Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Aile, çocuk, çevre

Aile, çocuk, çevre

Yarı yıl tatili yaklaşırken, aileye yönelik birkaç yazı yazmak istedim... Çünkü tatiller fırsattır. Belki uzunca tatili fırsat bilip çocuklarımızla sıcak bir ilgi bağı kurabiliriz.
Herkes bilir ki, eski aile yapımızın temeli çocuklar ve yaşlılardı...
Aile müessesesi içinde bu iki unsurun ayrıcalığı vardı...
Eski toplumumuz ise yine çocuklar ve yaşlılar öncelikliydi.
Çocukların önceliği sevgi merkezli, yaşlılarınki saygı merkezliydi...
Onyedinci yüzyılda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunan Sir James Porter tam bir İslâm ve Türk düşmanıdır. Buna rağmen hatıratının bir yerinde bizi şöyle övüyor: “Çocukların analarıyla babalarına karşı besledikleri hürmet, bilhassa takdire değerdir. İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlâtlar az görülür...”
Sir James Porter’i dinlemeye devam edelim:
“Türklerde baba sevgisi çok kuvvetlidir. Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlâtlık vazifesiyle alâkadar olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür...”
Ne yazık ki, aile dışı bağlarımızdan sonra (komşuluk ilişkisi gibi) aile içi “sarsılmaz bağlılığı” da çoktan kaybettik. “Kuvvetli baba sevgisini” ve “ana-babaya itaat” duygusunu gömdük.
Şimdi de Fransız gezgin ve yazar Dr. Brayer’i dinleyelim:
“Birtakım menfaat kaygıları, eğlence düşkünlükleri, çok defa kadınların da iştirak ettiği ticarî muamele gaileleri, hasılı başka memleketlerin her şeyleri, kadınların çocuklarına karşı şefkatlerini azalttığı halde; Türklerin harem hayatı, bilakis bütün bu hislerin bir merkezde toplanıp artmasını temin etmektedir.”
Dr. Brayer, Osmanlı aile hayatına temas ederken, bilhassa yetişkin çocukların anne-babaları ile birlikte oturmaktan derin bir haz duyduklarını belirterek diyor ki:
“Çocuklar yetişip adam oldukları zaman, (Osmanlı toplumunda) analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları halde...”
Şerhe, izaha, yoruma gerek var mı?.. İşin özü ve özeti, Osmanlı ailesi çocuk yetiştirmek üzere kurumlaşmıştı...
Dengelerini buna göre oturtmuş, buna göre kendini geliştirmişti.
Şimdiki Avrupaî aile yapımızda ise anne de çalışıyor, baba da. Nineler ve dedeler zaten aile dışına çıkarılmış. Bu durumda çocukların çoğu sokağa emanet... Sokaklarda ise Nemrut ateşleri yanıyor.
Ve, geçiyor kendi toplumunu tenkide:
“Başka memleketlerde çok defa çocuklar, olgunluk çağına girer girmez (ekonomik özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz) analarıyla babalarından ayrılmakta, ekonomik menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe tartışmakta, hatta bazan kendileri refah içinde yaşadıkları halde anne-babalarını sefalete yakın bir hayat içinde bırakmakta, zavallılara karşı âdeta yabancılaşmaktadırlar...”
Biz de Avrupalılaştık ya, şimdi aynı durumdayız...
Aynı sıkıntıları, aynı hasreti çekiyoruz...
İşin tuhafı Avrupa aile kurumunu bozmanın faturasına toplumun dayanamadığını görmüş ve aile kurumunu sağlamlaştırma arayışlarına yönelmiştir...
Biz ise eloğlunun döndüğü yolda doludizgin ilerliyoruz.
A. Ubicini yazıyor:
“...Çocuklarını bundan daha fazla sevgi, özen ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum. İşin garibi, bütün bu şefkatle ihtimamın annelerden çok babalarda derinleşmiş olmasıdır... Cuma günleri (Cuma Osmanlı’da tatil günüdür) veya bir bayram günü, Osmanlı Türkü’nün, çocuğunun elinden tutup sokakta gezdirmesi, adımlarını çocuğun adımlarına göre ayarlaması, çocuğun yorulduğunu görünce omzuna alması veya bir aralık dinlendiği kahve peykesinde yanına oturtup en derin şefkatle konuşarak çocuğun bütün hareketlerini dikkatle takip etmesi görülecek şeydir.”
Bundan da anlaşılacağı gibi, Osmanlılar, hayatın tümünü çocuklarıyla paylaşırlardı.
Şimdi ancak zaman kırıntılarını paylaşabiliyoruz.
Ne yapmalıyız peki?.. Onu da Avusturya’nın eski başbakanlarından Prens Metternih, hemen hemen aynı tarihlerde Tanzimat dönemi yöneticilerine yazdığı mektupta söylüyor:
“Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza âdet ve maişet tarzınıza uymayan kanunları alıp iktibas etmeyiniz. Zira Garp kanunları, hükûmetinizin temelini teşkil eden kanunların dayanağı bulunan usul ve kaidelere asla benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur. Garp medeniyetine esas olan şey, Hıristiyan kanunlarıdır... Siz Türk kalınız. Lâkin mademki Türk kalacaksınız, İslâmiyete yapışınız...”
Başka söze ne hacet?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi