Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

‘Avrupa İslamı’ mümkün mü?

‘Avrupa İslamı’ mümkün mü?

Ekmeleddin İhsanoğlu İslam dünyasının sorunlarından birisinin İslamı temsil meselesi olduğunu ifade etmiştir.  İran bunu veliyi fakih kisvesinde tekeline almaya çalışmış ve diğer Şii taklit mercilerini devre dışı bırakmak veya etkisizleştirmek istemiştir. En azından siyaseten belirleyici olan Humeyni’nin halef veya halifeleridir. Sünni dünyada ise Osmanlı’dan itibaren böyle bir makam yoktur. Boş kalmıştır.  Osmanlı’da ise bunu meşihat dairesi üstlenirdi. Ulu’l emr çerçevesinde bu pozisyonu ulemaya düşerdi. Halifeler müçtehit olmadıkları için onlar namına siyasi temsiliyeti olmasa bile hukuki temsiliyeti ulema deruhte ederdi. Şimdi ise temsiliyet boşluğu ortadan kalkmaktan maada kötü ellere düştü. IŞİD fiili olarak kendisini temsilci makamında görüyor ve bunu gücü yetenlere dayatıyor.  Son sıralarda temsil meselesine bir de ‘tanım mercii’ sorunu eklendi.  Almanya yarım asır önce Müslüman kitlelerin göçüyle tanıştı.  İslamiyet bu göçmenlerle birlikte Almanya topraklarında kalıcı oldu.  Almanlar hazırlıksız yakalandı.  Birlikte yaşamanın tanımlarını aramaya başladı.  Almanya'nın 10'uncu Cumhurbaşkanı Christian Christian Wulff,  yaptığı bir konuşmada, 'İslam Almanya'nın bir parçasıdır' demiştir. Bu sözler söylendiğinde epey gürültü koparmıştı.  Bununla birlikte Çiller dönüşü yapan  Merkel de bilahare bu sözleri sahiplendi. Bence takdir edilmesi gereken olumlu bir gelişme.  Bu sözlerle birlikte verilen mesaj şudur: Endişeye mahal yok, İslam yabancımız değildir, yerli bir unsurdur.  İşte bu sözlerin içini doldurmak istediğinizde tanım sorunu baş gösteriyor. Almanya veya daha genelinde Avrupa’ya özgü veya hitap eden veya onun ölçülerine uygun bir İslam tarzı tasavvur ediliyor.

*

Gazeteci Muhsin Ceylan’ın Kanal Avrupa’da yayınlanan Ateş Çemberi programında,  bu mesele daha doğrusu İslamı kim temsil edebilir sorusuna ilave olarak İslamı kim tanımlayabilir sorusunun içeriği tartışıldı.  Elbette bu çerçevede Alman İslamı veya Avrupa İslamı mümkün mü soruları ortaya atıldı. Burada sıkıntı şu: Kutsalı kalmamış toplumlar kutsalı tanımlamaya çalışıyor!  Kutsalımızı tartışmaya açıyorlar. Bu meyanda ayetleri tartışmaya açıyorlar. Kutsalı kalmamış Avrupalılar kutsalı kalmamış bir İslam tanımı istiyorlar ya da bekliyorlar.  Müslüman topluma veya temsilcilerine bunu dayatmaya yelteniyorlar. Bülent Uçar hoca kutsalı kalmamış Batılıların Müslümanlardan da kutsallarını bırakmalarını istediklerini ifade ediyor. Bülent Uçar hoca hayretle kimilerinin gece içen ve ertesinde ramazan orucunu tutan bir Müslüman tipi hayal ettiklerini ifade etmektedir. Kimileri kendilerini seküler Müslüman veya feminist Müslüman olarak tanıtabilmektedir.  Seküler Müslümanın tanımı herhalde gece içen gündüzde orucunu tutan kimse olarak tasarlanıyor. Eskiden ‘gece kaim gündüz saim’ deyimi ve terkibi vardı. Şimdi algı değişiyor onun yerine geceden geceye içen gündüzleri de icabında oruç tutan Müslüman tipi alıyor. Seküler Müslümandan sonra sıra ateist Müslümana da gelecektir!

*

Bunu her ne kadar seküler Müslüman veya  Alman veya Avrupa tarzı Müslüman dense de geçmişte pekala Türk tarzı Müslüman olarak takdim edilmiştir. 28 Şubat sürecinin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz böyle bir soruya muhatap olmuştur: Geceden içen bir adam ertesi günü ramazan orucu için niyet edebilir mi? Bu ferdi bir mesele olabilir. Sorun orada değil bunu bir tip olarak genelleştirmede ve sabitlemededir! Tanım haline getirmede.  Muhsin Ceylan’nı programına katılanlardan Bülent Uçar hoca Avrupa veya Alman İslamı çerçevesinde dinler ile coğrafya arasındaki beslenmeye veya etkilenmeye temas etti. Dindarlığın coğrafyaya göre şekillenmesi bir vakıa.  İbni Haldun da bunu ifade eder. Hatta mezheplerin yayılmasının da coğrafyanın etkisine bağlı olduğunu düşünenler var.   Buraya kadar mesele anlaşılabilir. Tartışmanın bam teli bundan sonrasında. Bu coğrafi etkileşimi mühendislikle birlikte resmileştirmek, kanunlaştırmak!  Ali Uçar hoca Müslümanların kabulünün dışında bir dini tanımı dayatmanın Alman anayasasına da aykırı olduğunu söylese de fiiliyatta buna dair bir çaba ve eğilim var.  Batılılar hakları olmadığı halde İslamiyeti kendi ölçülerine göre tanımlamaya çalışıyorlar.  İslama beşeri bir çerçeve çiziyorlar. Bu noktada dinler ile coğrafya arasındaki alışverişi zorlama yoluyla dini tanımları biçimlendirme hususunda devreye sokmak istiyorlar. Elbette coğrafya ile dindarlığın şekillenmesi arasında bir münasebet var.  Lakin bu alış veriş biçimlenme suretinde gelişir. Biçimlendirmeye girdiğinde işin rengi değişir. Şekillenme veya teati/alışveriş değil, bayağı bir dayatma olur. Avrupa birincisine değil ikincisine yani biçimlendirmeye talip. Ali Kızılkaya da Bülent Uçar’a bu noktada yani biçimlenme değil biçimlendirme hususunda haklı olarak itiraz etti.  Elbette örf verilerle veya emirlerle çatışmadıkça esas alınır. Örfe göre İslami bir anlayış da şekillenebilir. Bununla birlikte örf temel değil, tali edile arasındadır. Onu esas alıp asılları tali haline getirmemek gerekir. Bu tür meseleleri yetkinlikle ele aldığı için Kanal Avrupa ve Muhsin Ceylan gibi dostları tebrik ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi