Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Eski insan, yeni insan

Eski insan, yeni insan

Avrupalılar bize genellikle “Haçlı Seferleri” perspektifinden bakarlar…
“Barbar” olduğumuzu düşünür ve bunu uluorta dillendirmekten zevk alırlar…
Her konuda “haksız” olduğumuza inanırlar…
Bu yüzden taraf olduğumuz tüm uluslararası meselelerde aleyhimize bir tavır takınır, konuyu tetkik dahi etmeden “karşı taraf”ı desteklemeye başlarlar.
O kadar ki; artık kanıksadık.
Kanıksadığımız için de, Avrupa’dan birileri bizi “haklı” gibi gördüğünde, “Bayram değil seyran değil” moduna giriyor, işin içinde bir “çapanoğlu” aramaya başlıyoruz.
Böyle bir ortamda, Avrupa dünyasının etkili isimlerinden biri kalkıp, “Türkler güvenilir insanlardır” dese…
“Arasındaki bütün sosyal münasebet ve düzen, iyi niyet ve şefkate dayanır. Başka ülkelerde olduğu gibi, aralarında yazılı anlaşma yapmaya lüzum dahi görmezler. Çünkü iyi niyet ve söz, her şeyi halleder. Verdikleri sözün esiridirler.
Bu tutumları, yalnız dindaşlarına karşı değildir. Hangi dinden olursa olsun, yabancılara karşı da böyle hareket ederler. Sözlerini tutma hususunda, onlara göre Müslim - gayrimüslim olmanın hiçbir farkı yoktur.
Gayrimeşru olan her kazancı, ahlâksızlık ve dine aykırı görürler. Gayrimeşru edinilmiş servetin, bu dünyada da, öteki dünyada da insanı bedbaht (mutsuz) edeceğine samimi şekilde inanırlar.” (Tableau Général de l'Empire Othoman, yazan: Kont Ignatius Mouradgea d'Ohsson, 1763’lerin İsviçre maslahatgüzarı).
Ticaret ahlâkımız malum: 1'e alsak 5'e satar, indirim dönemlerinde vatandaşa “kakalamak” üzere kalitesiz mal üretir, Doğal domates yerine hormonlu domates; zeytinyağı yerine yanmış makine yağı, seramik yerine kırık tuğla ve kiremit satmakta bir beis görmeyiz.
Hatta dünyaya, modern Türkler olarak, “hayali ihracat” gibi cinlikler de öğretmişiz!
Böyle bir zamanda İngiltere Ticaret Odası'nın toplantı salonunun duvarında, “Türklerle alışveriş ediniz” yazılı bir levha asılı olduğunu öğrenseniz neler hissedersiniz?
18. yüzyıl sonlarına kadar Londra Ticaret Odası’nın en görünür yerinde böyle bir levha vardı. Bu levha, Osmanlı tüccarlarının güvenilirliğinin tasdiki ve tesciliydi.
Aynı yıllarda, Hollanda Ticaret Odası’nda yapılan oylama eşit çıkarsa, üyelere bir soru sorulurdu:
“Aranızda Türklerle alışveriş eden var mı?”
Varsa onun oyu iki sayılır, oylama bu şekilde biterdi.
Çünkü Türklerle alışveriş etmek bir imtiyazdı. Bir üstünlüktü. Güvenilirlik ölçüsüydü.
Diyelim ki, mağazaya perde ısmarlıyorsunuz… Mağaza sahibi kumaşı inceden inceye tetkik ediyor. Merak edip sebebini sorunca da şöyle bir cevap veriyor:
“Kumaşta herhangi bir imalat hatası olup olmadığını görmeye çalışıyorum. Hatalı mal satarsam Allah’a hesap veremem.”
Etkilenmez misiniz?..
“Biz daha ölmedik” diye düşünmez misiniz?
19. yüzyıl başlarında İstanbul’a gelen bir Fransız kumaş tüccarı, benzer bir hikâye anlatıyor:
“Dükkândaki bütün kumaşları almak istiyordum. Türk satıcı kumaş toplarından birini ayırınca, onu da almak istediğimi söyledim. Veremeyeceğini, çünkü ayırdığı topun hatalı olduğunu söyledi.
“Ziyanı yok..” dedim, “Kendime almıyorum ya, satmak için alıyorum..”
Kızdı:
“Ben hatalı mal satamam, önce Allah’tan korkarım. Hadi kusurunu bile bile almak istediğiniz için Allah affetti diyelim, ancak siz bu malı götürüp başkasına satınca, hatalı olduğunu size söylediğimi bilmeyeceği için, adam önce beni, sonra dinimi, sonra milletimi ve devletimi suçlayacak. Bu yüzden yapamam.”
1850 İstanbul’unda uzun yıllar kalan meşhur Fransız tarihçi Ubicini, şehirde yaşayan değişik milletlerin karakter yapılarını öğrendikten sonra, şöyle bir uyarıda bulunuyor:
“Bir kaide olarak, Ermeni’ye istediği paranın yarısını, Rum’a üçte birini, Yahudi’ye ise sadece dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslüman Türk’le alışveriş ettiğiniz zaman, istediği fiattan emin olunuz ve istediğini veriniz. Çünkü Türkler tamahkâr olmadıkları için, yüksek fiyat istemezler, asla da yalan söylemezler.”
Bugün bir Avrupalı böyle bir söz etse, kimbilir nasıl seviniriz. Ama tabiî önce bunu hakketmek gerekiyor.
“Osmanlılar nasıl hakketti” diye sorarsanız, kaynağı yine Kont Ignatius Mouradgea d'Ohsson açıklıyor:
“Osmanlılar, Kur'ân’da ifade edilen doğruluk, ahlâk ve namus prensiplerine çok bağlıdırlar.
Faziletli bir toplumsal düzenin yürütülmesi bakımından olağanüstü değeri olan bu fikirler, kanun esaslarından başka Kur'an'ın şu güzel ayetlerine dayanmaktadır: Hiç kimseyi aldatmayın; ölçüyü tam doldurun; doğru tartın; sözlerinizde, yeminlerinizde kendi aleyhinize bile olsa doğruluktan ayrılmayın. Mukavelelerinizle pazarlıklarınızda hileden kaçının. El malını haksız yiyen, karnını yakacak bir ateş yemiş olur.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi