Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Hamile ABD’nin Kaçınılmaz Olarak Doğuracağı Çocuk: “Terörizm”

Hamile ABD’nin Kaçınılmaz Olarak Doğuracağı Çocuk: “Terörizm”

Baş not: Mısır’daki uluslararası nitelikli askeri darbeye direnen halka biyolojik ve siyasi anlamda topyekûn bir katliam uygulanırken, üç haftadır devam etmekte olduğum, içerdeki birtakım kesimlerce onların dünyadaki tek destekçisi durumundaki Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini yıpratmak babında kullanılma ihtimali olan “Ak Parti Vatan Toprağını Satıyor mu?” başlıklı yazı dizisine ara veriyorum. Haber sitesine önceden teslim etmiş olduğum konuyla ilgili dördüncü ve son makale, tabir-i caiz ise bu savaş şartlarının kalkmasa da hiç olmazsa yumuşadığı günler geldiğinde yayımlanacaktır.

     *** 

“Medeniyetler Buluşması” adlı bir projenin yürütülmek istendiği günlerdi. Konunun uzmanlarından bir akademisyen (Galiba, Prof.Dr.Hüseyin Bağcı idi) “21. Yüzyılda, medeniyetler çatışması mı yoksa medeniyetler buluşması mı olacak?” sorusuna (mealen) şöyle bir karşılık vermişti: “Eğer hukuki yapılanmalar evrensel bir nitelik kazanırsa, bütün uluslararası hukuk kurumları ve uygulayıcılar benzer, ortak bir tavır takınırlarsa çatışma olmaz, buluşma olur.”

Değerli akademisyen arkadaşımız elbette bunu iyi niyetle ve her türlü klasik ya da modern bağnazlığın gerilediği, hümanizmin yükselen değer olduğu, eşitlikçi, özgürlükçü demokratik bir dünya için söylemişti.

O zaman da üzerinde epeyce düşünmüştüm bu cümlelerin; İslam, demokrasi, hukuk kurallarının evrensel boyutta içselleştirilmesi, kültürel arası yakınlaşma, devletler arası kurumsal entegrasyonlar, bu bağlamda terörün ve nitelikli sömürgeciliğin azaltılması, barış ve refahın yaygınlaştırılması üzerinde kafa yormuştum.

Mısır’daki son gelişmelerle birlikte şapkayı bir kez daha önüme koydum ve “Dünya, bugün, medeniyetler çatışması ya da buluşmasının neresinde? Mevcut demokrasi uygulamaları ve anlayışlarının buna etkileri neler? Bu kafayla gidilirse yolun sonu ne olur?” sorularını sordum kendime: Kilit kelime “demokrasi” oldu benim için.

Neydi bu, her derde deva görülen demokrasi?

Demokrasi için öylesine cazibeli tanımlar yapılmış ve bunlar insanlara o kadar yaldızlı bir vitrinle sunulmuşlardır ki neredeyse herkes, bu yönetim modelini “dünyadaki cennet düzeni” olarak belleğine yerleştirmiştir. 

Öyle ya; Abraham Lincoln’ün“halkın, halk için, halk tarafından yönetimi” vurgusundan hareketle “halkın serbest iradesiyle yöneticilerini (belli bir süre için ve öngörülen takvim geldiğinde değiştirebilmek üzere) seçtiği, bağımsız yargı organlarının denetimi üstlendiği, yetkilerin ise yasama ve yürütme arasında paylaşıldığı, öncelikle insan haklarını temel alan, temel ilkeleri de milli egemenlik, özgürlük-eşitlik, siyasi partiler ve serbest seçimler olan bir yönetim tarzı (rejim) olarak tanımlanan demokrasiye kim ne diyebilirdi ki?

Halk serbest iradesiyle kendi hakkında karar verecek olan yöneticisini (genel ve eşit oy prensibi ile) seçiyor, herkes sesini idare edenlere duyurma hakkına sahip, iktidar eleştirilebiliyor. Serbest seçimlerle çoğunluğa, kamu işlerini belli bir süre için yürütme hakkı verilirken azınlığın da hakları korunuyor ve muhalefet olmakla görevlendiriliyor. Azınlık, bununla, aynı zamanda çoğunluğu da denetleyebiliyor. Bu arada temel hak ve özgürlükler iktidar dâhil hiç kimsenin inhisarına bırakılmıyor, yasalar herkese eşit uygulanıyor, hiç kimseye ya da kesime ayrıcalık tanınmıyor.

“Marksist demokrasi” denilen, komünistlerin işçi iktidarına dayanan, “insanı özgürleştirip yüceltmek ve bu yolla toplum düzenini değiştirerek demokrasiyi gerçekleştirmek” gibi hayalleri bir tarafa bırakacak olursak, çoğulcu demokrasi böyle biliniyor dünyada.

Ne güzel değil mi?.. Biraz amiyane olacak ama hani derler ya “yemede yanında yat” diye, tam da öyle bir şey işte! Ama gerçek öyle mi? Kesinlikle hayır!..Keşke öyle olsa.

Özellikle 20.Yüzyılın ikinci yarısında ivme kazanan küreselleşme ile birlikte dünya daha da küçüldü. Bununla öyle “bu toprak senin, bu toprak benim; senin dinin sana, benimki bana; sen kendi kuralını koy ben de benimkini” denilebilecek çağların geride kaldığı kanaati yerleşti insanların kafalarına. Ortak bir hukuk düzeni getirilmeye çalışıldı. Ve demokrasi de bu düzenin “top model”i olarak sunuldu.

Evet, vaatler güzeldi de ya gerçekler, yani uygulamalar? Hani derler ya “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Bugün dünya demokrasisine ayna tuttuğumuzda gördüğümüz şey maalesef hiç de bahsedildiği gibi değil. Demokrasinin başat olmazsa olmazı olan serbest seçimlerle halk iradesini belirleme ilkesi daha önce de Cezayir seçimleri (FİS, İslami Selamet Cephesi) ve Filistin seçimlerinde (Hamas) Müslümanların yaşanmasına fırsat verilmeyen zaferlerinde olduğu gibi boğulmuş durumda.  Hem de gizleme gereği duymadan göstere göstere, canlı yayınla.

Samuel Huntington’un o meşhur “medeniyetler çatışması” tezi, 90’lı yıllar boyunca çok tartışıldı. Yani 21.Yüzyıla doğru giden dünya gerçekten bir medeniyetler çatışmasına mı sahne olacaktı? Demokrasi denilen çağdaş yönetimlerin kızıl elması bunu önleyebilecek miydi?..

Bu noktada ciddi şüpheler oluştu dünyada. Bir tarafta; İslam ülkelerinin demokrasiye inanmadığı ve zaten İslam dininin de demokrasi ile bağdaşmayacağı fikri hâkim olurken, diğer tarafta; demokrasinin sadece, Batı tarafında kullanılan bir araç, bir aldatmaca olduğu düşüncesi yaygınlaşmaya başladı.

Bugün Mısır’daki olaylar (askeri darbe ve sonrasında yaşananlar) ve (sözde) demokratik Batı ülkelerinin bu olaylar karşısında takındıkları tavır bu soruların cevaplarını, şimdiye kadar hiç olmadığı netlikte vermiş bulunuyor: Evet, dünya maalesef bir medeniyetler çatışmasına doğru gidiyor.

Aslında zaten öteden beri var olan bu çekişme, demokrasiden umulan medetin bulunamaması üzerine, şimdilik devletlerarası sıcak bir savaş olmasa da her türlü örtülü tekniklerle her alanda topyekûn bir savaşa doğru gidiyor. Burada altını çizmemiz gereken şey; olayın, takdim edildiği gibi bir medeniyetler çatışması değil, ağırlıklı olarak menfaatler temelinde yürütülen bir din çatışması ya da klasik tanımıyla “Hilal-Haç Mücadelesi” olduğudur.

Kabahat demokrasi ilkelerinin yetersizliğinde mi yoksa uygulayanlarda mı?

Kısmet olursa önümüzdeki günlerde konuya devam edeceğiz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
20 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi