Giden akıncılar ne gün döner yurduna
Bugün de Türkçe Olimpiyatları’na değinmek istiyorum. çünkü meselenin özü o kadar önemli ki, ne kadar üzerinde durulsa ve desteklense, yine de yeterli olmayacağı kanaatindeyim. Her ne kadar mevcut sınırlarımız arasına sıkışmış bir Türkiye varsa da, sınır ötesi büyük Türkiye’nin fotoğrafını görmek büyük bir mutluluk vericiydi.
Türkçe Olimpiyatları Tertip Heyeti Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ın gecede yaptığı konuşmada işaret ettiği çok güzel bir konu vardı. Dedi ki; “Bu okullar sayesinde dünyanın her yerinde 24 saat İstiklal Marşı okunuyor ve Türkçe dil öğretiliyor.”
Evet, gerçekten de öyle değil mi, yüzlerce eğitim gönüllüsü dünyanın her yanında 24 saat Türkçe dersi veriyor, ülkemizi anlatıyor, milletimize ait örf, adet, gelenek ve inanç değerlerini belletiyorken, İstiklal Marşı ile anlattıklarını, öğrettiklerini taçlandırıyor ve bu hizmet bütün dünyada aralıksız sürüyor.
Osmanlı’nın gidebildiği veya gidemediği her yere ulaşan bugünün Osmanlı torunları olan eğitim gönüllüleri, ne para için, ne pul için, ne şan ve şöhret için oralarda değiller. Meseleye maddi boyuttan bakılacak olursa hiç ama hiç kimse oralara gidip hizmet etmez.
Bu insanlar, insan olma yükümlülüğünün sorumluları çerçevesinde inandıkları değerlerin yaşaması için akla hayale gelmeyecek zorluklara katlanarak ülkemizi ve duyarlı milletimizi temsil ediyorlar.
Dünyanın renklerini Türkiye’de buluşturan dev organizasyonda çok duygulu anlar yaşandı. Pek çok çocuk, sanki yeniden dünyaya gelmiş gibiydiler. Gönüllü eğitimcilerimiz kendilerine ulaşıncaya kadar yaşamanın ne olduğunu bilmediklerini, Türkiye’den gelen öğretmenlerin, kendileriyle sanki anne ve babaları gibi ilgilenmeleri onları çok şaşırtmış ve böylesine sahiplenmeyi ilk defa yaşadıklarını söylüyorlardı.
Moğolistan’dan gelen öğrencilerden biri Necip Fazıl Kısakürek’in “Sakarya” şiirini neredeyse Necip Fazıl’ın istediği şekilde okudu ve salondan büyük alkış topladı. Hatta şiirin son mısraı olan; “Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya” dediğinde bütün salonun ayağa kalkması ve ayakta alkışlaması harika bir görüntüydü.
Bütün servetleri yürekleri olan gönüllü eğitimciler, eşyalarını bir bavula koyarak dere tepe demeden, gece gündüz demeden, yerli yabancı demeden, köşe bucak hizmet aşkı ile yanıp tutuşan insanların aylardır büyük çabalar harcayarak meydana getirdikleri eserleri bir çırpıda görüp geçmek, her ne kadar çok güzel olsa da arkada harcanan emeğin büyüklüğünü de idrak etmek gerekir ve o emeğe gerçekten büyük saygı duymak lazımdır.
Mesela Kamboçya’dan gelen öğrencilerden birisi ünlü “çile” şarkısını söyledi. Hem öyle güzel söyledi ki, benim birincilik favorim oydu ama olmadı. Belki de en çok bu şarkıya emek harcanmıştı. çünkü Kamboçya’da “U” harfi var ama “ü” harfi yok ve konuşma dilinde asla “ü” harfi geçmiyor.
Kamboçyalı kızımız bir “ü” harfi diyebilmek için tam üç ay eğitimden geçmiş ve ancak üç ay içerisinde “ü” diyebilmiş. Bu bir emek değil midir? Belki şöyle söylenebilir. “Yani bir şarkı için üç ay çalışmak çok da önemli değil, başka bir şarkı olabilirdi ama bu kadar emek harcanmayabilirdi.” İyi güzel de “ü” harfi bir tek “çile” şarkısında yok ki, Türkçede en çok kullanılan harflerden biri de “ü” harfidir. Bu açıdan bakarak vizyonumuzu genişletebiliriz.
Osmanlı döneminin “akıncıları” vardı bilirsiniz. önden giderlerdi ve fetihlere hazırlık yaparlardı. Gittikleri her yere de adil bir şekilde varırlar ve öncelikle o bölgelerin sevgisini, güvenini kazanırlardı.
Şimdiki eğitimcilerimiz de Osmanlı’nın “akıncıları” gibiler. Gittikleri her yere Türkiye’nin güvenini, sevgisini ve insanlığını götürüp, Türkiye’yi, halkımızı ve halkımızın sahip çıktığı değerleri öğretiyor ve yaşatıyorlar. Modern akıncıları yürekten selamlarım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.