Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Sorular ve sorular

Sorular ve sorular

Osmanlı insanı çocuğunun kafasına ve yüreğine bazı sualler ekerdi:
1. Ben kimim?..
2. Nereden geldim?..
3. Nereye gidiyorum?..
4. Bu dünyada ne işim var?..
Yeni yılın ilk günlerinde bu soruları bizim de kendimize sormamız gerekir diye düşünüyorum.
Oysa kendimize böyle sorular sormak, pek çoğumuzun aklına bile gelmez.
Alışkanlıklarımızı yaşar, geleneksel yapı içinde yuvarlana yuvarlana ömrümüzü bitiririz.
Geleneksel yapıyı yaşamak, bize bahşedilen hayatı bir kısım dayatmalara hapsetmek, hatta kurban etmek anlamındadır…
Bu yüzden çoğumuz, hayatı ve hayat içindeki varlığımızı fark etmeden ölüp gidiyoruz.
Çünkü hayata alışkanlıklarımız hükmediyor!
Alışkanlıkların dışına çıkmaktan korkuyoruz. Yüreğimizi yaşamaktan ödümüz çatlıyor.
Kısacası hayatımıza inançlarımızdan, sevgilerimizden ziyade korkularımız ve çekincelerimiz hükmediyor. Bu da doğru düzgün yaşamımızı engelleyen bir başka dert…
O kadar ki, dini inançlarımızı bile yüreğimizle yaşamıyoruz. Bazı ibadetlerimiz salt alışkanlıklarımızla sınırlı.
Dinin özünü kaçırdık, kabuğunda geziniyoruz! Dolayısıyla inançlarımız yüreğimize nüfuz etmiyor. Davranışlarımıza sinmiyor. Tabiatıyla ortaya, Peygamber Efendimizin yaşadığından farklı bir “Müslümanlık” çıkıyor!
Bir bakıma “laik Müslümanlık!”
Hayatı kontrol etmeyen İslâm anlayışı böyle de tanımlanabilir.
Ticaret ve siyaset gibi, hayatının büyük bir bölümünü laik kurallara göre yaşayan Müslümanın, diğer davranışlarını İslâma uydurması halinde bile, ortaya çıkan ikiyüzlülüğü görmezden gelemeyiz.
Zaten çoğumuz yıllardan beri Avrupa özentisi bir hayat yaşıyoruz!
Düzen bunu dayatırken, medya özendiriyor.
İster istemez etkilendik. Sonuçta bir takım güzel alışkanlıklarımız değişti. Yardımlaşma-dayanışma, tasarruf, sade hayat gibi Müslümanca yaşamın belirleyici yönlerini unuttuk…
“Her koyun kendi bacağından asılır” anlayışı hayatımıza hükmetmeye başladı. Her koyun kendi bacağından asılır, ama ilgilenilmezse çürüyüp yedi mahalleyi kokutur.
Kalbimizin bazı köşecikleri kokuştu. Zamanla hem rüşvet dal-budak saldı, hem vurgun kol gezmede, hem kavga kıyamet, hem de altta kalanların canı çıkıyor!
Kısacası önce şeklen, sonra ruhen Avrupalılaştık! Kıyafetimize de, ticaretimize de, siyasetimize de yansıdı.
Nihayet bireyselleşip bencilleştik.
Artık yıllardan beri her koyun kendi bacağından asılıyor...
Herkes kendi kazandığını yiyor...
Gücü olan güçsüz olanı eziyor...
Büyük balık küçük balığı yutuyor...
Herkes başının çaresine bakıyor...
Herkes kendi kuyusunda boğuluyor…
Her kaptan yalnız kendi gemisini kurtarmaya çalışıyor...
Ama kendi gemisini kurtarırken, çevresindeki gemileri batırmakta sakınca görmüyor...
¥
Paramız varsa, âlâ-yi vâla ile saçıp savuruyor, fakir bir aileyi bir yıl rahatça yaşatabilecek miktarda para verip bir öğün yemek yiyor, yahut bir takım elbise alıyoruz…
Otomobilin hem Avrupa, hem de gözde marka olanını kullanmaya bayılıyoruz. Çocuğumuzun sünnet düğününü masallarda yaşayan peri padişahının oğlunun sünnet düğününe döndürüyoruz.
Çoğumuz “moda” tutkunu olduk. “Farklı” görünme hastalığı bizim de ruhumuzu avuçladı. Cebimiz para gördükçe zaruri olmayan ihtiyaçları “zaruri ihtiyaç” saymaya başladık.
Tamam, “zekât” gibi farz olan mükellefiyetlerimizi hâlâ yerine getiriyoruz, ancak bu milletin yirmi milyona yakını fukaralıkla boğuşuyor, on iki milyonu ise açlık sınırında yaşıyor.
Üstelik bazılarımızı “teğet” geçen kriz fakir fukarayı delip geçiyor.
İnsanlığımızı “farz” olanla sınırlı tutarsak, “imanda kardeşlik” sırrına ulaşamayız…
Şefkat toplumuna dönüşemeyiz.
Unutmayalım ki, zenginimizle, fakirimizle hepimiz kardeşiz…
Kriz dönemleri bunu daha yürekten hissetmenin tam sırasıdır.
¥
1. Ben kimim?..
2. Nereden geldim?..
3. Nereye gidiyorum?..
4. Bu dünyada ne işim var?..
Sorular cevap bekliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi