Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Bir Cemaat Siyasileşirse..? Bir Siyasi Parti de Cemaatleşirse..?

Bir Cemaat Siyasileşirse..? Bir Siyasi Parti de Cemaatleşirse..?

Bugünlerin değişmez gündem konusu malum; cemaat (Gülen Hareketı) ile Hükümet arasındaki çekişme. Önce dershanelerin dönüşüm/kapatma işiyle başlayıp sonra da paralel devlet diye tabir edilen ve cemaate dayalı olduğu söylenen yapının devlette yolsuzluk gerekçesiyle başlattığı derin operasyonla devam ediyor gibi görünse de durum bundan ibaret değil. Bunlar, sadece, uzun metrajlı filmin bir sahnesi ve bu aşamada ortaya çıkan tezahürler. Meseleyi gezi olaylarına ve belki tankı tüfeği eksik bir darbe girişimine kadar götürmek ya da monark bir figüre karşı sivil bir başkaldırı olarak değerlendirmek de mümkün.

Bu makalede güncel olanın içine gömülmek istemiyorum. Neresinden bakarsanız bakın, hangi yanından tutarsanız tutun sorunlu ve o şunu dedi bu bunu dedi, o haklıydı bu haksızdı filan demekle olacak gibi değil. Yani Sadece bugüne bakarak anlaşılabilecek, çözümlenebilecek bir mesele değil bu; temellere inmek lazım. Yoksa bugün şu ya da bu şekilde atlatılabilecek olan mesele çok da fazla bir zaman geçmeden bir başka şekilde karşımıza çıkacaktır. Burada özellikle vurgulamam gerekiyor ki benim bu söylediğim temellere inmek “inine inmekten” (bu tabiri sevdim diye yazmadım) daha farklı bir şey! Bir cemaati değil bütün cemaatleri, yalnızca cemaatleri de değil siyasi partileri de içine alıyor; bir anlayış, bir kavrayış, bir kabul meselesi bu.

Şimdi gelin 06 Aralık 2010’da yayımlanan Habertürk Gazetesi’nin 7’inci sayfasına gidelim ve gazeteci Kutlu Esendemir’in konuyla ilgili sorularına verdiğim cevaplara bir göz atalım. Bahsettiğimiz temellere dair bazı işaretler bulunabilir diye düşünüyorum.  

Röportaja geçmeden…  Güncele dair kanaatimi merak edenler ve/veya cevapsız geçersem minderden kaçtığımı söyleyenler olacaktır. Dolayısıyla en iyisi birkaç cümle ile peşin peşin kanaatimi özetlemiş olayım:

 Asıl sorun; cemaat açısından değerlendirildiğinde “cemaatin cemaat olmaktan çıkmasıdır”. Hükümet açısından ise “cemaatleşmeden ya da cemaate bulaşmadan gerçek demokratik bir devlet veya o devletin yürütme organı olamamasıdır.”

Kısaca cemaat (Fethullah Gülen Hareketi)  siyasileşerek özünü kaybetmiş (en azından özünden sapmış), siyasi parti (Ak Parti-Hükümet) de (herkesi kucaklamak anlamında, tabir yerindeyse)) cemaatleşmek suretiyle, bir siyasi parti olarak (umuma) söyleyecek sözünü kaybetmiştir.

Sonuçları hiç de hayırlı olacak gelişmeler değil bunlar… Benim asıl korktuğum, devlet bir cemaatle çatışırken (artık buna boğuşma demek lazım ve cemaatle beraber başka güçleri de içine katmak lazım) ve bu meyanda (doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız) bir takım kararlar alıp işlemler yaparken diğer cemaatleri kullanması ya da boşalan makamları (liyâkatlı ya da liyâkatsız) onlarla doldurması, sonuçta bu cemaatlerin mensupları ve kurumsal olarak da cemaatler arasında husumet doğmasıdır. Allah korusun, milleti asıl birbirine düşürecek, adeta bir mezhep ayrışmasına götürecek, yabancısı olmadığımız bir kelimeyle ifade edecek olursak fırkalara bölecek olan budur.

Uzun vadede düşünüldüğünde bu durum şu anda hükümetin düşmesinden bile daha tehlikelidir. Ne yazık ki bugünkü çatışmanın sonu böyle olacak gibi görünüyor.

Bu noktada hükümetin düşmesi meselesine açıklık getirmek gerekiyor. Maalesef görülen odur ki son demde hedef bu olmuştur. Akıl alır gibi bir şey değildir bu. On iki Eylülleri, 28 Şubatları yaşayan bir nesil için vicdanlara da sığmaz. Bunu hedefleyenlerin varmak istedikleri iyilik hali(!) her neyse, bu memleket için başka hiçbir hayırlı işe tercih edilemez böyle bir durum. Ben (son olaylara özgü olarak söylemiyorum onu mahkeme ortaya çıkaracak… İnşallah diyelim!) genelde hırsızlık olduğuna inananlardan biriyim, ama “evimizde hırsız var” diye yuvamızı başımıza yıkamayız.

Böyle devam ederse, naçizane uyarıyorum; son sahnede bir tarafta Fethullah Hoca Cemaati dışındaki tüm cemaatler, muhafazakarlar, Ak Partililer, hatta demokrasiye inanmış laikler vesaire olacak, diğer tarafta ise Fethullah Hoca cemaati, yapayalnız. Yanlarında olsa olsa bazı solcular, Kemalistler, bir kısım laikler vesaire olabilir, tabii o da belirli bir süre için! Buna bazı müttefikimiz(!) olan ya da olmayan ülkeleri eklemek bile bir istemiyorum.  Haa bir de ellerini ovuşturanlar, birbirine diş bileyen bu iki düşman kardeşe bakıp olur olmaz yerleriyle gülenler ve onlara, Müslümanlık babında yeni bir imaj yakıştıranlar da olacak bu sahnede elbette!.. En kahredici olan da bu.

Zor durumdayız. Hep birlikte dua edelim: Allah encamımızı hayreylesin. Amin.

 

Mezkûr röportaj:

… devamla;

Wikileaks'ta yayınlanan belgelerin öncelikle Türkiye'yi kapsaması sizi şaşırttı mı?
Amerika'da "Ocakta ne piştiğini bilmeden, menüde ne olacağını bilemezsin" diye bir deyim vardır. Ocakta ne piştiğini hususunda rivayet muhtelif ama ortada yabancı dille yazılmış bir senaryo olduğu kesin. Dil herkesin bildiği, alışılmış bir dil değil. Mecburen alt yazı geçiliyor. Bunu da herkes kendi niyetine, mezhebine, meşrebine göre okuyor.

ABD'li diplomatlar dedikodular bir yana, özellikle Ankara'da kimi gazetecilerden ama ağılıklı olarak AK Parti ve İslamcı çevrelerden bilgi almışlar.
Vallahi dedikodu düzeyi bu kadar yüksek olunca, Amerikalı bay büyükelçiler kenar mahalledeki Hatçe Hanım'la mı görüşmüş, hamamdaki Fatma Hanım'la mı conversation (sohbet) yapmış, yoksa Bentderesi'nde malum yerde derin investigation'larda mı (soruşturma) bulunmuşlar bir önemi kalmıyor bence. Bunlara bahsettiğiniz çevredekileri de ekleyebilirsiniz. Şimdi bunların AKP'li ya da bir başka partili olmasının, şu ideolojiye ya da inanışa sahip olmasının ne önemi var ki? Ahlaksız ahlaksızdır, seviyesiz seviyesizdir, yalaka yalakadır. Ayrıca alınan bilgi ancak İslamcı çevrelerden ve bizatihi AKP'liden ise şu andaki Türkiye konjonktüründe değerli olur değil mi? Yani kaleyi vurmak için içeriden bilgi alıyorsunuz gibi bir şey.

ABD ile bu kadar yakın iletişim içinde bulunulması ne kadar sağlıklı bir durum?
Türkiye'de dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi "iktidara gelmek Amerikasız olmaz" inancı vardır (Buna iktidarda kalmayı da ilave etmek lazım ŞŞ). "Bir şekilde yakınlık kurarsam, ilerde ‘ikili ilişkilerde sorun yaratmayacağıma dair' güvenlerini kazanırsam iyi olur" diye düşünenler çoktur. Kaz gelecek yerden biraz ispiyon yapmak, ispiyon yaparak biraz küçülmek esirgenmez yani! Sonunda ikbal vardır çünkü. Malum; "Zaman her şeyin ilacıdır, insan nisyan ile maluldür" diye düşünülür. "Bir defa alçalmakla bir şey olmaz" düşüncesi içselleştirilir çoğunlukla. Dahası, “hele bir iktidar olalım. O zaman zaten güç bende olacak artık, siler temizleriz.” denir.
 

Yayınlananlara bakıldığında 2009'da Batılı bir diplomat, Gülen Hareketi'ni İspanya'da Franco dönemindeki Opus Dei Tarikatı'na benzetiyor.
Opus Dei Tarikatı hakkında yeterli bilgim yok. Katoliklik içinde karşıt bir mezhep hareketi olarak ortaya çıktığı gibi bir şey var aklımda, o kadar. Bütün dünyada, bir örgütlenmeye de gitmişler. Bu kadar bilgiyle yorum yapmak doğru olmaz. Ama bahsi geçen hareketle arasında nasıl bir ilgi kuruldu bilmiyorum. Zor yani, herhalde dünya çapında örgütlenme yönünden benzetmişler. Yoksa Fetullah Hoca hareketi bir mezhebe karşı, bir inanca karşı kurulmuş bir şey değil.

Uzun süredir Türkiye'deki cemaat anlayışını ele alıyorsunuz. Türkiye'de cemaatlerin yaygınlığı ne durumda?
Bu bir gerçekliktir. Bunu inkâr etmenin anlamı yok. Sadece ülkemizde değil diğer İslam ülkelerinde de bu böyle ve asırlardır süregelmekte. Aslında sosyolojik açıdan bakıldığında hiç de yadırganacak bir durum değildir bu. Bugün cemaatlere mensup insanlarımızın sayısı milyonlarla ölçülecek boyuttadır.

İnsanlar neden bir cemaate ait olmak ister?
Tek kelimeyle aidiyet duygusu içindir. Korumak, korunmak içindir. Yardımlaşmak içindir. Yalnızlığı gidermek içindir. Ve nihayette Allah'ın emirlerini yerine getirmek içindir. Dinimizde Müslümanların kardeş olduğuna, cem olunması, fırkalara bölünülmemesi gerektiğine dair hükümler vardır.
 

Genel olarak Türkiye'de cemaatlerde görülen en belirgin zaaflar ne?
Fazlasıyla dünyevileşmek. Dinimizin özünde bana göre çok tutarlı bir anlayış vardır; dünya ve ahiret işleri bir terazinin kefeleri gibidir, onları dengede tutmak gerekir. Şimdi tabii ki inanan her kul için geçerlidir ama özellikle tasavvuf ehli için çok daha hassasiyet gösterilmesi gereken bir şey değil midir bu? Kefelerden birine ağırlık verildiğinde dengeler bozuluyor.

Ne gibi?
Dünyalının baş tacı yaptığı değerler; ekonomik düzen, serbest rekabet, büyük balık küçük balığı yutar filan. Zaman içinde hak, hukuk, adalet anlayışı, sevgi, saygı, hoşgörü, aşk, muhabbet duyguları zayıflamaya başlıyor. Artık güçlü olan... kendince,  güçlü olan bu insanın, bu değerlere ihtiyacı kalmıyor. Bu kişisel güç kazanma yanında cemaat mensubu olarak cemaat adına güçlü olmak arzuları ve tutumları da var işin içinde. Asıl nepotizm (kayırmacılık) dediğimiz, yakınlarını haksız yere kayıran, diğerlerini ise ötekileştiren anlayış yani... Burada grupsal bir narsizm anlayışı da gelişiyor. Kendilerini ilgilendikleri konuda, öncelikli hatta tek hak sahibi görmenin ötesinde diğerlerine üstün de görmeye başlıyorlar. Eleştiriyi, itirazı, bir açıklamayı ya da açıklama istemini ihanet olarak görüyorlar.

Cemaatlerin cemiyetlere dönüşmesi gibi bir vurguda bulunuyorsunuz!?
Aslında ikisi de bir araya gelmeyi, birlikteliği ifade eder. Ancak cemaatlerde amaç bu birliktelikten kutsal kazanımlar elde etmekken, cemiyetler daha çok maddi kazanımlar üzerine kurulur. Cemaatlerde muhabbet, aşk, gönül, Peygamberin şefaatı, Allah rızası ve cenneti kazanmak ana temalardır... Cemiyetlerde ise daha çok dünya nimetleri, para, makam, itibar, daha iyi yaşam standartlarına sahip olmak filan... Cemaatlerde özne ‘biz'dir ve bu ‘biz’ önce cemaat mensuplarını, sonra bütün Müslümanları daha sonra da tüm insanları kapsar. Cemiyetlerde ise özne ‘ben’dir.
 

Cemaatlerin, siyasal kulvarda varlık göstermesi ve iktidarı hedeflemesi, dünyevi anlamda bir tutarsızlık mı?
Eğer böyle bir şeyin var olduğu kabul ediliyorsanız evet, aynen öyle. Uhrevi anlamda tutarsızlık, her iki anlamda da yani hem uhrevi hem de dünyevi haksızlık. Cemaatlerin siyasallaşması ya da siyasi bir partinin cemaatleşmesi hem insan, hem cemaat, hem din hem de devlete için hiç de doğru şeyler değildir. Çünkü bir cemaat siyasi partileşirse asıl özünü kaybeder. Bir siyasi parti de cemaatleşirse söyleyecek sözünü kaybeder.

Cemaatler arasında kıyasıya bir devlette yer kapma savaşı yaşandığını belirtiyorsunuz.
Eskiden cemaatler kendi içlerinde ibadetlerini ritüelleri çerçevesinde yaparlar, sohbet eder, yardımlaşırlardı. Dini ilimlerden de özellikle Kur'an öğrenimine önem verirlerdi. Ancak sonraları ortaya çıkan birkaç grup cemaat-tarikat bilimsel ağırlıklı eğitimle öğrenci yetiştirmeye de önem vermeye başladılar. Çekirdekten yetişen bu cemaatli gençler şimdi otuz kırk yaşlarına varmış durumdalar. Yani devletin önemli kadrolarında görev alabilecek erişkinlik ve yetişkinlikte... (Genel müdür yardımcısı, daire başkanı, şube müdürü gibi! ŞŞ) Bu aslında kötü bir şey değil elbette. Ama sıkıntı bu noktadan sonra başlıyor.

Ne gibi?
Kadrolar ve devletin diğer zenginlikleri belli sayıda ve ölçüde, malum... Yer kapma savaşı dediğimiz şey de bu noktada başlıyor işte. Dirsek temasları, omuz darbeleri, baraj koymalar... En kötüsü bu insanlar bir yerlere geliyorlar. Ama siz şu ya da bu şekilde söz sahibi olduğunuz bir makamda veya alanda başkalarına hayat hakkı tanımıyorsanız, "çamurdan olsun cemaatten olsun" diyorsanız, liyâkatı, hakkı, hukuku bir tarafa bırakıyorsanız, kusura baksanız da bakmasanız da söylemeye devam edeceğiz bütün bunları. Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok ve hepimiz bu coğrafyada yaşıyoruz çünkü. Bir şeyimiz varsa paylaşmak durumundayız... Birilerinin hatırı veya kendi ikbalimiz için susamayız. Sonra dini terminolojimizde "dilsiz şeytan olmak" diye bir tabir de var değil mi?

Bu bir kavgaya neden olabilir mi?
Üzülerek ve endişeyle söylüyorum ki bu işler böyle giderse ülkemiz önümüzdeki 20-30 yıl, cemaatler arasında ve cemaatlilerle cemaatsizler arasındaki bu kavgalarla yaşayacak. Ve bir şey daha söylüyorum: Bu kavgayı söndürmek bunca yıldır yaşadığımız Kürt meselesini çözmekten daha zor olacak, maalesef.

Cemaatler arasında kıyasıya bir devlette yer kapma savaşı nelere yol açıyor?
Önce kalp kırmalar, sonra birbirinden uzaklaşmalar, ekmek kavgası, haset, çatışmalar sonra da (Allah korusun) çarpışmalar.. Ben, bu işler bu anlayışlar böyle giderse sonucu iyi görmüyorum.

Cemaatlerin iktidarda ya da devlette yer açması bu yapılara ne avantaj sağlıyor?
Kısa dönemde belki belli avantajlar sağlayabilir, sayısal ve maddi anlamda daha da güçlenirler ama uzun dönemde, hem bu dünyayı hem de ahıreti kast ediyorum, kaybederler.

Niye?
Manadan uzaklaşırlar çünkü. Kazanımları dünyevidir ve dünya malı cezp edicidir; insanı çeker, yozlaştırır. Hele hele bütün bunları elde ederken kul hakkı da söz konusu ise yani Allah'ın, kendisinin affedemeyeceğini bildirdiği tek şey... Yok, siz burada, "Ya iktidar olalım, sonra iktidarın gücünü de Allah rızası için kullanalım" gibi bir şey diyorsanız, bu olmaz. Bir defa bir işin içine kul hakkı, madde vs girdi mi artık o işten hayır gelmez.

Son noktada Türkiye'de cemaatler açısından durum ne?
Cemaatler maddi kazanımlar ve dünyevi manada güç edinme noktasına yönelince, bu madde denilen şeyler içeride bölünmelere yol açıyor. Etrafınızda sizi yüceleyen bir sürü insan, itibar, lüks arabalar... Eeh sonunda cennetin vizesini yakın elden almaya da inanılıyorsa!.. İnsanoğlunun kolay vazgeçemeyeceği şeyler var yani. Niye diğeri “baş” olmasın ki? Hele de bir önceki başın sülbünden geliyorsa! Rektör adayı olabilmek için ya da mahkemede (lehte veya aleyhte ŞŞ) ifade vermek için şeyhe danışılıyorsa varın gerisini siz düşünün.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi