Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Zarf-mazruf/bilgi-demagoji

Zarf-mazruf/bilgi-demagoji

Hazreti Peygamber Efendimiz meşhur bir hadisinde “Harp hiledir” diyor. Harp ve hile!.. Bu kelimeyi neden “hile” olarak tercüme ediyorlar onu da bilmiyorum. Fakat o kavramı şimdiki anlayışımıza göre, taktik ve strateji olarak değerlendirmek daha uygun değil midir?

Hangi türlü anlarsak anlayalım! Bunun için de zamana ve şartlara göre konuşmak, şöyle gösterip böyle yapmak, zamanı iyi kullanmak, bazen de nihai hedefi örten bir tavır takınmak yok mudur? İşte bunları kale alarak icra edilen bir politikanın veya mücadelenin, bu noktada ister istemez taktik ve stratejileri de başlayacak demektir. Nitekim büyük Fatih ne diyordu? “Bir sırrımı sakalım bilse veya duysa, onu anında söker atarım.”

Hadiseye böyle bakınca nice büyük savaşlar masum insan hakları, hürriyet ihtiyaçları gibi sebeplerden patlak verse bile, onların nihayetinde ülkelerin fethi veya esareti ile sonuçlandığını bilmeyenimiz yoktur. Dolayısıyla bu tür durumlarda ülkeler ve liderler, nihai amaçlarını asla açığa vurmazlar. İnsanlık o büyük neticeyi kendi üzerinde, ancak bir heyulâ gibi hisseder sonunda.

Hele bir de bunun kapalı rejimlerde içten içe cereyan eden safhalarını düşünün! Hemen herkes aynı dili konuşuyor. Fakat içten içe yaşanan bir ayrışma da kendini hissettirmiyor değil. Dolayısıyla bu tür şartlarda ağızdan çıkan sözler birer zarf hükmündedir. Halbuki gelişmeleri sağlıklı şekilde takip edebilmek için, söyleneni değil söylenmeyeni, zarfı değil mazrufu kavramak esas olmalıdır.

Nitekim işte bunun son bir örneği!.. Daha bir iki ay önce atanmış bulunan Suriye Başbakanı ve üç bakanı, doğan ilk fırsatla Ürdün’e geçiverdiler. Dolayısıyla Suriye/Esed iktidarının maruz kaldığı çözülme, hepimizi şaşırtmış ve sevindirmiş olmalıdır. Ancak bütün bunlar, bir gelişmenin neticesi ile karşılaşmak değil de nedir? Dolayısıyla burda asıl marifet, şimdiye kadar Esed iktidarı ile aynı dili konuşan bu ekibi önceden keşfedebilmek, ayrışmaya önceden nüfuz ve belki de onların görevi bırakma takvimini de sizin tayin etmenizdir. Tabii diğer büyük ülkelerin böyle bir nüfuz kabiliyeti var mıdır, onu da bilmiyorum. Fakat ne Türk gazetelerinin ve televizyoncularının, ne de Türk istihbarat servislerinin böyle bir birikimi ve supleksi bulunduğuna ihtimal verilemez.

Nitekim bunu şurdan da ölçün ki sayısız strateji kuruluşundan, Suriye’ye yıllar boyu gidip gelen entelektüel birikimi de hâiz gönüllü kuruluşlardan sâdır olan bilgi fukaralığına bakın da hizaya gelin!.. Orada ne Kürtlerin, ne Türkmenlerin, ne de Hıristiyan ve Nusayrilerin, nüfus oranları ve siyasal kapasiteleri hakkında, hâlâ daha sağlam bir bilgi arzedilemedi piyasaya! İster dış Türklerle ilgilenen sayısız Türkçü kuruluş olsun, isterse Esed sonrası döneme şekil ve değer biçen diğer kuruluşlara!.. Hemen hepsi, probleme ilişkin bilgi üretmek zahmetine katlanmadan habire konuşuyor. Dolayısıyla kullandığımız sayısız bilgi, eksiği ve yanlışı ile, yabancı servislerden akıyor da akıyor!..

Haliyle bilgiye dayanmayan bir mücadele, bastığı zeminde sağlam duramaz. İsterseniz buna mukabil bir örnek vereyim: Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeye karar veriyor (1995). Hemen ardından Türkçeye, Batı dillerinden bin civarında kitap tercüme edildi. Türkiye’de mevcut her türlü alt kültür üzerine, Batılı bilim ve istihbarat kurumları yıllar içinde o kadar detaylı çalışmışlar ki şaşmamak mümkün değil.

Nitekim Aile Araştırma Kurumu Başkanlığım döneminde, üniversitelerle yoğun temaslarım bulunuyordu. İşte o yıllarda Batı ülkeleri adına, Türk üniversitelerine bilhassa dinî cemaat ve örgütler üzerine öyle çalışmalar yaptırıldı ki tahmin edemezsiniz. Yani sana ait verilere, senden ziyade vâkıf ülkeler!.. Bunları bildikçe, duydukça vicdanım sızlar, iç çekişmeler içinde kendini helâk eden ülkemiz nâmına kan ağlardım.

Hem kendimizin, hem coğrafyamızın cahili bir Türkiye!.. Onu veya şunu suçlayarak da bu işlerin içinden sıyrılıp çıkmak mümkün değil. Dolayısıyla ne tür bir düşünceye veya politikaya sahip olursak olalım, bugün veya yarın, bize lâzım olacak bu bilgiyi kendimiz üretmek mecburiyetinde değil miyiz?

Haliyle böyle imkânlara sahip olmadığımız için, karşı tarafın her atağı bizi afallatabiliyor, Suriye’nin doğudan batıya bütün kuzeyinin Kürtlerle meskûn olduğu gibi bir zokayı yutabiliyoruz. Sonra realiteye mercekle bakınca, bunun İsrail veya ABD illüzyonu olduğunu görüyor, fakat iş de işlikten çıkmış oluyor.

Öyle de geriye ne kalıyor?

Bir kazan dolusu mantık egzersizi ve demagoji!.. O ne dedi, bu ne dedi cinsinden karşılaştırmalarla, en ciddi sorunları bile iç çekişmeler adına çarçur etmek!.. Daha doğrusu da başı sonu gelmez bir iç muhalefet gerekçesi olarak kullanmak!..

Eski Bizans keşişlerinin, “Başımızda Roma Kardinalleri görmek yerine Türk sarığını tercih ederiz” dediği gibi!.. Ya da Balkan Savaşları sırasında, “Başımızda Enver olacağına” deyip, savaşın mağlubiyetle sonuçlanmasına sebep olmak gibi!..

İşte şimdi mevcut iktidara yönelik tarihi bir kin ile, hem Suriye hem PKK meselesini, iktidarı köşeye sıkıştırmak adına kullanıyor da kullanıyorlar. Her lâfı orasından burasından mıncıklayarak anlamak istemek, en masum görüntülere de bürünerek sağ gösterip sol vurmak!.. Bilhassa da Kürt meselesine böyle yaklaşmak!..

Ama burda asıl üzeri örtülen, Türkiye’nin ne yapmak istediğini veya ne yaptığını devamlı perdelemek!.. İşte bu durum, Hz. Peygamber Efendimizin hadisinin tecellisinden başka bir şey değil: Harp hiledir!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi