Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ülkemin bitmeyen sorunları

Ülkemin bitmeyen sorunları

Biliyorsunuz, okuyucularımdan ve dinleyicilerimden gelen mektupları yayınlamakta tereddüt göstermeyen bir yazarım.
Tereddüt şöyle dursun, onları yayınlamaktan çok mutlu olduğumu bile söyleyebilirim. çünkü bu köşeler bize halkın emanetidir. Onların adına gözlem yapıp, onlar için yazıyoruz. Elbette onların da kendi gözlemleri ve direkt kanaatleri olacaktır.
Bunları zaman zaman okudukları yazarlarla paylaşma gereği duyarlar. Duygu ve düşünceleri eğer çok özel değilse, yayınlamakta mahzur görmem. Böylece köşemin zenginleşip renklendiğini düşünürüm.
Mektuplar bazen sevgidir, bazen tepkidir, bazen tenkittir. Ne olursa olsun benim açımdan hepsi son derece kıymetlidir. çünkü hepsi emek mahsulüdür.
Ayrıca okurlarımın kanaatleri ve düşünceleri en az benimkiler kadar değerlidir.
Bu girişten sonra, lütfedip Berlin’den yazan Murat Soymen’in sorusuna gelelim...
Diyor ki: “Türkiye’nin sorunlara kilitlendiği bir ortamda sevgi konuşmaları yapıp (Moral FM’de) tarih yazıları yazmak size anlamlı geliyor mu? Bunu ısrarla neden yapıyorsunuz?”
Sevgili dostum; zaten köşe yazarlarımızın yüzde doksanbeşi siyaset yazıyor, ekonomi yazıyor, din yazıyor; toplum da en çok bunları tartışıyor, hatta bunların üzerine kavga ediyor...
Fakat ülkemde yıllardır hiçbir şey değişmiyor. Türkiye bildiğine gidiyor.
Ben bir “tarih boşluğu”, bir “sevgi açlığı” keşfettim. O boşluğu doldurup, o açlığı gidermeye kendimce gayret gösteriyorum.
İkincisi: Türkiye her zaman kilitlenecek sorunlar buluyor. Bir kilitlenme de maşallah otuzbeş sene filan sürüyor...
Baksanıza: Gazeteciliği başladığım yıl (1971), başörtüsü sorunu manşetlerdeydi... (Ankara İlâhiyat’tan Hatice Babacan’ın başörtüsü)
Genceciktim. Saçlarımda beyaz, yüzüme kırışıklar düşmemişti...
Aradan yıllar geçti... çoktan emekli oldum (1974)... çoktan saçlarım ağardı...
Görmek için gözlük kullanma mecburiyeti çoktan başladı...
Ama Türkiye hâlâ aynı soruna kilitlenmiş durumda: Tehditler, takdirler, bağrışıp çığrışmalar eşliğinde aynı konuyu tartışıyor.
Şunu demek istiyorum: Tarih yazmak, ya da aşktan, sevgiden, yahut unuttuğumuz “insanlık”tan bahsetmek için Türkiye’nin sorunlarını halletmesini beklersem, herhalde kıyamete kadar beklemem gerekir.
Aslına bakarsanız, tarihi bilmemek de, insanı sevmemek de, insanlığı kavramamak da büyük bir “sorun”dur. İzninizle bendeniz o sorunlarla ilgileneyim.
Benimkisi bir umut beklentisidir: Hani belki kavga boyutundan bilgi ve sevgi boyutuna geçeriz. Gerçek değişimi ancak o zaman yakalayabileceğimizi düşünüyorum.
¥
Bir soru da Adana’dan adını yazmayan okurumdan: “Kıble ekseni tabirini sıkça kullanıyorsunuz, bununla tam olarak neyi kastediyorsunuz?”
Sevgili dostum...
Milletimizi önce “sağcı-solcu”, “Alevi-Sünni”, “Türk-Kürt”, “tarikat-cemaat”, “siyaset-diyanet” diye böldüler...
Bu kavramlar üstünden yıllarca kavga ettik durduk.
Bölünmüşlüğün farkına varır gibi olduğumuz zaman ise, eskilerin “asgârî müşterek” dedikleri “ortak payda”lar aramaya çıktık.
Gördük ki (görebilenler gördü ki), Allah, Peygamber, Kur’an, kıble, bayrak, toprak gibi birleştirici “nuranî rabıtalar” (Bediüzzaman’ın deyimidir) var aramızda.
Ben tüm ortak paydaları “kıble ekseni” olarak tanımlıyorum.
“Kıble ekseni” tabiri hem bir terkip, hem de insanları teferruatla boğuşmayı ve teferruatta boğulmayı bırakıp işin temeline inmeye çağıran bir feryattır.
Kıble ekseninde buluşalım, efendim!
¥
Hz. Ali Efendimiz, “İnsanların türdeş olarak kardeş” olduklarını belirtiyor.
Biz ise herhangi bir insanı kardeşliğe kabul etmeden önce, bize benzemesini (bizim gibi inanması, düşünmesi, giyinmesi, yaşaması) şart koşuyoruz...
çünkü devlet olarak da, birey olarak da “farklılıklar”dan ve çeşitlilikten ürküyoruz. Belki bu yüzden insan kaynaklarımız zenginleşmiyor, evrenselleşmiyor...
Belki bu yüzden “alternatif çözüm”ler üretilemiyor, âdeta bir damla suda boğuluyoruz.
Tek boyutlu “mecburi istikamet”lerde belki bu yüzden tükeniyoruz. Birbirimizi değiştirmeye, kendimize benzetmeye çalışmak yerine, farklılığı ve çeşitliliği kabul edip, zenginlik sayarak her şeyi eşit şartlarda konuşsak olmaz mı?


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi