinin arasından kayıp gittiğini çaresizlikle seyretmiştir. Esasında, 1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanı ve 1909 yılında da Sultan İkinci Abdulhamit’in tahttan indirilmesiyle birlikte saltanat tamamen göstermelik hale gelmiştir. İttihatçıların başlattığı süreci Kemalistler tamamlamıştır. Meşrutiyetle birlikte güç merkezi el değişmiş ve otorite cebabire ve zorbalar tayfasının eline geçmiştir. İttihatçılar Meşrutiyetin ikinci kez ilanıyla birlikte otoriteyi padişahın ve halifenin elinden almış ve hükümete geçirmişlerdir. 10 yıl boyunca İttihatçılar ülkeyi Meşrutiyet adı altında yönetmiş ve sonrasında olup bitenin suçunu da yetkisiz olan halifeye atmışlardır. Meşrutiyetten sonra Kemalist idare İslam tarihinde olmayan iki siyasi bidat işlemiştir. Bunlardan ilki, Meşrutiyet ilanının devamı niteliğinde saltanatı hilafetten ayırmak olmuştur. Böylece hilafet tamamen işlevsizleştirilmiştir. İkinci kademede ise halife Abdulmecid’le sürtüşme bahane edilerek hilafet tamamen iptal edilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Hilafetten ayrılış üç merhalede olmuştur. Birincisi, 1908 yılında Meşrutiyetin ilanı ve otoritenin Sultan Vahdettin’in ifadesiyle çetenin eline geçmesiyledir. İkincisi, Vahdettin Han’ın sürgüne gönderilmesi ve hilafetle saltanatın birbirinden tefriki. Üçüncü kademede ise Halife Abdulmecid’in İsviçre’ye sürgün edilmesidir. Sultan Vahdettin İttihatçılara çete anlamında ‘şebeke’ demektedir. Gerçekten de Osmanlı’ya son döneminde aklı kıt bir şebeke musallat olmuş ve 6 yüzyıllık çınarı mirasyedi ruhuyla bir darbede yerle bir etmiştir.

¥
‘Ben Vatan Haini Değilim’ broşürüyle Sultan Vahdettin tarih önünde hem hasımlarıyla hesaplaşmış hem de içini dökmüştür. Derin Tarih dergisinin bastığı bu müdafaaname küçük çaplı olmasına rağmen mühimdir ve satır başları halinde bir tarihin anatomisini çıkarmaktadır. Sultan Vahdettin, Murat Bardakçı’nın deyimiyle sadece çaresiz değildir. Yalnızdır ve bikestir ve onun ötesinde talihsizdir. Tarihin prangası ona vurulmuştur. Kendini feda ederek milletini ve ülkesini kurtarmaya yeltendiği ve kendini vatana ve mukaddesata adadığı halde ‘vatan haini’ damgası yemekten kurtulamamıştır. Mondros Mütarekesini Rauf Orbay ve Fethi Okyar Mustafa Kemal’in onayıyla imzalamasına rağmen sorumlu tutulan kendisi olmuştur. Sultan Vahdettin vatanı adına kendisini feda ederken ve hicreti göze alırken hasımları ise kendileri namına 6 asırlık devleti feda etmişlerdir. Bunu hazin bir şekilde dile getirir. Hadis diliyle ahirzamanda emin insan hainlikle suçlanacak, hain de emin olarak taltif edilecektir. Sultan Vahdettin’in şahsında da öyle tecelli etmiştir.
-Ceddim Osman Gazi’den Yavuz Sultan Selim’e kadar Osmanlı Devleti namıyla Türk saltanatı vardı. Yavuz’dan sonra ise bu saltanat, hilafetin eklenmesiyle Muhammedi saltanat haline gelmiştir.
-Şimdi bana haksız yere vatana ihanet suçu isnat edenler, hilafeti hukuk ve nüfuzundan tecrit edip hükümsüz hale getirerek bu Muhammedi saltanatı yıkmış ve yalnız vatanlarına değil, bütün İslam alemine ihanet etmişlerdir.
¥
Esasında Meşrutiyetle birlikte büyük bir kavram kargaşası yaşanmış ve habbe kubbe yapılmıştır. Emin ile hainin yer değiştirmesi gibi. Bu baptan olmak üzere Batılılar sürekli ıslahat teklifleriyle devletin içini boşaltmışlar ve yörüngesinden çıkarmışlardır. Şimdi de bu AB teraneleriyle devam etmektedir. İçeriden de önce Mithat Paşa onların projelerini yürütmüş ve ardından Batılılaşmış bir çete olan İttihatçılar bu yolda yürümeye devam etmişlerdir. Bunların yürüttükleri sistemin adı Meşrutiyet olmakla birlikte yaptıklarının ideolojik olarak batılılaşmanın dışında gerçekten de kanun devleti ve kanun gücü anlamına gelen meşrutiyet idaresiyle yakından uzaktan alakası yoktur. Sultan Vahdettin müdafaanamesinde bunları hem ‘çete’ hem de ‘mütegallibe hükümet’ olarak tanımlamaktadır. El hak doğrudur. Mütegallibe hükümet zorba ve gaspçı idare anlayışıdır. Bu idareler, İslami çoğunluk idaresi yerine ideolojik azınlık idaresini ikame etmişlerdir. Sultan Vahdettin Han’ın yakındığı hususlardan birisi de Birinci Cihan Harbi sırasında Osmanlı aleyhindeki genel öfke ve galeyan halidir. Buna dair keşke o günün havasını yansıtan müstakil çalışmalar yapılabilse. Küçük risalenin birçok bölümünde Osmanlı’ya karşı büyük öfkeden bahsetmekte ve bunun yatışmasını intizar ettiğini ifade etmektedir. Gerçekten de psikolojik olarak da Türkler şanssız bir dönemden geçmektedir. Garbın ve Şarkın aleyhinde ittifak ettiği menhus bir dönemden geçilmektedir. ‘Bozkurt’ olarak tarihe geçen şahsın aksakallı demeden birçok Anadolu müftüsünü darağacına çektirdiğini hatırlatmakta ve bundan dolayı insanın saçlarının diken diken olduğunu ifade etmektedir.
Hilafetin kaldırılmasına elbette karşı çıktığı gibi başkentin de İstanbul’dan Ankara’ya taşınmasına da itiraz etmektedir. Ankara hükümeti hakkında ‘müfritler/aşırılar’ ifadesini yeğlemektedir. Risaleyi okuduktan sonra Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin ifadesiyle Ankara mezhebinin çağdaş bir muattıla mezhebi olduğu iyice taayyün etmektedir. İslam hukukunu ve siyasi kurumlarını tatil etmiştir. İçini boşaltmıştır ve bu yönüyle Mutezile anlayışını güncellediği gibi bir yönüyle de Cehmiyye’nin modern bir versiyonu ve varisidir. Kadim Cehmiyye anlayışı Yahudi asıllı Eban bin Seman’a dayandırılmaktadır. Dolayısıyla günümüz Cehmiyyesi geçmişten izler taşımaktadır!
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi