Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Hamile ABD’nin Kaçınılmaz Olarak Doğuracağı Çocuk: “Terörizm” (3)

Hamile ABD’nin Kaçınılmaz Olarak Doğuracağı Çocuk: “Terörizm” (3)

 Evet, ABD Başkanı George Bush pervasızca ve hayasızca “Uluslararası hukuk mu, o da nedir? Danışmanlarıma bir sorayım.” diye cevap vermişti, içeriğini kolayca tahmin edebileceğiniz bir soruya… Hiç bir karşılık da bulmamıştı bu sözler. Çünkü güç onda idi ve kurulu düzen, güçlü olana “Sen haklısın” diyordu!?

Peki, bu durumda güçsüzler için ne kalıyor geriye?.. Olsa olsa iki şey: Birincisi, şiddete yönelip zulme baş kaldırmak ve meşru yollarla kendine yâr edilmeyen iktidarı zorla ele geçirmek;  ikincisi ise adam yetiştirmek ve zaman içerisinde temel noktalarda sistemin hücrelerine kadar sızıp kaleyi içeriden fethetmek. 

Birincisinin adı bilindiği gibi “terörizm”, ikincisinin ise… Doğrusu bunu ben de bilmiyorum, sadece “sabırla koruk olur helva” cinsinden bir şey olsa gerek diye akıl yürütüyorum.

İkisi de davaya iman ister. Birincisinde serdengeçtilik, ikincisinde ise sabır ve olağanüstü gayret olmazsa olmaz başat özellikler. Birincisinde kan, gözyaşı ve maddi acılara tahammül; ikincisinde ötelenme, aşağılanma ve manevi acılara dayanma gücü… İkisi de zor yollar; birincisi sanki daha kısa, ikincisi ise uzun. Ama bir kesinlik yok; her ikisinde de henüz yaşanmış (en azında dört başı mahmur başarılı ) örnekler yok çünkü.

İhvan (Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütü) bugün, bütün bu yapılan cismani, hukuki, ahlaki katliama rağmen hala Muhammed Mursi’nin o ilk günkü söylemine uygun davranıyor, yasal meşruiyet içerisinde diyalog ve şiddetten uzak durma politikasını sürdürüyor, sürdürebiliyor. Sadece meydanlarda bir araya gelmekle, namazları cemaatle edâ etmekle, bu şekilde dünya kamuoyundan seslerini duymasını beklemekle yetiniyor. Her an bir kurşunla can verme ihtimali olsa da hiçbir maddi silah kullanılmıyor, sadece şehâdet bekleniyor. Ve emr-i hak tecelli etmek üzere olanlara “kelime-i şahadet” telkin ediliyor.

Sabır var, tahammül var, tevekkül var ve şehit vere vere büyüyen bir nusret inancı var. “Yalnızca Allaha kul olmak” ile ifade edilebilecek olan “Müslümanın özgürlük ateşi” bir kere düşmüş yüreklere. Öyle su dökmekle, gaz vermekle, öldürmekle sönecek gibi değil. Şehadet onlar için kızıl elma; sonsuzluk âleminin kapısı, Mevlâ’ya kavuşmanın, Peygamberle buluşmanın nizamiyesi.

Evet, İhvan şimdilik böyle, temenni ederim ki böyle de devam eder. Ama nereye kadar?

Eğer seçilmiş başkan Muhammed Mursi’yi tutuklayıp da tutuklu diktatör Mübarek’i (Lâ Mübarek desek daha doğru olur!)) serbest bırakan, daha darbenin ilk günü Filistin’in dünyaya açılan tek kapısı olan Refah Kapısını kapatarak “kör parmağım gözüne” misali bir hainlik yapan darbeci general bozuntusu Sisi büyük bir hata daha yapar da ihvanı resmen lağvederse ve sokağa çıkma yasağını sürdürüp demokratik eylemleri tutuklamalarla, katliamlarla bastırmaya devam ederse…

Liderlerinin oğullarını (Muhammed Bedii’nin oğlu Ammar, 38 yaşında bilgisayar mühendisi, iki çocuk sahibi idi), kızlarını (Muhammed El Biltaci'nin kızı, 17 yaşında) öldürüp evlerini ateşe verirse ve arkasından da kendilerini tutuklarsa…

İhvan bu acılara daha ne kadar tahammül edilebilecek? Biltaci’nin kızına son mektubundaki;

“Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar  göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah'a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.

…Son olarak, sevgili kızım ve değerli öğretmenim; Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser'de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah'a yakın, O'nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma..."

Cümleleriyle ortaya koyduğu vecd hali derecesindeki tevekkül ne kadar muhafaza edilebilecek?

Dünyanın anlaması gereken şey işte bu: Bütün bu yapılanlarla Mısır'da, İhvan’a, silaha sarılmaktan başka kendini ifade edecek yol bırakılmamış oluyor. Demokrasiye, seçim sandığına güven kalmadı artık. İngiliz Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri Robert Fisk 15 Ağustos 2013 günü yazdığı bir makalede bunu şu sözlerle dile getiriyor: “Milyonlarca Mısırlı için demokrasi yolu yıkılmıştır ve dinine dayalı bir devlet isteyen bir Müslüman bir daha seçim sandığına güvenmeyecektir."

Yukarıda bahsettiğimiz ikinci yol mu?.. Bilemem. Seksen senedir o yol zaten denenmiş ve o yolun sonuna gelinmiş. Cari dünya sistemi bunu onlara yaşattı ve yaşattırıyor.

Ama unutmamak gerekiyor; şer güçlerin planı da İhvan’ı birinci yola itmek zaten. Bununla, hem Mısır’daki hem de dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir İslami hareket varsa, bir kez daha terörist ilan edilecek ve berhave etmek için gereken her türlü yolu denemek üzere ruhsat çıkarılmış olacak!

Bu arada birinci yolda, ister istemez akacak masum insan kanını da düşünmek gerekiyor. Evet, bir Müslüman hiçbir zaman, öbür dünyayı da kaybetmek anlamına gelen “Bir insanı haksız yere öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir” düsturunu göz ardı edemez ama bunların hepsi normal şartlarda geçerli olan argümanlar. Bugün gelinen ve insanları cinnet haline sokan atmosferde makul düşünmek, mantıklı hareket etmek, hatta normal soluk almak, mümkün mü? Şer güçler insanlarda böyle bir muhakeme, muhasebe, murakabe yapmaya mecal bıraktı mı?..

Ben dünya kamuoyunun bir şeyi anlamaya şiddetle ihtiyacı olduğunu düşünüyorum: Biltacı’nın kızına yazdığı mektuptaki bir kelimeye dikkat etsinler. Ne diyordu, nasıl başlamıştı paragrafa Biltaci: “…Son olarak, sevgili kızım ve değerli öğretmenim!” İşte bu “öğretmen” kelimesini önlerine koysunlar ve şapkalarına bakar gibi uzun uzun düşünsünler… Nasıl babasının öğretmeni olmuş bu genç kız? Neyi öğretmiş ona, onun nezdinde İhvan’a ve tüm Müslümanlara? 

Batı (ve asıl fail de İsrail elbette) ancak bu soruların cevabını bulursa ne yaptığının farkına varacak, belki hatasını anlayacak ve tuttuğu yolun (kendileri için de) çıkmaz sokak olduğunu görecek. Eğer cevabı bulamaz da hala, 1990’lı yılların başında kısa bir süre NATO Genel Sekreterliği yapmış olan Claise gibi “NATO’nun yeni düşmanı İslâm’dır.” demeye devam edecekse (ki bunu, bugün, İslâmofobi olarak adlandırıyorlar!) “barış-huzur arıyoruz” demesinin hiçbir manası kalmayacak. Tabanda böylesine bir huzursuzluk kaynarken devletlerin zecri güvenlik tedbirleri almaları, ardı sıra birbirleriyle sınır güvenliği anlaşmaları yapmaları, önleyici ileri teknoloji sistemlerine kucak dolusu para harcamalarının da akılla bağdaşır bir durum olmayacak.

Yerküre, artık 80'li yılların dünyası değil. Hiçbir şey gizli kalmıyor. İnsanları aldatmak ve öyle kaval çalarak, maval okuyarak koyun gibi gütmek o kadar kolay olmuyor artık. İslam Dinini fobi, Müslümanı terörist olarak gösterme ve bu dini dünyalı olmaktan çıkarma çabaları artık çok arkaik kalıyor. ABD’nin 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısından sonra (bunun bir İsrail senaryosu olduğu iddiaları da yabana atılır gibi değil)  ilan etmiş olduğu “ABD için birinci öncelik terörizmle savaştır” şeklindeki sözlerini inandırıcı bulanların sayısı da giderek azalıyor. Aynı söylemde ısrar ederlerse, Cervantes’i hatırlanıp, onun yel değirmenlerine saldıran masal kahramanı Don Kişot benzetmesi yapılması kuvvetle muhtemel ABD’ye.

Buna, Yahudi lobilerinin etkin olduğu bazı örgütlerin açıklamalarını da eklemek gerekiyor. Mesela birkaç gün önce Uluslararası Af Örgütü şöyle bir açıklama yapmıştı: “Hak ihlallerine uğrayanlar arasında bulunan Kıpti Hıristiyanlara yönelik mezhep çatışmasında da daha önce örneğine rastlanmamış ve endişe verici boyutta artış gözleniyor. Bu durum Mursi’yi devirenleri desteklemelerine bir misilleme olarak görülüyor. Kiliselere yönelik 60’tan fazla saldırıyı belgeledik!” Şimdi artık buna “Uluslararası Af Örgütü” mü dersiniz yoksa “Uluslararası Gaf Örgütü” mü bilemiyorum!?

11 Eylül saldırısından hemen sonrasında başkan Bush, yaptığı bir konuşmada, bunlarla ne kastettiğini açıklamadan, “terör”, “terörizm”, “terörist” kelimelerini tam 32 defa kullanmıştı. Belliydi ki bu muğlak kelimeleri, dünyayı kendi kafasına (Buna İsrail kafası da diyebilirsiniz) göre yönetmek üzere belli ideolojik, ekonomik ve siyasi amaçlar doğrultusunda kötüye kullanacaktı. Nitekim öyle de oldu.

Aslında çok yeni bir şey de değildi bu. En güzel örneği; “ABD’nin 1980’lerde Bin Ladin’i ‘özgürlük savaşçısı’ diye göklere çıkarması, Nelson Mandela’dan da ‘terörist’ diye söz etmesidir.” diye düşünüyorum. Sonrasını herkes biliyor: Bin Ladin, bizzat ABD tarafından “terörist başı” sıfatıyla, çoluk çocuğu ile birlikte, hunharca öldürüldü, Mandela ise barış kahramanı ilan edildi ve Nobel’le ödüllendirildi!?

Bu sebeplerle, bugün, terörizmin gerçek manası üzerinde ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Terörizm, bombalı saldırı gibi beklenmedik, tek hamlelik ve doğrudan yapılan bir eylem biçimi midir, yoksa mesela ABD’nin yaptığı gibi etkileri yavaş ve dolaylı olarak ortaya çıkan, hukuksal kılıf içerisindeki resmi politikaları da kapsar mı? Mesela ülkelerin zenginliklerini sömürüp insanları açlığa mahkûm etmek, olmadı üstüne bir de kemer sıkma politikaları dayatmak ya da demokratik haklarını gasp ettiğiniz insanların hak arama eylemlerini silahla bastırıp, bir şekilde, seçilmiş hükümetleri, cumhurbaşkanlarını alaşağı etmek terörizm sayılabilir mi?

ABD anayasasında ve ordu kitapçıklarında terörizm şöyle tanımlanır: “Sivilleri hedef alarak ve siyasî, dinî ya da başka amaçlara hizmet etmek üzere, insanları sindirmek, korkutmak, sıklıkla da öldürmek için şiddeti hesaplı bir şekilde kullanmak.” Dünyada sivil itaatsizliğin şüphesis lideri olan Chomsky bu resmî terörizm tanımına göre ABD’yi önde gelen terörist devlet olarak ilan ediyor. Çünkü “söz konusu uygulamalara en çok başvuran devlet ABD’dir” diyor.  

Yüreğim yanık, gönlüm hoş değil. Mısır meselesine burada nokta koyarken, içinde bulunduğum duyguları ifade etmeden geçemeyeceğim:

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

Bu makale serisini Adeviye'de Müslüman Kardeşler'in lideri Bilteci’nin, düğün hazırlıkları yaparken menfur bir kurşunla şehit düşen kızı Esma’ya adıyorum. Allah mekânını cennet etsin. Bu muhteşem şiirin, geçen sene vefat etmiş olan büyük şairi Abdurrrahim Karakoç’a da bu vesileyle Allahtan rahmet diliyor ve Fatiha gönderiyorum. Sizlerden de hem onun için hem de davası için şehit düşen inançlı tüm insanlara bir Fatiha okumanızı istirham ediyorum. Allah kabul etsin. Amin.

Yazımıızı bir Arap Atasözü ile tamamlayalım:

“Yaralı kartala sormuşlar; neden bu kadar hüzünlüsün? 

Cevap vermiş; bedenime saplanan okun arkasında kardeşimin tüyü var.”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi